İhsan Yılmaz: Mürekkebi Kurumadan

Güncelleme Tarihi:

İhsan Yılmaz: Mürekkebi Kurumadan
Oluşturulma Tarihi: Kasım 25, 2005 00:00

Bitik

Mehmet Anıl Can Yayınları

Romana adını veren Bitik, bir sokak köpeği ve tesadüfen dahil oluyor hikayeye. O sadece dinleyici. Klasik tabiriyle burjuva sınıfının bunalımları üzerine kurulu bir roman bu. Bir gün bir film seyreden ve sonrasında hayatı değişen ya da kayan Adem’le tanışın önce. Adem’in izlediği ve etkilendiği film Nehrin İki Yakası’dır ve başrollerinde Carole Bouquet ve Gerard Depardieu oynamaktadır. Karısının değerini, onu kaybettikten sonra anlayan bir adamın hikayesidir bu. 51 yaşında, babasından kalan fabrikayı yöneten Adem, hayatının yarısından çoğunun boşa geçtiğini fark eder birden. Oysa bir erkeğin hayatını anlamlandıran tek şeydir aşk. Başka kadınlara aşık olmayı dener önce ama bir türlü başaramaz. Film gelir aklına. Eğer eşi onun bulacağı ve onaylayacağı biriyle fazla ileri gitmeden flört ederse kıskançlık duygusuyla birlikte aşk da kendiliğinden çıkıp gelecektir. Ve başlar eşinin kendisini aldatması için aday aramaya... Her şeyi ince ince hesaplar ama bu tür denklemler bir insanın üzerinde uygulanabilir mi dersiniz? İşte bütün bu olup biteni baştan sona Bitik’e anlatıyor Adem. Hem de bir çöp yığınının tepesinde, kokuşmuş olan her şeye, başta kendi hayatına gönderme yaparcasına.

Acının Antropolojisi

David le Breton Çev. İsmail Yerguz Sel Yayıncılık

‘Kaç Eyüb şaşkına döner sabrımızdan’ demişti şair Gülten Akın, acıyla sınanan Hz. Eyüb’ün yaşadıklarını hatırlatarak. Evet, bire bir ilişkidir insanoğlunun acıyla ilişkisi ama zamana ve topluma göre farklı anlamlar taşıyabilir. Daha önce Yürüyüşe Övgü ile yürümenin felsefesini yapan David le Breton bu kez beden antropolojisinde acıyı inceliyor. ‘Acı insanı kendisinden koparması ve sınırlarıyla yüz yüze getirmesi anlamında kutsal bir yaradır’ diyen yazar, tıptan dinler tarihine, farklı kültürlerden modern zamanlara kadar acının algılanış ve yaşanış şekillerini anlatıyor. Örneğin eski dönemlerde Hristiyanlar acıyı Hz. İsa’nın kurban edilmesi dolayısıyla bir yükümlülük, bir borç olarak yaşarlardı. Yani çekilen her acı, bir sevgi kanıtı, bir ibadetti. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kerbela’yı anmak için kendilerini zincirlerle döverek kan revan içinde bırakan Şiiler’in törenlerini getirin gözünüzün önüne. Durup dururken bir insan kendine zarar verebilir mi başka türlü? Tıbba göre de ağrı hastalığın ilk işaretidir. Tedavi görüp acılarından kurtulan kişi yaşamın ne kadar da güzel olduğunu anlamaz mı bir kez daha? Bir de mazohizm var ki ona hiç girmeyelim... David Le Breton bizim acısız arabesk tartışmalarını öğrense olaya nasıl bir yorum getirirdi onu merak ettim ben? Acı var mı acı...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!