Güncelleme Tarihi:
Ersin KALKAN
Sultan II. Abdülhamid döneminde çekilen fotoğrafların yer aldığı kitap, padişahın ikamet ettiği Yıldız Sarayı’nın yüksek duvarlarının ardında kimlerin ne şekilde yaşadığını su yüzüne çıkarıyor, imparatorluğun modern yüzünü gösteriyor.
Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı imparatorları içinde Kanuni Sultan Süleyman ve IV. Mehmet’ten sonra en uzun süre tahtta kalan padişahtı. 33 yıl süren bu saltanatı sırasında dünyada ve Osmanlı’da çok önemli değişimler yaşanıyordu. Avrupa’da sanayi devrimi doruk noktasındaydı. Çağının en büyük nimetlerinden biri de fotoğraf makinesiydi.
Fotoğraf 1839’da ilk defa teknik olarak tescil edilmişti. Çok iyi derecede piyano çalan Sultan Abdülhamid, amcası Sultan Abdülaziz’le birlikte çıktığı Fransa, İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan gezisi sırasında sık sık kaçıp tiyatro ve opera izlemeye gitmiş ve bu yolculuk sırasında fotoğraf makinesini keşfetmişti. Tahta çıkar çıkmaz ilk yaptığı iş Yıldız Sarayı bünyesinde bir fotoğrafhane açtırmak olmuş ve bu merkezin etrafına o dönemde Osmanlı mülkünde yaşayan en önemli fotoğraf ustalarını toplamıştı.
Sultan adına fotoğrafları çekenler, “Saray Fotoğrafçısı” unvanının verildiği sınırlı sayıda sanatçıydı. Osmanlı’da fotoğraf sanatına öncülük eden ve Cumhuriyet kuşağını hazırlayan Abdülhamid’in “Saray Fotoğrafçıları” içinde şu isimler yer alıyordu: Abdullah Frères (Abdullah Biraderler) olarak tanınan Kevork, Hovsep ve Viken adındaki üç Ermeni kardeş fotoğrafçı, Yunan asıllı Vassilaki Kargopulo ve oğlu Cleomene Kargopulo, Ermeni kökenli Boğos Tarkulyan, Ali Sami Bahriyeli, Stüdyo Yervant, Kirkor ve Artin adlarında üç Ermeni kardeş tarafından kurulan Gülmez Kardeşler.
DIŞARIYA AÇILAN KAPI
Bu fotoğrafçıların imparatorluk sınırlarında ve dünyanın dört bir yanında çektikleri kareler, Yıldız’daki fotoğrafhanede toplanarak dünyanın en geniş koleksiyonlarından birini oluşturmuştu.
1807 ile kendisinin tahta oturduğu 1876 yılları arasında padişahlık yapan 6 sultandan üçünün öldürülmüş olmasından dolayı, saltanat yıllarında Yıldız Sarayı’nın yüksek duvarları dışına pek çıkmayan Abdülhamid için fotoğraf, dış dünyayı izlemek açısından en önemli araçlardan biriydi. İşte söz konusu koleksiyon böyle ortaya çıkmıştı. Cumhuriyetin kuruluşunun ardından bu koleksiyon İstanbul Üniversitesi’nde muhafaza edilmeye başlanmıştı. 911 albüm ve 36 bin 535 fotoğraftan oluşan koleksiyonda dünyanın belli başlı saraylarının, endüstri binalarının, müzelerin, kütüphanelerin, şehirlerdeki bulvarların, sokakların, meydanların, çiçeklerin, kuşların fotoğrafları yer alıyordu.
Kültür AŞ Yayınları, bu albümden, “Sultan II. Abdülhamid’in Arşivi İstanbul Fotoğrafları”, “Sultan II. Abdülhamid’in Arşivinden Dünya” ve son olarak “Sultan II. Abdülhamid’in Aile Albümü” adında üç kitap yayınladı. Bu arşivin günümüze kadar gelmesini sağlayan isim Prof. Dr. Nurhan Atasoy. Atasoy’un, İstanbul Üniversitesi’nden mezun olup akademik yaşama adım attığında ilk uğradığı yerlerden biri ise üniversitenin Nadir Eserler Bölümü olmuş. Bahsi geçen Abdülhamid arşivinin korunduğu bu bölümde 1964’ten 1970’e kadar fotoğraflar üzerine çalışıp onların birer kopyasını çekmiş, tasnif etmiş, ciltlerin arasına karton koruyucular koyarak yıpranmalarını önlemiş ve bu arşivi önce Türkiye’ye sonra da uluslararası akademik çevrelere tanıtmış.
SON MODA KIYAFETLER
Albüm Yıldız Sarayı’ndaki Yeni Köşk’ten çekilmiş dört fotoğrafla açılıyor. Suda yüzen kayıklar, kuğular, ördekler, binbir çeşit ağaç ve çiçekler... Ardından Limonluk Köşkü ve Şale Kasrı’nın dışını ve iç mekanlarını görüyoruz. Salonlar, koridorlar, kış bahçesi, küçük mabeyin, ziyafet odası, merasim dairesi ve silahhane... İlk fotoğrafta sarayın bahçesinde toplanmış ve şehzadelerle birlikte sünnet edilmeyi bekleyen yoksul çocukların görüntüsü var. Hemen bu karenin karşısında saraya davet edilen bir tiyatro grubunun iki üyesinin Don Kişot ve Sancho Panza kıyafetleriyle verdikleri poz yer alıyor. Ardından şehzadelerin ve sultanların fotoğraflarını görüyoruz.
Şehzadeler, redingotlar, fraklar, zarif gömlekler, kravat ve papyonlar, pırıl pırıl parlayan iskarpinlerle çok şıklar. Emine, Zekiye, Nazime, Esma ve Naime Sultanlar ise şehzadelerden daha özenli ve çağa uygun kıyafetler içinde. Erkeklerin elinde kitap, kızlarınkinde ise yelpazeler... Başları açık olan sultanların giysileri, tamamen devrin modasına uygun. Yıldız Sarayı’ndaki verandalarda, derelerin üzerindeki köprülerde, stüdyo ortamını andıran mekanlarda çekilmiş olan bu kareler, Sultan Abdülhamid’in aile yaşamı hakkında çok sayıda ipucu veriyor. Aile bireylerinin tamamının modaya uygun giyindiğini görüyoruz. Saraydaki iç mekanlarda bulunan büyük vazolar, masalar, çatal-kaşık takımları, piyanolar, kemanlar Avrupa saraylarını andırıyor.
DÜNYANIN EN ESKİ TAPUSU GİBİ
Albümlerdeki fotoğraflar sanki dün çekilmiş kadar canlı ve net. Kitabın girişinde bir önsöz kaleme alan Prof. Dr. Atasoy, bunun sırrını ve albümdeki fotoğrafların önemini şöyle açıklıyor: “Bunun sebebi, fotoğrafların büyük ebatta bir cama çekilmiş olmasıdır. Panaromik resimlerde, eski gravür sanatçılarının kullandıkları yerler ve açılardan çekilmiş fotoğraflar mevcuttur. Ayrıca Osmanlı topraklarına ait fotoğraflarda imparatorluğun modern bir devlet olduğunu yansıtmak gibi bir kaygı göze çarpıyor. Her ne kadar bir kısmı yabancı fotoğrafçılar tarafından çekilse de herkes Sultan II. Abdülhamid’in bu yönde bir isteği olduğunun farkında... Sultan II. Abdülhamid döneminde çekilen bu fotoğraflar, sadece İstanbul ya da Osmanlı topraklarının değil tüm dünyanın en eski tapusu niteliğindedir.”