Oluşturulma Tarihi: Nisan 26, 1998 00:00
İzzet Bey'lerin salonunun ışığı yandı. İzzet Bey, iri bedenine ve fıçı gibi göbeğine rağmen kıvrıla büküle, bir yılan sessizliği içinde salona süzüldü. Salon kapısını hiç ses çıkarmadan milim milim kapattı. Pijamasının içine elini sokup, ötesini berisini uzun uzun kaşıdıktan sonra televizyonu açtı. Televizyonda, ikimizin de en sevdiği program olan Playboy programı vardı. İzzet Bey, bir sigara yaktı ve dumanını kocaman memelerini sallayan ekrandaki sarışına doğru keyifle üfledi.*Tam o sırada, Teoman Bey'lerin evinin önünde bir taksi durdu. Arabadan Teoman Bey indi. Daha doğrusu şoför, çeke ite Teoman Bey'i arabadan çıkardı. Sonra da, gazlayıp gitti. Teoman Bey, düşmemek için yapıştığı bahçe parmaklıklarından beş dakikada ayrılabildi. Bir 5 dakika kadar da, homurdanarak anahtarlarını aradı. Her zamanki gibi önce bizim evin kapısını açmaya çalıştı, sonra nasıl akıl ettiyse, kendi evinin karşı sırada olduğunu anımsayıp, düşe kalka evine yollandı.*O sırada, Hilal Apartmanı'nın üçüncü katına bir hafta önce taşınan taze gelin Ceyda, kırmızı dekolte geceliğiyle salona girdi. Şaşkın şaşkın çevresine bakındı.‘‘Serdar neredesin... Serdaaar!..’’Diye seslendi. Onun haberi yoktu, ama ben biliyordum. Serdar, kapının arkasına saklanmıştı. Sonra, arkadan yavaşça sokulup Ceyda'nın üstüne atladı. Yeni evliler biraz boğuştuktan sonra da, düşüp görünmez oldular. Görünmüyorlardı ama, halının üstünde elaleme karşı ne halt ettiklerini tahmin ediyordum.*İzzet Bey'lerin evinde kıyamet koptu. Sabriye Hanım, salona öyle hızlı dalmıştı ki, İzzet Bey uzaktan kumanda aletine uzanıp Playboy kanalını değiştirecek zaman bulamamıştı. Sabriye Hanım, kocasının burnunun dibine dikildi. İzzet Bey, oturmakta olduğu için kocasıyla aynı boyda olabiliyordu. İhanete uğramış kadınların yaman öfkesiyle, açtı ağzını, yumdu gözünü... On dakika kadar dursuz duraksız bıraktı. Arada bir pijamasının yakasına yapışıp, kendinden dört misli irilikteki adamı masa örtüsü gibi silkeliyordu. İzzet Bey'cik, ufalıp büzülüp, oturduğu koltuğun kenar aralığına kaçacak hale gelmişti. Bir iki kere,‘‘Ama Sabriye'ciğim... Dur, bir dakika izah edeyim...’’Gibisinden söze başlayacak oldu, Sabriye Hanım, iki kulağına birden yapışıp İzzet Bey'in kafasını koltuğun arkalığına vurmaya başlayınca, bir daha ağzını açmadı. Sonunda kadın ağlayarak, salondan çıktı. İzzet Bey de, yalvar yakar peşine takıldı.*Tabii, Teoman Bey'lerde de kıyamet kopmaktaydı. Eşi Serap Hanım, eve yine sarhoş geldiği için kocasına biraz takaza edecek olmuştu. Teoman Bey de, mutfakta eline ne geçerse duvarlara fırlatıp kırıyordu. Hatta, bir ara elindeki tava ile karısının poposuna vurdu. Bana kalırsa, kafasına vurmak istemişti, ama iki karış boyuyla dev gibi kadının kafasına erişememişti.*Yeni evliler, yuvarlandıkları yerden hala doğrulamamışlardı. Bunlar da, işin suyunu çıkardılar artık. Her işin bir sırası vardır, bu çiftin ne gecesi, ne gündüzü ne de öğleden sonraları belli... Dikine yaşamayı bir türlü beceremiyorlar, hep yatay durumdalar.*İzzet Bey, parmaklarının ucuna basarak, tekrar salona girdi. Anlaşılan Sabriye Hanım, zıplaya zıplaya bağırmaktan yorgun düşmüş, uyumuştu. İzzet Bey, yine de kapattığı kapının arkasına bir sandalye dayadı. Bir sigara yakıp Playboy kanalını açtı. Teoman Bey, don ve atletle mutfakta oturmuş, acıklı bir şarkı söylüyordu. Acıklı olduğunu şarkıyı söylerken salya sümük ağlamasından anlıyordum. Serap Hanım ise, kocasına meze hazırlamaktaydı. Çünkü, Teoman Bey son bir yolluk içeceğim diye tutturmuştu. Yolluk rakısını da kocaman bir su bardağına doldurmuştu. Tabii boru mu bu?.. Teoman Bey, ta yatak odasına kadar gidecekti. Aslında, yolluğu Serap Hanım'ın içmesi gerekti... Çünkü, Teoman Bey'de değil yatak odasına, mutfak kapısına bile gidebilecek bir hal yoktu. Serap Hanım, onu yine kucağına alıp yatak odasına götürüp yatıracaktı.*O sırada arkamdan eşim Tolga'nın sesini duydum. Odaya girdiğini fark etmemiştim bile...‘‘Geceyarısı bu karanlık odada ne yapıyorsun?’’‘‘Ben mi?.. Hiiç, uykum kaçtı da, bahçedeki kuşları seyrediyordum.’’‘‘Yine neler uyduruyorsun?,, Sende tavuk karası var. Bu karanlıkta kuşu değil, kamyonu bile göremezsin. Hem o elindeki ne?..’’‘‘Ha bu muu?.. Hiç canım. Küçücük bir dürbün.’’‘‘Ne küçüğü, bunun biraz daha büyüğüne teleskop diyorlar. Hem o dürbünü nereden buldun?..’’‘‘Bu benim değil, oğlanın.’’‘‘Uydurma. Seyit'in dürbünü filan yoktu.’’‘‘Yoktu ama, artık var. Geçen hafta oğluma bir dürbün alayım da sevinsin çocuk dedim. Zaten, epeydir çocuğa bir dürbün almamıştım. Bunun rengini çok beğenince, dayanamayıp aldım. Bilirsin, dürbünler hep siyah olur. Ama bu kırmızı... Oğlan bayılacak!..’’‘‘Yine neler saçmalıyorsun!.. Oğlan bayılmayacak, çünkü o askerde. Ancak sekiz ay sonra gelecek.’’‘‘İyi ya, dönünce hoş bir sürprizle karşılaşacak. Aaa, ne güzel, kırmızı bir dürbün... Çok teşekkür ederim babacığım diyecek!..’’‘‘Bence, sen röntgenciliğe mi başladın babacığım diyecek. Bu yaştan sonra konu komşuyu dikizlemeye utanmıyor musun?.. Hem bu dürbünün parasını nereden buldun?’’‘‘Biriktirmiştim. Bilirsin, tutumlu adamımdır.’’‘‘Tevekkili değil, bizim bakkal 'Abla sıkıştım, 25 milyona çok ihtiyacım var' deyip duruyor, ben de adam borç istiyor sanıyordum.’’‘‘Ben o kalleşe gösteririm. Sana söylemesin diye kırk kere tembih etmiştim. Hem 25 milyon değil, 23 milyondu. Dolandırıcı herif n'olacak!..’’‘‘Senin yüzünden bu evden taşınacağım vallahi. Beni bütün mahalleye rezil ettin, artık sokağa çıkacak yüzüm kalmadı.’’‘‘Sen de abartıyorsun artık... Ben ne yapıyorum ki?..’’‘‘Ne yapmıyorsun ki!.. Kızlara sarkıntılık bile ediyorsun.’’‘‘Tövbee!.. Allah adamı kuru iftiradan korusun.’’‘‘Daha dün, Cahide Hanım'ın kızına, 'Niye hep pantolon giyiyorsun da, mini etek giymiyorsun?' diye tutturmuşsun.’’‘‘Ben onu kızın iyiliği için söyledim. Erkek gibi pantolon ve postalla dolaşa dolaşa evde kalacak.’’‘‘Şimdi de başımıza bu röntgencilik belasını çıkardın. Komşulardan biri bir gün fark edip polis çağıracak. Ben de sordukları zaman, 'Kocam şu anda röntgencilikten hapiste, onun için karikatürleri çıkmıyor’ mu diyeceğim. Allah'ım ben ne günah işledim ki, bu yaşta başıma bunlar geliyor!..''‘‘Eee!.. Ne yapayım yani?.. Marangozluk yasak, aşçılık yasak, senin hanım misafirlerinin arasına oturup ayıpçı fıkra anlatmam yasak!.. Yarım şişeden fazla içki içmek de yasak... Ne yapayım yani, oturup örgü mü öreyim?.. Hem ben kötü niyetle değil, komşuların bir yardıma ihtiyaçları olur diye evleri seyrediyorum. Örneğin, dün baktım Lale Hanım'ın şekeri bitmiş. Kadın, elinde çay fincanı, mutfakta dört dönüyor. Hemen şeker koşturdum. Lale Hanım, şekere ihtiyacı olduğunu nereden bildiğimi sorunca, ben de içime doğdu dedim. Şimdi, benim bir ermiş olduğuma inanıyor. Sen hep komşularımızı ihmal ediyoruz diye yakınmıyor muydun?.. Eğer, bu gece Teoman Bey karısını dövmeye biraz daha devam etseydi, hemen koşup engel olacaktım.’’‘‘Ay, o minik adam 90 kiloluk kadını mı dövdü?..’’‘‘Tabii, hem de tavayla... Karısının yarısı kadar ama, ne de olsa erkek kuvveti var adamda.’’‘‘Serap Hanım, onu paralar!..’’‘‘Bence, Teoman Bey'i dövmeyi sabaha bıraktı. Çünkü, sarhoşken dövünce adam hiçbir şey anımsamıyormuş. İzzet Bey de karısına ya bulaşık makinesi ya da fritöz alacak.’’‘‘Niye?..’’‘‘Barışmak için. Çünkü Sabriye Hanım onu Playboy kanalı seyrederken yakaladı. Yeni evli Serdar'ı da bu hafta işten atacaklar.’’‘‘Niye atsınlar, işe başlayalı daha iki ay olmadı.’’‘‘Tabii, sadece son yirmi günde, işi dört kere kırdı. Yarın da uyanıp gidemeyecek, edecek beş... Haftada üç gün işe geleni genellikle atarlar.’’*Bu sabah kalktığımda, her yeri aramama rağmen kırmızı dürbünümü bulamadım. Ama, masanın üstüne epeydir kayıp olan küçük çekicim, tornavida takımım, çivi ve vida kutularım, kerpeten, bir şişe tentirtüyot ve de pamuk bırakılmıştı. Tabii, elektrikli matkap ve elektrikli teste
button