OluÅŸturulma Tarihi: Haziran 11, 2005 00:00
Şöhreti, komşu semti Sultanahmet’in gölgesinde kalan bir yer Cankurtaran. Kimisi dökük kimisi restorasyon görmüş ahşap evleri, daracık sokakları, bu sokaklara gerili tellere asımış renkli ampulleri, vızır vızır değil tıkır tıkır geçen banliyo trenleriyle bambaşka bir İstanbul.Bu kez çilingir sofrasında Türk edebiyatının melankolik yazarı Selim İleri, sinemanın kalıcı olmaya aday aktörlerinden Güven Kıraç ve Fransa’dan Türkiye’ye hızlı geçiş yapıp ödülleri tek tek toplayan genç oyuncu Yelda Reynaud ile birlikteyiz. Balıkçı Sabahattin’de, asmaların altına kurulu bembeyaz örtülü masada sohbet bir başka güzel. Masanın merkezi Selim İleri. Öyle anılarını paylaşıyor ki, müthiş keyifli. Ama bazıları yazılmamak koşuluyla... Bakarsınız bir gün sansürlediklerini yazmamıza izin vermesi için yeni bir rakı
balık sofrası yapar, ikna ederiz. Selim Bey, n’olur!Çilingir sofrasının vazgeçilmezi rakı ve meze hazırdı, sıra sacayağının üçüncüsünü tamamlamaya, muhabbette gelmişti. Akşamcıların sloganı ‘vakti kerahettir’ yani rakıya başlama zamanıdır diye lafa giren ve kadehini kaldıran ilk kişi Güven Kıraç oldu. Muhabbet henüz başlamıştı ki, hepsi de iyiye yakın İngilizce konuşan garsonlardan biri, Selim İleri’ye doğru eğilip, ‘Ehl-i keyif’ ister misiniz diye sordu. Zaten mahcup bir insan olan İleri, sanki dünyayı nasıl kurtaracaksın diye sormuşlar da, cevabını bilememenin suçluluğuyla garsona omuzlarını daha da çökerterek baktı. Sonra da garsonun ‘Ehl-i Keyif’ten ne kastettiğini anlayıp anlamadığımı soran gözlerle benden medet umdu. ‘Hani içinde buz olan bir kap getirirler, rakıya buz atmaz, o kabın buzuyla rakıyı soğutursunuz ya, işte o’ dedim. ‘Ha o mu? Biliyorum onu tabii. Ahmet Ümit memleketi Gaziantep’ten bana getirip hediye etmişti ama adını bilmiyordum’ dedi İleri.Uzun yıllar Fransa’da yaşayan ve doğal olarak pek çok şeye ‘Fransız’ kalan Yelda Reynaud ise, sanki yeni bir fizik kuramı keşfetmişçesine heyecanla garsonun masaya getirdiği ehl-i keyf’e bakıyordu. ‘Bu harika bir şey, çok etkileyici, ilk defa görüyorum. Bunu bize verirler mi?’Kırık Türkçesiyle ilk rakı macerasını anlatmaya koyuldu: ‘En iyi şey
yemek yiyip, rakı içmek. Ben rakıyı ilk kez 1998’de Türkiye’ye geldiğimde içtim. Ne kadar da hafifmiş bu içki diyerek, etrafımdakilere hava atıyordum. O hızla beş duble içmişim. Gecenin sonunda herkes bir hamlede ayağa kalktı, ben de kalktım ama kalkmamla yere çökmem bir oldu. Eve dönüş yolunda sokakta gördüğüm bir köpek yavrusunu alıp eve getirmişim. Ertesi sabah köpeği tekrar sokağa bırakamayacağım için bir kız arkadaşıma verdim.’ Selim İleri hemen lafa girip, ‘Ben de içince sokaktaki bütün kedileri toplamak istiyorum ama konformistim herhalde hepsini alacak kadar sarhoş olamıyorum’ diyor.Yelda Reynaud, sonra yavaş yavaş rakı içmenin adabını öğrenmiş olacak ki, balık-rakı ikilisinden, sucuk-rakıya doğru da gönlünü kaydırmış. Rakı balık sofrasında, balığa ihanetini sürekli şu cümlelerle anlatıyordu: ‘Taze sucuk ve Tekirdağ rakısı ne muhteşem gider.’Bir ufak rakının dört duble yaptığını Güven Kıraç’tan öğrendim. Ama nedense hiçbirimiz, niçin ‘Bir küçük rakı’ değil de ‘Bir ufak rakı’ dediğimizi çözemedik. Masada benden başka rakıya su yerine soda koyan yok. Gecenin sohbet virtüözü Selim İleri soda lafı geçince anlatmaya başlıyor: ‘Abdülhamit sütü sodayla karıştırıp içermiş. Midesine çok iyi geliyormuş. Ben de denedim ama berbat bir şeydi. Herhalde o zamanın sütüyle şimdinin sütü farklı. E, koskoca padişahın içtiği sütle, zavallı Selim’in içtiği süt aynı olur mu?’Peki rakının Türk edebiyatındaki yeri nedir, rakı ne zaman romanlara girmiştir? Tabii sorunun muhatabı Selim İleri: ‘Fransızların meşhur içkisi absinthe, 19. yüzyıla damgasına vuran bütün sanatçılar tarafından içilen bir içkiydi. Bizim romancılarımız da bundan etkilendiği için ilk olarak Halid Ziya’nın romanlarında absinthe’den bahsedilir. Daha sonra rakı yavaş yavaş absinthe’in yerini alır. Hüseyin Rahmi, Ben Deli miyim? Utanmaz Adam romanlarında damacana gibi 1000’lik rakı şişelerinden bahseder. Üstelik Hüseyin Rahmi içki içmezmiş, gözleme dayanarak yazmış bunları. Neyzen Tevfik ile rakı külliyatı doruğa ulaşmıştır.’Selim İleri’nin kafası karışık Ajda mı birinci, Sezen mi karar veremiyorBir ara masada hüzün dalganıyor. Selim İleri hemen sözü kendisinin katıldığı Ajda Pekkan’ın şov programına getiriyor’ Ajda Hanım’a sonsuz bir hayranlığım var. Programında Sezen Aksu ile çok iyi arkadaşmışsınız dedi, bana. Benim için siz bir numara, Sezen iki numaradır dedim. O kadar zarif bir kadın ki, bunu duymamazlığa geldi ve Ya Sonra şarkısını söyleyerek bir yürümeye başladı, tüylerim diken diken oldu. Haldun Dormen Ajda Pekkan’a o lafı (İstanbul’un en eski anıtı) ettiğinde eminim güzel bir şey söylemeye çalışmıştır. İstanbul’un, Türk müziğinin en büyük anıtlarından biri demek istedi herhalde.’ Aslında Selim İleri’nin bu birincilik mevzuu ile ilgili kafası epey karışık. Bütün gece boyunca Sezen Aksu aklına geldiğinde, ‘Yok yok galiba bir numara Sezen’, Ajda Pekkan ile ilgili bir şey anlatırken de, ‘Yok ya, Ajda Pekkan kesin bir numara’ diye kafa karışıklığını bizle paylaştı. Sezen Aksu’nun bir numara olduğunu söylediği anlardan birinde, yaklaşık bir ay önce Yıldız Kenter’in öğrencileri tarafından yapılan bir geceyi hatırlamıştı: ‘Yıldız Kenter o gece öyle coşmuştu ki, Sezen Aksu’nun Kaybolan Yıllar şarkısını söyledi. Sezen de o gece oradaydı. Yıldız Kenter, Sezen’e, ‘Benim kaybettiğim yıllarım yok ama sen bu şarkıyı söylediğinde 16 yaşındaydın. Senin kaybettiğin yıllar için söylemeye çalıştım’ dedi. Sezen de ‘Siz bir sanatçısınız ben ise sadece bir yorumcuyum, çok güzel söylediniz’ dedi.’MARDİN KAHVESİNDEKİ ÇORBA!Böyle bir masada Neyzen Tevfik adının geçip de, rakıya ekmek doğrayıp yemesinin anlatılmaması mümkün değildir. Bizim masada da bu ritüel yerine getirildi ama yine Selim İleri’nin muhteşem bir anısı eşliğinde: ‘25 yıl önce Mardin’e gittik. Kahvehane gibi bir yere girdik, sabah çorbası içeceğiz. Baktım bir adam saydam bir suyun içine ekmek doğramış onu yiyor. Bütün ahmaklığımla, o beyefendinin içtiği çorba nedir diye sordum. Ayılmak için rakıya ekmek doğrayıp yiyor dediler.’BİR SARHOŞLUK ANISIBir ahpabımın evinden zil zurna sarhoş çıkıp, taksiye bindim. O sıra Teşvikiye’den Şişli’ye yeni taşınmıştım. Taşındığımı unutup taksiye Teşvikiye dedim. Fark ettiğimde, ben kendimi hep potansiyel suçlu hissettiğim için taksiciye, aslında Şişli’ye gidecektim diyemedim. Teşvikiye’de indim. Caminin avlusunda birkaç tur attıktan sonra, yola çıkıp taksiye bindim. Aynı taksici olduğunu fark ettim. Adamın bana bir şey sorduğu yok ama ben açıklama yapmak zorunda hissettiğim için, ‘Beni bekleyeceklerdi ama beklememişler, şimdi Şişli’ye gidelim’ dedim. Güven Kıraç Yıldırım Önal’ı oynamak istiyorGüven Kıraç, Selim İleri için ‘O benim için tahlil gücünün yüksekliği, insan ruhunun inceliklerini keşfetmesi ve anlamasıyla bir Dostoyevski’dir’ diyor. Tanışıklıkları 15 yıl öncesine, Karşı Tiyatro zamanına dayanıyor. Selim İleri’nin bu tiyatroda yönetmenlik yaptığı sırada, Güven Kıraç 22 yaşında genç bir tiyatrocuymuş. O dönemde aksilikler o kadar peşlerini bırakmıyormuş ki, o günlere ait hafızalarında geceleri rakı içip, birbirlerine moral vermeleri geliyor.Kıraç, tiyatroculuğunun yanı sıra resimle de ilgileniyor. Gittiği Fikret Mualla sergisinden o kadar etkilenmiş ki, gece boyunca Selim İleri’yi Fikret Mualla ile ilgili bir tiyatro oyunu ya da
sinema filmi için senaryo yazmaya ikna etmeye uÄŸraşıyor. Gecenin sonunda hálá bir mutabakata varamamışlardı ama ikisinin de heyecan duyduÄŸu baÅŸka bir proje daha ortaya çıktı. Selim Ä°leri, Türk sinemasının yürek burkan filmlerinde rol alan ve yine yürek burkan bir trajedi içinde hayata veda eden Yıldırım Önal ile ilgili bir senaryo yazıyor. Güven Kıraç, Yıldırım Önal’ı oynamak için büyük bir heyecan duydu. Â
button