İki yıl öncesine kadar mücevher tezgahtarıydım

Güncelleme Tarihi:

İki yıl öncesine kadar mücevher tezgahtarıydım
Oluşturulma Tarihi: Nisan 10, 2011 00:00

2000 yılında henüz 24 yaşındayken ‘Kinyas ve Kayra’ romanını yayınladığında, hikayenin olağanüstülüğünden dolayı “Bu çocuk da kim?” dedirtti. Kullandığı dil, hayatın aydınlık değil karanlık yüzünü anlatması hiç de cici bir çocuk olmadığına delaletti. Bilboardlarda afili fotoğraflar eşliğinde reklam kampanyası yapmadı, medya maydonozu olmadı. Her türlü reklam malzemesini kullananlar imza gününde sinek avlarken, o sadece yazdıklarıyla okurlarını fethetti ve önünde kuyruklar oluştu. Edebiyatın ‘kötü’ çocuğu Hakan Günday (34), 12 Nisan’da Doğan Kitap’tan çıkacak yedinci romanı ‘Az’ ile gün sayan meraklılarının hasretine son veriyor

İnsan merak ediyor; bu yazı işinde hep mi iyiydiniz ki, bir Hakan Günday cemaati oluştu? Edebiyat öğretmenin gururla sırtına vurduğu öğrencilerden miydiniz?
- Üçüncü üniversitemdeydim ve sürükleniyordum. Önce Hacettepe Üniversitesi Fransızca mütercim, sonra Brüksel’de Siyasal Bilgiler ve oradan da Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi. Orada, beş yıl okuyup hâlâ ikinci sınıfta olunca “Ben bu işi bırakayım artık” dedim. Ama bir iş yapmam gerekiyordu. Kampüsün karşısında kıraathaneler vardı. Hemen yanında da kırtasiyeler. Kırtasiyeden bir defter ve kalem aldım. Kıraathaneye gidip oturdum ve iki ayda ilk romanım ‘Kinyas ve Kayra’yı yazdım. Ama bunu ailemden gizli yapıyor, okula gidiyor gibi çıkıyordum evden.

İyi de o kıraathanede niye pişpirik oynamadınız da yazıya başladınız? Daha önce bir merakınız mı vardı?
- Yoktu. Günlük bile yazmamış biriydim. Ama çok okurdum. Kitaplar, durdukları rafta beni etkilemek için bekleyen nesnelerdi. Özellikle de bir kitap beni öyle etkiledi ki, ben hayatı o kitapla algıladım. Louis Ferdinand’ın, ‘Gecenin Sonuna Yolculuk’ kitabı. O roman beni öylesine etkilemişti ki yıllar sürdü. Ama daha önce hiçbir şey yazmamıştım.

Bazıları kitabını yayınlatmak için ömür tüketirken sizinki şıp diye yayınlandı. Niye?
- Yayınevleriyle ilgili hiçbir bilgim yoktu. Bir kitapçıya girdim, farklı kitapları karıştırdım ve yayınevlerinin künyelerine baktım. O kitaplardan birinin adresini alırken, bir kitap bana şunu hissettirmişti; eğer böyle bir kitabı yayınlıyorlarsa, bir ihtimal benim kitabımla da ilgilenirler. O kitap Bret Easton Ellis’in ‘Amerikan Sapığı’ kitabıydı. O sırada Ankara’da oturuyordum ve bütün yayınevleri İstanbul’daydı. Bastım İstanbul’a geldim ve hepsine kitap taslağımı elden teslim ettim. Beklemeye başladım. Bir ay sonra OM Yayınevi’nden Nevzat Çelik beni aradı ve kitap yayınlandı. Nevzat Çelik gibi bir editörün kitabımı okuması ve beni anlaması benim en büyük şansımdı.

‘Kinyas ve Kayra’dan sonra, “Acaba ben bir sıkımlık atış mıyım, bu işin devamını getirebilir miyim” diye düşündüğünüz oldu mu?
- Çok edebi bir hassasiyet içinde yazmadığım için, hiçbir zaman, biter ve bunun sonu gelir diye düşünmedim. Baktım ki, yaptığım şey kabul görüyor, ondan da öte Nevzat Çelik gibi edebiyat dünyasında yeri olan biri bana “Tamam” diyor, cesaretlendim. Sonra baktım ki, bunu yaparken kendimi çok iyi hissediyorum, devam ettim. Hikaye anlatmaktan hoşlandığımı fark ettim. Eğer bundan hoşlanıyorsanız, bu zaten geçecek bir duygu değil. Hikaye arıyorsanız da zaten içine doğmuşsunuz. “Hayat” diyoruz ona.

Hayatınızı sadece yazı yazarak mı kazanıyorsunuz?
- 2-3 yıldır öyle.

Daha önce ne yapıyordunuz?
- Antalya’da mücevher tezgahtarlığı.

İnsanın hayatını sadece yazarak kazanması nasıl bir duygu?
- İşte, bir gün tezgahtarlık sonrasında anlatmasını sağlayan bir şey. Yazarlıktan hayat kazanması bırakın, hayatta kalmak bile iyi. Özellikle de, çok sayıda insanın ilgisini çeken şeyler yazmıyorsanız.

Çiçek böcek romanları değil sizinkiler. Gerçeğin yüze çarptığı daha karanlık romanlar. Depresif olmak sizin kişiliğinizin de bir parçası mı?
- Bunu anlamak için yazıyorum zaten. İnsanın kendisine seçtiği yollar neden olur? Neden bazı insanlar gün ışığının olduğu hikayelerden hoşlanır da, diğerleri daha çok gece hikayelerini sever? İnsanın, kendine bakıp da, “Neden böyle işlerle uğraşıyorum” cevabını vermesi çok zor. Ama şimdi dönüp bakıyorum ki, daima rahatsıza meyilim olmuş. Çünkü mevcut halinden rahatsız olanın, daha çok soru sorduğunu görünce, bir ihtimal belki daha çok cevap bulurum diye düşünmüşümdür. Ama yıllar sonra, o cevapların hiç gelmediğini anladım; o da ayrı bir konu. Soru nüfusu, cevap nüfusundan hep fazla kaldı. En azından sorular çoğalırsa, cevapların da çoğalma ihtimali vardır.

UZUN SÜRE TAVANA BAKARIM SONRA OTURUR İKİ AYDA YAZARIM

Nerede büyüdünüz?

- Babam diplomat olduğu için Rodos’ta doğdum. Ama oradan çok erken ayrılmışız, hiç hatırlamıyorum. Sonra Brüksel’de ortaokul dönemim var, sonra da Ankara. Hep yolculuk var yani.

Nasıl yazarsınız?
- Yazı yazmaya kıraathaneden başlayan biriyim. Ortam aramam. Her yerde, her şekilde yazarım. Ama bu, herhangi bir disipline sahip olmamı da engelliyor. Çok arzulamama rağmen, her gün kalkıp bin kelime yazayım diyenlerden olamadım. Genellikle uzun bir süre tavana ya da açıksa gökyüzüne bakarım. Sonra da oturup iki ayda yazarım.

Yazmadığınız zamanlarda ne yaparsınız?
- Dedim ya, tavana bakarım. Okurum. Etkilendiğim kitap sayısı kadar albüm ve film var. Iron Maiden’dan başlayıp, Tanju Okan’a kadar giden uzun bir müzik yolum var.

Romanlarınızı okuyanların, “Bu bir Hakan Günday romanı” diyeceği bir alamet-i farikanız var mı?
- Hayatının o güne kadar en mutluluk verici cümlesini okuduğunu düşünürken, bir saniye sonra tam tersi olduğunu fark ediyorsa, ağzının kenarındaki tebessüm donuyorsa, o ben olabilirim.

ROMANIMIN ADI ‘AZ’ ÇÜNKÜ İKİ HARF KOCA ALFABEYİ YIKIP BİRARAYA GELDİ

Yeni romanınızın adı ‘Az’ ama koruculuk, itirafçılık, sado mazo seks ilişkileri, tarikatçılık, uyuşturucu mafyalığı, yok yok. Bu kadar çokken adı niye ‘Az’?

- Bu romanın isminin ‘Az’ olmasının nedeni, iki harfin aralarındaki alfabeyi yıkıp, bir araya gelmesiyle ilgili. Bu sadece Türkçe’de olan bir şey olduğu için güzel.

Peki aradaki alfabeyi niye yıkmak istediniz?
- Çünkü bazen hiç biraraya gelemeyeceğinizi düşündüğünüz bir olay veya kişiyle engelleri aşa aşa bir araya gelebilirsiniz.

Onun için mi bu romanı akıl almaz tesadüflerle kurguladınız?
- Ben tesadüfe değil, tesadüflere insanların verdiğini anlamı önemsiyorum. Bu tesadüflerin bir iradesi var mı, yok mu? Bunu bilmek mümkün değil. Başımıza gelen, iyi ya da kötü herhangi bir işin neden geldiğini, şöyle dönüp baktığınız zaman, eğer hepsi kaydedilebiliyor olsaydı, muhtemelen ağzımızdan çıkacak kelime, “Yok artık” olurdu. Tesadüf olayını bir kurgu olarak düşünmüyorum. Bu tamamen çarpışmalar, biraraya gelmeler ve uzaklaşmalardan oluşan kaotik bir yapı.

Kitapta, sizin pek çok romanınızda öne çıkan asilik yine var. Toplumda bir işe yarama zaruriyetine, yetişkin uysallığına itiraz ediyorsunuz.
- Bir makine var ve o makinenin bir sürü parçaya ihtiyacı var. Ve biz o makineye hiç uygun doğmuyoruz. Ama sonrasında yeterince çekiç darbelerinden sonra, o makineye uygun bir hale geliyoruz ve buna “Büyümek” deniyor.

Sizin kendinizin büyüdüğünüzü hissettiğiniz bir an var mı?
- Sorumluluk hissettiğim anların yarısı o anlardandır. Muhtarlığa kayıt olduğum gün, “Bir şey yanlış gidiyor ama ne acaba” dediğim gündür.

‘Az’da karaçarşafı bir fetiş unsuru yapmışsınız. Tarikatın eve kapattığı ve her gün dayak yiyen karaçarşaflı, romanın baş kahramanı Derda, İngilizce bilmeden resimlerle karşı komşusu gay bir İngiliz’den yardım istiyor. Resimde dayak ve bir kadın bir erkek gören İngiliz, bunu yanlış anlıyor ve kadının kendisinden sado mado bir ilişki istediğini sanıyor. Böyle şeyler biraz tabudur ya, tedirgin olmadınız mı?
- E, yok çünkü bu sadece bir hikaye. Tabu da bir kelime, üstelik Türkçe bile değil. Demek ki bizimle ilgisi yok. Eğer siz, farklı kültürlerin, kendince çok emin olduğu bir duruşu ya da kavramı, karşı kültüre gösterdiği zaman, onun bambaşka türlü algılanabildiğine bir örnek vermek istiyorsanız, bunları yazmak zorundasınız. İki farklı kültürde yetişmiş kişilerin, yan yana geldiğinde birbirini ne kadar yanlış anlayabileceğine bir örnek vermek gerekiyorsa, bu romandaki hikayeleri anlatmak gerekiyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!