Huysuz İhtiyar

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 09, 1998 00:00

Yüz bin yıl önce, yüz bin yıl sonra!..Alacakaranlıkta uyandım. Mağarada postumu ararken ip gibi bir şeye bastım. Ayağımın altından ‘‘Miyyaak!’’ diye bir ses yükseldi. Korkuyla zıplayıp duvara dayalı pampalodunu kaptım. Yarı karanlıkta, tüylü bir mahluk ateş gibi parlayan öfkeli gözlerle bana bakıp kendi dilinde küfürler ediyordu. Kafasına vurmak için pompaladunumu kaldırdım ama eşim kolumu tuttu.‘‘Hona hunk, nuha nuh!’’Yani, dokunma o benim dedi.‘‘Hoba nu bu?’’‘‘Mırkav!.. Yani kedi.’’‘‘Kedi de ne, yenir mi?’’‘‘Hayır, o bizim dostumuz.’’‘‘Ama demin benim ayağımı yemeğe kalktı!’’‘‘Yok canım, sen onun kuyruğuna basınca o da can havliyle senin topuğunu ısırdı. Hem ben kucağıma alınca o, bana mır mır diye şarkı söylüyor.’’‘‘Sana kuş alayım. O, daha güzel şarkı söyler. At bu pisi mağaradan!’’‘‘Olmaz, o beni seviyor!’’Kuyruklu ve tüylü pis hayvan, lafın tam burasında kucağına atlayıp eşimin elini yüzünü yalamaya başladı. Bana da dönüp pis pis sırıttı. Bir dinozor gibi homurdanarak mağaramdan çıktım. Küçük yavru mamutuma atlayıp işe giderken, eşim muz koparmak için çarşıya çıkınca o pis sopakuyruğun icabına bakmaya karar verdim.*Yolda yine yüzlerce mamut kazası vardı. Daha iki ayağı üstüne kalkıp yürümesini bile öğrenememiş bir sürü nobokıro, en pahalı mamutlardan alıp birbirlerinin üstüne sürerek çarpışmışlardı. Hatta, bu daracık yolda dinozor kullanmaya kalkan görmemişler bile vardı. Bu nobokırolar çok uzun kollu, kısa bacaklı, dar alınlı ve basık kafalıdırlar. Tüyleri gözlerinin altından başlar. Yani, daha tüyleri dökülmemiştir. Post giyip giymedikleri bile belli olmaz. Ağızlarında 50-60 tane sivri diş vardır. Karınları doyunca, pompalodunlarını ağaç kütüklerine vurup gürültü çıkarmaya bayılırlar. Daha çok sevinince mızraklarını havaya atarlar. Düşen mızraklarda onun bunun tepesine saplanır. Avdan dönenlerin kafasına vurup avlarını ellerinden aldıkları için ve yasak ormandan sarhoş edici zom çiçeği tozu getirip sattıkları için çok zengindirler. Hepsinin üç, dört mağarası ve karısı vardır. Kalabalık dolaştıklarından ve kabile şeflerine rüşvet olarak sülün, keçi budu ve de parlak sarı taş verdikleri için onlara kimse dokunamaz.*İşyerine geldiğim zaman Köşetaşbaş Yazarımız'ın haber kayasına ‘‘Kukuna hor hor!..’’ Yani Kabile Şefimiz uyuyor mu?'' diye yazdığını gördüm.Bana, yazının altına koca göbekli uyuyan bir adam çizmemi söyledi. ‘‘Adamın burnuna da sinekler konsun’’ dedi. Ben de ona ‘‘Kelebek konsa olmaz mı?’’ diye sordum. Hayırr efendim, olmazmış. Kelebek başka bir organa konarmış, buruna asla konmazmış. Bu defaki sanat tartışmamız epeyce uzun sürdü. Aslında bu sanat tartışmasını birkaç dakika içinde kolayca bitirebilirdim. Çünkü, Köşetaşbaş Yazarımız çok ufak tefek bir adamdı. Ama onun pompalodunu iki tane olduğundan ve maaşım olan 8 devekuşu yumurtasını 4 taneye indireceğini söylemesinden sonra ben de göbekli adamın burnuna sinek çizdim. Bu Köşetaşbaş Yazarları çok tutucu oluyorlar ve sanattan anlamıyorlar. Güneş Tanrısı Cız, emrindeki diğer taşyazarların yardımcısı olsun.*Akşamüstü, yorgun argın mağarama döndüm. Meşaleyi yakacak takatim bile kalmamıştı. Köşedeki pöstekimin üstüne düşer gibi oturunca altımdan bir ciyaklama koptu ve sivri bir şeyler postumu delip kaba etlerime battı. Can havliyle de yerimden fırlayınca bu kez kafamı mağaramın tavanına çarptım. Şimdi hem tepem, hem dibim acıyordu. O aşşağılık kılkuyruklu hayvan, sırtını ve tüylerini kabartmış bana hıslayıp tıslıyordu. Demek ki üstüne oturmuştum. Ama bu pisin benim pöstekimin üstünde ne işi vardı?.. Şen şakrak ve sevgi dolu bir sesle,‘‘Huncuuum, evde misin?.. Huuu!..’’diye birkaç kere seslendim. Eşimden ses çıkmayınca pompalodunumla kedinin kafasına vurdum. Sonra, aklıma Köşetaşbaş Yazarım gelince kaçarken bir tane de kıçına vurdum.*Ben, kedinin peşinde koştururken dışarda kıyamet koptu. İnsanlar, feryat figan bağırıyor gırtlaklanır gibi çığlıklar atıyorlardı. Belli ki bizim kabileye düşman saldırmıştı. Pompalodunumu atıp taştan yonttuğum mızrağımı kaptığım gibi mağaramdan fırladım. Bir sürü adam, toz duman içinde birbirlerini tekmeleyip duruyor, seyredenler ise öfkeli çığlıklar atıyordu. Ama ortada düşman filan yoktu. Tekmeleşenlerin hepsi bizim kabiledendi. Ne olduğunu sordum; Çocuğun biri, boş bir keçi postunu üfleyip şişirmiş ve ağzını bağlamış. Kabile adamları da yere vurulunca zıplayan bu keçi postunu görünce başlamışlar keyifle tekmelemeye!.. Ortalık ana baba gününe dönmüş. Gerçekten çok zevkli bir itiş kakış oluyordu. Ben de dayanamayıp aralarına daldım. Önümden geçen posta sıska bacaklarımla birkaç tekme patlattım. Seyredenler,‘‘Vur!.. Vuur!..’’diye bağırınca hızımı alamayıp mağara komşum Ziyaroto'ya da birkaç tekme salladım. O da benim gözüme yumruk attı. Diğer komşum Caferento da Ziyaroto'nun boğazını sıktı. Zaten Ziyaroto, ayı postu giydiği için formasının rengi sarıydı. Halbuki biz, Kapkara maymun postu giyiyorduk. Yani, ‘‘Yaşasın Karalaar!.. Sarılara ölüümm!..’’ Bu ara seyredenler arasındaki sarılarla karalar da birbirlerini dövmeye başladılar. Ayakta tek adam kalmayıp kabile halkı, kırık dökük bir halde yere serilince şenlik de bitti. Oramız buramız fena halde acıyordu ama çok eğlenmiştik doğrusu!..Şişkoluktan ve tıknefeslikten yerinden kımıldayamadığı için bu eğlenceye katılamamış biri, oturduğu yerden‘‘Bizim kabile keçi tepiğinden anlamıyor... Dört-dört-iki yerine üç-beş- bir dizilmeyi akıl etseniz, libero boşluğunu sol kanat tepikçisini ortaya kaydırarak doldurup sağ yan ortalarla sonuca gitmeliydiniz’’ dedi. Biz de hiçbir şey anlamadığımız için yattığımız yerden şişkoya saygıyla bakıp çok doğru gibisinden kafalarımızı salladık. Yalnız, apış arasına birkaç tekme yediği için yanımda öfkeyle inleyen biri,‘‘Hattir lan su aygırı!..’’diyerek şişman bilgicin kafasına taş attı. O da ‘‘Basıntaş özgürlüğüne saldırı vaar!.. Kabile şefimiz uyuyor mu?.’’''diye çığlık atmaya başladı. Ben de‘‘Evet uyuyor, burnuna kelebek bile konuyor!..’’ diye bağırırken gözüm bizim Köşetaşbaş Yazarı'na ilişti. Dişlerimin arasından‘‘Kelebek değil canım, sinek konuyor!..’’ dedim.O sırada sarı kürklü, sarı saçlı, mavi gözlü ve bol pembe etli biri gelip kara postlu tıfıl bir delikanlıya ‘‘Sarı post giyersen sana son motel bir mamut, iki geyik butu ve 10 tevekusu yumurtası verrim te be kızan!..’’dedi. Oğlan da‘‘Parlak sarı 20 de taş isterim!’’diye tutturunca ağzındaki yuvarlanmış koca bir yaprağı tüttüren sarı postlu adam ‘‘Pekiy!..’’ deyip bizim kara postlu oğlanı gördü. Ben de‘‘Arkadaşlar, takım aşkı ve ahkamı bozuldu. Bu herifler, gelecek tepişmede bizim suyumuzu çıkaracaklar. Şimdiden aramızda mal toplayalım da şu sarı postlu Ziyoroto'yu bizim karalara alalım. Benden iki devekuşu yumurtası!..’’dedim. Kabilenin en fakiri ihtiyar Pogo da‘‘Benden de 2 inek!..’’diye bağırdı.*Nihayet, kabile şefi seçimi geldi çattı. Biz, kabilemizin en akıllı adamını gayet adil bir biçimde seçerdik. Adaylar, sıra ile birbirlerinin kafalarına pompalodunla vururlardı. En son, kim ayakta kalırsa o, şef seçilmiş olurdu. Çünkü, sağlam akıl sağlam kafada bulunurdu. Ama bu seçim biraz değişik oldu. Daha ilk pompalodun vuruşunda cavlağı çekeceği pek belli olan sıska bir aday, bir taşın üstüne sıçradı.‘‘Eyy, şehit kanlarıyla sulanmış memleketimin fakir kabilesii!.. Beni seçerseniz vergi indirimi yapıp sizi fakirlikten kurtaracağım. Mahpuslara af çıkaracağım!..’’diye bağırmaya başladı. Doğrusu çok yanık ve içli konuşuyordu. Belki de çalılıkta çıkan o küçük ve kırmızı isotlardan yemişti. Bizler de sevinç gözyaşları içinde vergiden kurtulacağız ve affedileceğiz diye pompalodun denemesinden vazgeçip sıskayı kabile şefi seçtik. Seçimden sonra toplanıp konuşmaya başladık.‘‘Acep vergi dediği şey nedir?’’‘‘Ne bileyim, ben de sen biliyorsun sanmıştım.’’‘‘Yahu, bizim mahpushanemiz yok ki, mahpusumuz olsun!.. Adam kimi affedecek?..’’‘‘Ama herif
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!