Güncelleme Tarihi:
Serginin adı “On the Eve” bir geçiş halini anlatıyor. Neyle neyin arasında olma halini aktardınız eserlerinizde?
Serginin teması uzama, sarkma, iki arada bir derede olma hali. Adı üzerinde “On the Eve” (Alacakaranlıkta). Bedensel olarak da, ruhsal olarak da iki ucun ortasında olma durumu. Yeni bir form alırken yaşanan değişim süreci beni etkiliyor. Eserlerimin birinde salıncak kullandım. O da bir ortada olma halini çağrıştırıyor. Ne gökyüzündesiniz, ne de yerde. Hayatın içinde de hep böyle bir varoluşşal haldeyiz zaten. Hep bir şeylerin değişmesini bekliyoruz. Geçmişle gelecek arasında sallanıyoruz. Arzularımızın, isteklerimizin peşinde yaşıyoruz. Arzu kavramı da sergi için önemli bir anahtar kelime. Arzu ve arzunun yokluğu hayatımızı şekillendiriyor. Ne zaman kendimizi kötü, hayatımızı boş ve anlamsız hissetsek içimize yerleşen bir arzu bizi harekete geçiriyor. Bedenimizi bile değiştiriyor kimi zaman arzularımız. Beden sanki içinde arzu mektubunu taşıyan bir zarf haline geliyor.
Kil, balmumu ve plastik kullanıyorsunuz. Bu malzemeleri tercih etme sebebiniz ne?
Önce kille çalışıyorum. Sonra kalıbını çıkartıyorum. Polyester ile son şekillendirme yapıyorum. Polyester insan bedeninin hatlarını rahatça ortaya çıkartan bir malzeme. En son olarak da balmumu kullanıyorum. Balmumu sayesinde kılcal damarları bile belirlemek mümkün oluyor. Balmumunu tercih etmemin bir diğer sebebi de antik çağlardan beri kullanılan bir malzeme olması. Antik Yunan ve Roma’da ölülerin balmumundan kalıplarını çıkartıyorlardı. Yani balmumu geleneksel olarak hayatı yeniden üretmek için kullanılan bir malzeme. Organik ve insanın bedensel gerçekliğini çok rahat ifade edebilmenizi sağlıyor. Çok kuvvetli bir anlatım aracı bence.
Heyellerinizi yaparken model kullanıyor musunuz?
Hayır, kullanmıyorum. İşlerimin gerçekçi olması asıl hedefim değil. Bakanların ne olduğunu anlayacağı fakat yüzde yüz gerçekliği yansıtmayan beden parçalarını tercih ediyorum. Yani ilk başıkta ne olduğunu anlamalı fakat ne kadar gerçeğe yakın olduğu üzerinden ilişkilenmemelisiniz eserlerimle. Çocukken kiliselerdeki Meryem heykellerinden çok etkilenirdim. Ruhsal travmalar da bedenimizi değiştirir. Bedenin asıl motoru zihindir.
HEM BABAMA DAİR ANILARI HEM DE KENDİMİ BULMAK İÇİN İSTANBUL’A TAŞINDIM
Kimlerden etkilenirsiniz?
Aslında heykelden çok resimden ilham alırım. Klasik Hollandalı ressamları çok severim. Bruegel ve Bosch bu isimlerin başında geliyor. Onların dışında Goya, Rembrandt ve elbette Francis Bacon’ın etkilerini görebilirsiniz.
Türkiye’de yaşamaya nasıl karar verdiniz?
2009 yılında İtalya’daki hayatımdan sıkılmıştım ve yeni bir hayat arayışındaydım. İki kişisel sergi açmıştım. Tepkiler aslında olumluydu ama istediğim gibi de değildi. Sıkışmış hissediyordum. Her zaman biraz göçebe bir hayatım oldu. Babam da heykeltraştı ve 10 yıl önce öldü. Roma’da Güzel Sanatlar Fakültesi’nden tanıdığı ve çok sevdiği bir Türk arkadaşı vardı. Heykeltraş Koray Eriş hem babamın arkadaşıydı hem de babam gibiydi benim. Ondan babamın gençliğine dair anılar dinlemek hep hoşuma gitmiştir. O dönem tesadüfen bir Türk sevgilim vardı. O İstanbul’a taşınma teklifiyle gelince kabul ettim. Bir anlamda Odisseus’un yaptığı yolculuk gibi bir yerlere ait olmak için babama doğru bir seyahate çıktım.
Kemikleşen hafızamız
İnsan bedenindeki yegane heykel formu olarak nitelediği kemikler ve derinin birlikteliğinden yola çıkan Francesco Albano (37), sosyal ve duygusal baskıların insan bedeni ile tarihsel hafızamız üzerindeki etkilerine odaklanıyor. Bedenin temel yapıtaşları olan deri ve kemik arasındaki ilişkiyle gece ve gündüz arasındaki zıtlığı özdeşleştiren Albano, bu birbirine aykırı kavramların birlikteliğinden olağandışı varlıklar yaratıyor.