Güncelleme Tarihi:
Aslında o bunu yaklaşık 10 yıldır yapıyor. “Yaprak Dökümü” tam beş sezon reytingleri altüst etti. Arkasından “Ezel”, “Aşk-ı Memnu” ve “Fatmagül’ün Suçu Ne” geldi. Ay Yapım’ın her sezon hedefi 12’den vuran sahibi Kerem Çatay, Forbes Türkiye’ye göre 2011-2012 sezonunun en çok kazanan dizi yapımcısı. Doğma büyüme televizyoncu. Babası Ekrem Çatay TRT’nin drama bölümünde, annesi Nedret Çatay ise çocuk bölümünde yönetmendi. 1978 doğumlu genç yapımcı, Türkiye’de televizyonculukla birlikte emeklemeye başladı denebilir. Annesi Susam Sokağı’nın yönetmenliğini yaparken, o ilkokuldaydı. Okuldan çıkınca sete gider, bazen gelmeyen çocukların yerine figüranlık yapardı. Dizi film yapımcılığında esas olan koku alma yeteneğini, gözünü anne babası sayesinde kazandığını düşünüyor. Egosantrik biri gibi görünmekten ödü patlıyor. Karşısındaki onun yerine iddialı laflar ettiğinde dahi arkasına bakmadan kaçası geliyor. Kolay kolay röportaj vermiyor ya, verdiğinde de asla kontrolü elden bırakmıyor. Çiçeği burnunda baba Kerem Çatay, “Benim işim endişe etmek” diyor.
* Madem sonunda ailenizin izinden gidip televizyoncu olacaktınız, neden Bilkent’te iktisat okudunuz?
- Onun adına ÖSYM diyorlar. Mimar Sinan’ın sınavlarına da girmiştim. İktisat okumak bana neden-sonuç ilişkisi kurma becerisi kazandırdı. Okurken değildim ama şimdi memnunum.
* Aileniz taraftar mıydı kendileri gibi televizyoncu olmanıza?
- Babamın içten içe istemediğini sezinliyordum. Çok da kolay bir meslek değil bizimkisi. İyiyken iyi ama kötüyken de çok kötü.
* İyisini ve kötüsünü tarif eder misiniz?
- Baştan sona tasarladığınız, üzerinde 1-1,5 yıl çalıştığınız, uğraştığınız bir şeyi ekranda görmek ve bunun beğenilmesi ile kıyaslanacak başka bir zevk yok. Ama bir yandan da ilk bölüm yayınlanıyor, sabah kalkınca da reyting raporları geliyor, karneni alıyorsun. Hatta artık sabaha da kalmıyor iş, izlerken sosyal medyadan tepkileri görebiliyorsun. Elindeki karneye göre o bir yılı çöpe de atabilirsin.
HER SEZON İKİ YILLIK DÜKKAN AÇIYORUM
* Anne babanız, Bilkent ve ardından ABD UCLA’daki eğitiminiz nedeniyle hayata 1-0 önden başladığınızı, başarınızı abartmamak gerektiğini düşünenler var...
- Bir sürü insana kıyasla avantajlı başlamış olabilirim. Sıfırdan başlamak nedir? Burası hepi topu yedi yıllık bir yapım şirketi. Türkiye’de büyük bir aristokrasi geleneği yok, hele bu işlerde hiç yok. Avantajımdan dolayı üzülmem mi gerek bilmiyorum. Egoya değen laflardan da korkuyorum. Bugün başarılı görülüyor olabilirim ama burası iki yıl sonra iflasın eşiğinde bir şirket de olabilir. Benim her sene yeni fikirler bulup onun tutmasını sağlamam gerekiyor. Her sene baştan dükkan açıyoruz diye düşünün. AVM açsam bir kere tuttu mu, sonraki 15 yıl rahat ederim. Kimse “Bu dükkandan sıkıldım artık kapat” demez. Oysa “Bu dizi de baydı, artık bitsin” diyebilirsiniz. Biz her diziye genelde iki yıllık diye başlarız. “Yaprak Dökümü” gibi sıra dışı durumlarda beş yıl sürebilir. Ayrıca bu, ana baba hatırına iş verilecek bir iş değil. Mutlaka daha kolay diyalog kuruyorsun ama kimse kimseye arka arkaya yaptığı iki iş kötüyse bir şans daha vermez. Çünkü o yönetici de birine hesap veriyor. Babasının oğlu olsanız izleyici beğenmedi mi beğenmiyor.
O GECE EĞLENMEM
* Nasıl geçer karne beklenen geceler?
- O geceler biraz zor. Reyting raporu sabah 10.00’da gelir. Gelene kadar uyuyabilirsen ne güzel, ama erkenden uyanırsın. Benim o günler için totemlerim vardır.
* Ne gibi totemler?
- İlk bölümü dizinin çekildiği bir mekânda izlemeyi tercih ederim mesela. O gece çok eğlenmemeye çalışırım. Ekibin eğlenmesini tercih ederim ama kendim mümkünse eğlenmeyeyim.
* Reytingler parlak gitmiyorsa kaçınca haftadan sonra paniğe kapılmaya başlarsınız?
- Oo, ben ilk haftadan başlarım. Sosyal medyadan, forumlardan nerenin gitmediğini bulmaya, direksiyonu tutmaya çalışırım. Ama bazı işi de izleyici ne yaparsan yap kabullenmez.
* Tutacak dizinin kokusunu alır mısınız?
- Bazen alır, bazen alamazsınız. Heyecanlandırıyor mu, baharatı var mı bunlar önemli. Öykü gerçek mi, ayağı yere basıyor mu, karaktere inanıyor muyum diye bakarım. “Formülünü biliyorum” diyen yalan söyler. Dünyanın hiçbir yerinde her yaptığı tutan bir yapım şirketi yok. Arka arkaya vereceğiniz üç dört yanlış karar, o şirketi sallar. Ondan sonra da hayata 1-0 önde başlamanın bir anlamı kalmaz.
* Sizi heyecanlandıracak öyküleri nerede ararsınız?
- Benim işim iyi bir öykü bulmak. Her yerde ararım, gazetelere bakarım. Sürekli biyografi ve hikâye okurum, televizyon izlerim.
* Yanıldığınız oldu mu hiç?
- Olmaz mı... Ama ben biraz ürkek bir adamımdır o anlamda. “Bu dizi var ya, çok tutacak” gibi cümleler kurmam. Dolayısıyla çok üst kata çıkıp düşmüşlüğüm yok.
HEPSİNİN NEDENİ İLKOKUL ÖĞRETMENİM
* Bu da mı totemlerinizden biri?
- Hayır, bunun biraz Ankaralılıkla ve biraz da paranoyaklıkla alakası olabilir. Ben hep korkarım. Ben hep korkayım, iyi olursa ne güzel. Bunun sürprizi daha iyi. Hepsinin nedeni ilkokul öğretmenim aslında. TED Ankara’da okudum. Sert okuldu. Hatayı sürekli kendimde aramayı öğrendim. İstanbul’a gelince aptala döndüm. Ortaokulda arkadaşlar “Derse girmeyelim bugün” diyorlardı. Ne demek derse girmeyelim? “Kantinde oturalım.” Nasıl oturursun kantinde? Adamı keserler!
* Kendinizi ne kadar Ankaralı ne kadar İstanbullu buluyorsunuz?
- Ego sahibi olmaktan korkuyorum, temkinli olmaya çalışıyorum, bu Ankaralı tarafım. Eskisine göre daha az efendi bir adam olabilirim ve bir de yeni şeyler kovalamaya alıştım, bu da İstanbullu tarafım.
* Egodan niye bu kadar korkuyorsunuz?
- Benim işimin büyük kısmı ego yönetmek. Kendin de ego olursan, sıkıntı olur. Benim işim endişe etmek, bir adım sonrasını düşünmek. Ego yanlış kararlar almama neden olabilir. Sürdürülebilir başarıyı engeller.
“BEN ÇEKSEYDİM” DEDİĞİM DİZİLER
* Türk televizyon izleyicisine neyi seyrettirmek zordur?
- Karışık kurgudan hoşlanmıyorlar. Takibi rahat olsun istiyorlar. Sonuçta bütün gün yorulmuş, televizyonun karşısına oturmuş... Paranormal hikâyeler de zor Türkiye’de.
* “Ah be, bunu ben çekmeliydim!” dediğiniz diziler var mı?
- “Öyle Bir Geçer Zaman ki”nin birinci sezonundan çok zevk almıştım. Yabancı yapımlardan “Californication”ı seviyorum. Yapamazdım, yapılamaz da o ayrı. “Lost”un ilk sezonlarını da çok sevmiştim.
* Yaptığınız işle ilgili en çok kimin yorumuna kıymet verirsiniz?
- Tanımadığım izleyicinin. Tanıdıklardan çok doğru yorumlar gelmiyor. En iyi olan, en acımasız yorum olabilir. Yakın çevreden yorumlar süzgeçten geçip, kibarlaşıp geliyor. Eşimi diziyi izlerken seyrediyorum mesela. Oturuşundan anlıyorum dizinin sarıp sarmadığını... Dizinin ilk bölümünü, yayınlanacağı kanalın yöneticilerine izletiriz önce. Karanlık salonda her birinin ne hissettiğini anlamaya çalışırım. “Yaprak Dökümü”nde yapmıştık bunu ilk kez. İzleme bitti, içerisi hâlâ karanlık ve ses çıkmıyor. Ben de önlerde oturuyorum, herkesin yüzünü göremiyorum. Alkış filan bekliyorsun ya, ses çıkmayınca ter bastı. Hiç beğenilmedi sandım. Meğerse İrfan Bey (Şahin) biraz etkilenmiş, o yüzden ses çıkaramamış. Işıklar yanıp da yüzünü görünce durumu anladım.
BABALIK ÜZERİNE (EREN TEMBEL OLMASIN)
Eren doğalı daha iki ay olmadı. Eve erken gidesim geliyor. Ama şunu gördüm; asıl top annelerde. Destek olayım diyorum ama insanüstü bir mesai var orada. Oğluma öğreteceğim ilk şey; tembel olma, başkasından bir şey bekleme, kendin uğraş. Bir de Eren iyi adam olsun isterim. Her şey olabilir ama karşısındakini düşünsün. Hızla daha egoist insanlar haline geliyoruz. Zamanın ruhu da bu belki. Karşımızdakini de düşünmemiz lazım. Mutlaka geri dönüyor çünkü. Bunun adına kul hakkı deyin, karma deyin. Başkasının hakkını yememek lazım.
BEBEK VAR KAPIYI ÇALMA
* Yapımcı Kerem Çatay değilken, ne yaparsınız? Mesela akşam 10.00’da gelip kapınızı çalsam sizi evde bulur muyum? Evde ne yapıyor olursunuz?
- Bebek var, çalmayın kapıyı. Beni evde bulursunuz ve muhtemelen senaryo okuyor olurum. Çok fantastik bir hayatım yok. Bebekten önce de fazla gezip tozan bir adam değildim.
DİZİLER KISALSIN DERKEN SAMİMİ DEĞİLİZ
Dizi sürelerinin çok uzun olduğu konusunda herkes hem fikir, ancak bu konuda hep beraber çok samimi olmadığımızı düşünüyorum. Bir adım atılacaksa, geri adım atılmalı. Reklam piyasasının yükselmesi gerekiyor. Kanallar rekabet nedeniyle daha uzun süre yayında kalmak istiyor. Oyuncuların, kamera arkasının, yapımcıların daha az paralara çalışıyor olması lazım. Kamera önü de arkası da bundan beş yıl öncesine göre daha iyi paralar kazanıyor. Ben kendi adıma işin ömrü bakımından daha kısa, başı sonu belli işler yapmaya çalışıyorum. “Aşk-ı Memnu”yu üçüncü sezona uzatabilirdik, yapmadık.
KEREM ÇATAY’DAN TARİFLER
* Türkiye’de televizyoncu olmak?
- Zor ama renkli.
* Başarılı dizi?
- Güzel hikâye, yoğun mesai.
* İdeal tatil?
- Üç saat sonra ne yapacağımı düşünmeden sıcak bir yerde iki gün durmak. Üçüncü gün telefonumla oynamaya başlıyorum. Bir hafta tatil; iki bölüm senaryo, bir bölüm montaj kaçırmak demek.
* Babalık?
- Yeni, zevkli, zor iş ama. Şu anda gaz çıkar-uyut evresindeyim. Analar çeker çileyi.
* Mutluluk?
- Sahilde eşimle yürüyüş yaparken, yaptığım diziyi izleyenler beğenince, kalabalık ailede mutlu oluyorum.
Türkiye’de iki işten herkes anlar: Teknik direktörlük ve bizim işimiz. Özellikle kamera önündeki arkadaşların bir küçük hatası üzerinde binlerce kişi tepiniyor.