Güncelleme Tarihi:
‘Beyaz Gelincik’ dizisi için Adana’da yaşamaya başlamıştı. Şimdi ‘Dila Hanım’ çekimleri için yeniden ailesiyle burada. O artık Çukurova’nın Erkan’ı. Birlikte çiftlikleri gezdik, ocakbaşı muhabbeti yaptık. Erkan Petekkaya ‘fukara cenneti’ dediği kenti anlattı.
Duygu SEDEFOĞLU
-------
Ne oldu da buraya yerleştiniz? Sadece dizi için mi?
- ‘Beyaz Gelincik’ çekilirken de iki yıl yaşamıştım. Dila Hanım başka bir şehirde çekilseydi kabul etmezdim, Adana’da çekildiği için kabul ettim. Seviyorum işte burayı! Boşuna Orhan Kemal’ler çıkmamış buralardan, enteresan bir dokusu var.
------------------------
Adım atar atmaz, ilk cümleniz neydi?
-“Çok sıcak!”… Klasik, herkesin yaşadığı bir şey. Sonra yavaş yavaş sevdim. “Nerede yaşamak istersin?” diye sorsanız, “İstanbul, İzmir, Adana” derim, başka şehirde yaşayamam… Burası, çok bereketli bir şehir, Çukurova bereketli… Ama bunu şehrin içini gezerek anlayamazsınız, etrafını, kasabasını, köylerini, deniz kıyısını, gölün kıyısı, Yılanlı Kale gibi elli bin tane yeri gezerek anlayabiliyorsunuz… Belki Adanalıdan daha çok Adana’yı biliyorum. Mesela dizide bir yer çıkıyor, “Burası neresi?” gelip bana soran Adanalılar oluyor.
----------------
İnsanları nasıl?
- Herkes özgürlüğüne, rahatına düşkün. Bu yüzden kimse kimseye karışmıyor. Bir de fukara cenneti, kimse aç kalmaz. Zaten sokaklar C vitamini dolu, adım başı turunç ağacı.
----------------------
Burada size en enteresan gelen şey?
- Şırdan! İlk önüme geldi, kamera şakası yapılıyor diye düşündüm ama değilmiş... Müthiş bir tadı var…
En sevdiğiniz mekânlar?
- Ağba Restoran… Feci güzel incik yapıyorlar. Bir de bana özel çorbaları var! Müthiş bir kemik suyu çorbası. Mesut Restoran’a, Güney Marina’ya balık yemeye gidiyorum, göl kenarındaki Onbaşılar’a gidiyorum. Manzarası çok güzel, İstanbul Boğazı gibi bir havası var.
----------------------------------------
Şırdan dışında, bu bölgenin hangi yemeklerini seviyorsunuz?
- Mumbar dolması! Ben Diyarbakırlıyım, buranın yemek kültürü ile çok da farklı değil. Burada ciğer yok o kadar.
------------------
Sabahın dördünde Büyüksaat’e gitmelisiniz!
- Tamam da en güzelini Diyarbakır’da yapıyorlar.
İstanbul’da bulamayıp Adana’da bulduğunuz şey?
- Huzur! Taşra tembelliği denen bir şey var gerçekten. İstanbul’da bakkala 20 dakikada gidiyoruz. Mesela “Abi hadi kalk gidelim şurada bir yemek yiyelim” diyorlar, “Kaç dakika sürer?” diyorum “20 dakika” diyorlar “Boş ver ya...” diyorum. İstanbul’a gidince Adana’ya gelmeyi özlüyorum.
---------------------
Buraya temelli yerleştiğiniz söyleniyor. Doğru mu?
- Yok, sadece film için buradayım... Ama doktor olsaydım, bakkal olsaydım, kapıcı olsaydım, eczacı olsaydım ya da başka bir mesleğim olsaydı Adana’da yaşardım…
----------------
Aileniz bu karara ne dedi?
- Evi İstanbul’da bıraksaydım haftada dört gün çalışıp üç gün İstanbul’a giderdim ama o dört günü ailemden ayrı geçirmek istemedim. Oğlum da burada Tarsus Amerikan’a başladı. Burada ailemi daha çok görüyorum. Oradayken aynı evin içinde 3-4 gün çocuğumu görmediğim oluyordu; her gün bir davet oluyor, bir şey çıkıyor. Kimseyi kıramıyorsun evin dışında çok zaman geçiyor.
---------------------------------
YAŞLANDIĞIMDA BURAYA YERLEŞEBİLİRİM
Adana çekimlerinde sizi en çok zorlayan sahne hangisiydi?
-Beyaz Gelincik’te ağustosun 5’inde pamuk tarlasının ortasında çekim yapmak! Çok etkilenmiştim o pamuk tarlasını görünce. Elimize aldığımız pamuğun topraktan çıktığını görmek gerçekten çok etkilemişti.
----------------
Oynadığınız dizilerde hep despot kadınlar var… Sizce Adana kadınlarının ne kadarı öyle?
-Çok Adana kadını tanımıyorum… Burada çekilen diziler toprak işi… Toprak işlerinde kadınlar güçlüdür, hanımağa’lar vardır, hatta bazı kadınlar erkeklerden de güçlüdür… Bir tebaaya hükmetmek ağırlık gerektirir. Düşünsene köyleriniz var, ne enteresan bir şey! Köyler sizin, dönümlerce toprağınız var, yüzlerce insana ekmek veriyorsunuz.
--------------------
Ağalık sistemi artık yok ama...
-Yok ama çiftçilik var. Çiftçilerin çoğu okumuş insanlar… Hatta master yapanlar, Amerika’da, Londra’da okumuş, toprağına geri gelip çiftçilik yapmış olanlar var. İstese orada kalabilir ama topraklarına sahip çıkıyor. Gidenler de asla bağlarını koparmıyor. Fiziksel olarak gitseler de beynen gidemiyor. Ben olsam ben de gidemem. Yaşlandığımda belki yerleşebilirim buraya. Düşünüyorum, buradan bir çiftlik alayım, ara sıra atlar gelirim.
---------------------
İKİNCİ ÇOCUK İÇİN ÇOK GEÇ
Yeni role girdiğiniz zaman insanlar çok çabuk adapte oluyor. Nasıl başarıyorsunuz?
- Bu işin okulunu okumanın faydası var. Mankenden de şarkıcıdan da oyuncu olur çünkü kamera bir elektrik, enerji işidir. Ama tiyatrocu herkesten olmaz… Rollerime de çalışıyorum, elime senaryoyu alıp “Haydi sete” değil.
Sizi en zorlayan rol hangisiydi?
- Ali Kaptan… Kişiliğimden çok uzak bir roldü.
----------------------
Ama çok da sevildi!
- Evet… Köpek dizisinde de öyleydi. İnsanlar sokakta “Aaa Köpek geçiyor!” diyorlardı.
Kadir İnanır benzetmeleri çok oldu. Siz de buna “Kadir İnanır taht, ben sandalyeyim” dediniz... Bu ne tevazu?
- Benim çaycıdan, dağdaki çobandan, doktordan, siyasetçiden farkım yok. Hepimizin gideceği yer belli, aynı yer. Dolayısıyla herkes işini yapıyor, benim de işim bu. Tek fark ben televizyonda iş yapıyorum. Dünya üzerinde herkes aynı bana göre, insanların en sevdiği şey patates, peynir, çay, zeytin, soğan. Herkes eşit, yediklerimiz de aynı!
-----------------------
“Havyar yiyorum” durumu yok yani...
- Havyar da şampanya
da sevmem. Egomun da şiştiğini sanmıyorum. Meslekte yavaş yavaş çıkışa geçince birkaç dostuma “Kişiliğimde bir şey olursa uyarın” dedim. “Hiçbir şey değişmedi, aynısın” diyorlar.
“Benim uğurum” dediğiniz bir şey var mı?
- Bir yüzüğüm var. Eskiden muska takardım şimdi takmıyorum. Ama yatağımın başında mutlaka duam durur. Dualara inanırım…
**************************
Evliliği nasıl tanımlarsınız?
- Zor bir şey... İnsan kendi kendiyle bile zor geçinen varlık. Hayatının 30-35 senesinden sonra biriyle aynı evde yaşıyorsun. O sendromu atlatmak zaman alıyor. Atlattıktan sonra tadından yenmiyor.
--------------------
Çocuktan önce, çocuktan sonra?
-Hiç fark etmez! O apayrı bir şey, çok önemli. İstediğiniz kadar çocuğu anlatın ama bu sevgiyi anlamak çok ayrı.
Oğlunuz Cano ile ilişkileriniz nasıl?
- 2-3 yıl öncesine kadar anneciydi. Şimdi dokuz yaşında, arkadaş gibiyiz ama babası olduğumu da hissettiriyorum. İyi bir insan olsun, kimseye kötülük yapmasın ama kendini koruyabilsin diye uğraşıyorum.
------------------------
Oyuncu olsun ister misiniz?
İstemem. Bizim işimiz çok meşakkatli ve şans işi… Doğru zamanda doğru yerde olmak, doğru proje, doğru insanlarla çalışmak... Bunlardan biri olmayınca hüsranla sonuçlanabilir. Zaten mimar olmak istiyor. Ama çocukları bilirsiniz iki-üç yılda bir değişir istekleri…
İkinci çocuk düşüncesi yok mu?
- Hayır, yeter… Ben geç evlendim. 34-35 te… 25’lerde filan evlenseydim 3-4 tane yapardım. 42 yaşındayım. Şimdi olsa 44’ te doğar, ben 54 iken o 10 olacak… 64’ken 20 olacak. Aslında yapılabilir bak!
------------------------------
“Bir gün mutlaka yapacağım!” dediğiniz bir hayaliniz var mı?
- Dünyayı gezmek istiyorum, bunun için de oğlumun büyümesini bekliyorum. Bir yıl okulunu dondurup yapacağım bunu…Bir çocuk daha yaparsak yapamam. Elim ayağım tutarken yapmak istiyorum. Mavi su hayranı bir adamım, bir de şelaleyi seviyorum…
Burada da var, Tarsus Şelalesi!
-Öyle değil! Hava ısınsın gidip, yüzeceğim ama orada da.