Bir arkadaş toplantısında, bazen bir sofrada, bazen bir sinemanın fuayesinde, hatta bir dükkanın soyunma kabininde Hürriyet’te çalıştığımı bilen birileri yaklaşır ve tarifi zor bir bilgiçlikle fısıldar: "Sizin orada vazifeli birileri var."
Bu ne demek şimdi? Büyük ve karanlık bir planı hayata geçirmek için her gün toplanan, o yönde manşetler atan gazeteciler! Bir deccal ve çevresinde dönen kanatlı, uzun burunlu, ateşten mızraklı, duruma göre kılıçtan keskin kuyruklu yardımcıları! Uzun bir masa etrafında buluşan karanlık şövalyeler!
Beşinci kattaki masamdan kalkıp olay yerine, yani yazı işlerinin bulunduğu ikinci kattaki toplantı odasına giderken kafamda, Hürriyet’e dışarıdan bakanların aklından geçen bu fikirler vardı. Saçma ve uçuk olduklarını bilmeme rağmen asansördeki o birkaç saniye "Ulan" dedim, "hadi bu deccal atmasyon olsun ama ya vazifeli şövalyeler?!" Ya varsa böyle bir şey. Huylanmamak elde değil.
DEĞİŞMEZ İKİ TEMEL UNSUR
New York Times’ın birinci sayfa toplantısı akşamüstü 4’te başlıyor, bizimki daha erken.
Saat 14.30 ve masa hakikaten de upuzun. Eyvah!
Ortada, bilgisayarın bağlı olduğu dev ekranın tam karşısında yayın koordinatörü Fikret Ercan oturuyor.
Bir yandan mouse’la Hürriyet’in birinci sayfasına girecek fotoğrafları seçiyor, bir yandan da önündeki kağıdın tam ortasına Hürriyet’in logosunu çiziyor ve bana dönüp anlatıyor: "Birinci sayfanın değişmeyen iki temel unsuru var. Biri logo, diğeri de başyazar Oktay Ekşi’nin köşesinin yeri. Önce onları yerleştirerek işe başlarız." Bu sırada yazı işleri müdürleri yavaş yavaş masadaki yerlerini alıyorlar. Fikret Bey’in solunda Tufan Türenç, Emre İskeçeli ve yeni
haber koordinatörümüz Eyüp Can oturuyor. Masanın karşısında Necdet Açan, Bülent Mumay, Doğaner Gönen, Arif Dizdaroğlu ve Necdet Doğan var. Fikret Bey’in sağında oturan Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi’nin toplantıya kravatsız gelmesiyle ilgili klasik esprisini patlatıyor: "Bu kravatsızlık işini çözdünüz Oktay Bey, çok iyi oldu." Oktay Bey’den cevap: "Evet iyi oldu, kravatı atmamla ikoncan fenomenini de anlamaya başladım. Öyle sanıyorum en azından." İskeçeli araya girip uyarıyor: "Aman Oktay Bey, dikkat! İkoncanlara filan girmeyin, yoksa Ezgi, başyazarın yazmadıkları diye döktürebilir."
ÖZKÖK, SEINFELD VE JOEY KARIŞIMIToplantı, Özkök’ün deyimiyle lacivert takım elbiseli adamların gri gündeminden, yani siyasetten uzak bir yerden başlıyor. Necdet Doğan, "Bu bölüm neşelidir çünkü hepimiz konu üstünde kolayca mutabık kalırız" diye aydınlatıyor. Özkök, ekranda dönen fotoğraflara bakarken "Dur bakayım Fiko, hemen geçme, kimmiş bu?" dediğinde fikir birliği sağlanan konunun birinci sayfanın sağ üst köşesine konulacak güzel kadın fotoğrafı olduğunu anladım tabii. Ve o günkü güzelin ekranda belirmesiyle otomatik olarak geyik muhabbetinin de başladığını.
Özkök’ün sıkça "Hürriyet bazen bir sit-com setidir" dediği kadar var. Pos bıyıklarını düzeltmekle meşgul olan Doğaner Gönen’in telefonu
Beşiktaş marşı şeklinde çalmaya başlayınca, mevzu çok sevilen futbol geyiğine sapıyor. Emre, "Beşiktaş’ı üç büyüklerden mi kabul ediyoruz artık" diye ortalığı kızıştırıyor. Koyu Beşiktaşlı Fikret Bey’in asla kabul edemeyeceği bir espri bu: "Ne biçim konuşuyorsunuz oğlum!"
Latif Demirci’nin o günkü karikatürüne bakarak önündeki kağıda aynısını çizmeye çalışan Tufan Türenç’e, Necdet Açan eski bir Gırgır dergisi klişesine gönderme yaparak takılıyor: "Abi lütfen gereksiz taramalardan kaçınalım." Tufan Bey her zamanki sessizliğini koruyor.
Özkök, bu sit-com’u hem Jerry Seinfeld gibi yönetiyor hem de Friends dizisindeki Joey karakteri gibi hızlandırıyor: "Oktay Bey, sizin 25 metreden vurduğunuz devekuşu yumurtası mıydı?"
Mesajı alan yazı işleri masası ateşe körükle gidiyor: "Oktay Bey, galiba size gözleriniz iyi görmüyor, ancak devekuşu yumurtası vurabilir demek istiyor!"
Oktay Bey’den son derece ciddi cevap: "Ne münasebet! Getirin güvercin yumurtasını bile vururum. İcap ederse, daha da uzaktan."
Özkök, artık masadaki herkesin malumu olan bu espriyi sürdürmeye bayılıyor. Biz de şovu izliyoruz. "Peki Oktay Bey, neyle vuruyorsunuz?" "Havalı tüfek!" "Havalı tüfek mi? Ohoo, bu durumda karizma dağıldı."
HER ŞEYİ ANLAMADIM AMA OLSUNAbsürdlüğüyle Samuel Beckett’i bile kıskandıracak bir tiyatro metnine dönüşen bu tür diyaloglardan daha çok var. Ama paylaşmamayı tercih ederim. Çünkü bir kısmının yazılmasını istemediler, bir kısmını da, acı ama gerçek, ben anlamadım. Sanırım onlar gibi espriyi havada kapmak, iskemleleri geriye doğru yaslayarak kahkahayı basmak için bu kulübün asil üyesi olmak lazım. Bu arada onların ne kadar eğlendiğini, birbirleriyle ve kendileriyle dalga geçebildiğini görmek bir sürpriz. Hiç de sandığım gibi sıkıcı değillermiş! Fikret Bey, "Bunlar saçma sapan konuşuyor da gazete nasıl çıkıyor diye bakıyorsun değil mi?" dedi bana dönerek.
Aslında çözmüştüm: Bu geyik, bu espriler, biraz ders başlamadan çalan teneffüs ziline benziyor. Ya da ağırlık kaldırmadan yenilmesi tavsiye edilen, tadı güzel bir protein barı gibi onlar için. Bu molaya ihtiyaçları var, belli ki böyle şarj oluyorlar.
BUGÜN NE DEMEK İSTİYORUZ
Ertuğrul Bey’in "Arkadaşlar, hadi" sözü bir işaret fişeği. Artık geyiği toparlamak lazım, elde ne haberler var görelim: Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kilitlenmiş durumda. Apo, İmralı’dan konuşuyor. Bir turist İstiklal Caddesi’nde bıçaklanmış. Zamanında Michael Jackson’ın saçı yanmış. İnsanın DNA’sı bildiğimiz gibi değilmiş. Hakimin biri tacize uğramış kıza garip sorular sormuş. Ergenekon’un üçüncü iddianamesi yayınlanmış. Bu arada yurtdışı yayınlar müdürümüz Bülent Mumay’ın elinde Almanya’dan özel bir haber; Türk-Alman dayanışmasına iyi bir örnek olarak görülebilecek bir hikaye.
|
ÖZKÖK'Ü İKNA ETMEK KOLAY MI |
Manşet nasıl çıkar, birinci sayfa nasıl yapılır anlatıyorlar: "Sayfanın bir dengesi vardır.
Magazin olacak, mümkünse bir sağlık haberi, bir dış haber. Manşeti özel haberimizden çıkarmaya gayret gösteririz. Ya da diğer gazetelerin de önüne gelen bir habere tamamen farklı bir yerinden bakmaya, dikkatten kaçabilecek bir detayı büyütmeye çalışırız. Bazen bir fotoğraftır manşet, bazen kaydadeğer birinin ağzından çıkan tek bir cümle. Birinci sayfa Hürriyet’in vitrinidir. O gün ne demek istiyoruz, nasıl görünüyoruz birinci sayfa anlatır."
Manşetin ne olacağına karar vermeleri yarım saati buluyor. Önce üç haber üstünde tartışıyorlar, sonra ikiye iniyor, en son birinde karar kılıyorlar. Ama bu demek değil ki manşet o haberdir. Bir kere Ertuğrul Bey’in ikna edilmesi gerekiyor. Kesinlikle despot bir genel yayın yönetmeni değil Özkök. Zarif bir otoritesi var ama. İkna olabilirim, sizi dinliyorum, anlatın hissini veriyor. Dinliyor da, ama bu demek değil ki her zaman ikna edilebiliyor. "Arkadaşlar ben bu haberde açımızı net olarak göremiyorum" dedi mi içine sinmemiştir. Oradan, yani genel yayın yönetmeninin okeylemediği o noktadan başa dönebiliyorlar. Alınma gocunma yok. Üç haber, iki haber diye silbaştan, eleyerek gidiyorlar. En öylesine halleriyle buldukları başlık bile hasbelkader yerleşmiyor sayfaya. En gayriciddi tonda ortaya atılan fikrin bile bir ciddiyeti ve manası oluyor aslında. Çünkü biliyorlar ki Hürriyet’in kendinden menkul bir değiştirme gücü, bir insanı ya da bir olayı başlatma ve bitirme kabiliyeti var.
MANŞETİ HÜRRİYET ATAR
Bu uzun masanın çevresinde oturan müdürlerin ve editörlerin kendilerine ait farklı hayat görüşleri ve alışkanlıkları, birbirine uymayan siyasi tandansları olduğu çok açık. Aynı habere biri "Bu ne dangalaklıktır" derken, diğeri "Neden abi, bir de şöyle düşün" diye karşı çıkabiliyor. Güzelliği ve başarısı da burada herhalde. Sinirleniyorlar, diretiyorlar, bazen vazgeçiyor bazen uğraşmaya devam ediyorlar. Ama sonuçta her gün bu odadan bir tane sayfa, bir tane manşet çıkıyor. Hürriyet’in, yazı işleri masasının tek ve yekpare bir fikri olmasa da, kendisi var. Fikret Bey’in söylediği gibi değişmez temel unsuru olan o logo, bütün görüşlerin ve inançların üstünde, sayfanın orta yerinde duruyor. Gördüğüm kadarıyla Hürriyet’in yazı işleri derin planları olan karanlık şövalyelerden oluşmuyor. Etrafa ateş saçmıyorlar ama sıradan insanlar da değiller. Bu ülkeyle ve gazetecilikle ilgili az insanda rastlanacak tecrübeleri var. Ve yine anladığım kadarıyla gazeteyi onlar böyle yapıyor, yani eğlenerek. Manşeti de genelde Hürriyet’in kendisi atıyor.
DURDUK YERDE BU FİKİR NEREDEN ÇIKTI?New York Times’tan Alan Feuer, Rooms-Odalar diye bir dizi hazırlıyor. New York’ta hayatın akışını değiştiren, kapıları halka kapalı, önemli kararların alındığı odalar olduğu varsayımı üstüne kurmuş diziyi. Bu oda bazen valinin, bazen bir sirk sahibinin, bazen hapishane müdürünün odası oluyor. Geçtiğimiz haftalarda konu, Times’ın birinci sayfasının yapıldığı yazı işleri odasıydı. Yazının başlığı da "Saat 4’te dünyanın fotoğrafı." Feuer’in bu yazısı bize ilham verdi ve Hürriyet’in yazı işleri toplantısını anlatmaya karar verdik.
YAZI İŞLERİ EN’LERİNİ BELİRLEDİERTUĞRUL ÖZKÖK’E GÖRE
En fırlama: Benim
En romantik: Emre İskeçeli
En renkli gece hayatı: Fikret Ercan
En itirazcı: Necdet Doğan
En freak: Bülent Mumay
ARİF DİZDAROĞLU’NA GÖREEn gezgin: Ertuğrul Özkök
En hayvansever: Doğaner Gönen
En feminist: Yok
FİKRET ERCAN’A GÖREEn seksi: Özkök
En geyikçi: Özkök
En iyi başlık bulan: Özkök
DOĞANER GÖNEN’E GÖREEn mutlu: Tufan Türenç
En tevekkül sahibi: Oktay Ekşi
En şaşırtanı: Ertuğrul Özkök
TUFAN TÜRENÇ’E GÖREEn hüzünlü toplantı: Büyük bir haber atladığımız günkü toplantılardır. Kimsede konuşacak hal kalmaz. Hepimiz dut yemiş bülbüle döneriz.
En neşeli toplantı: Keyiflerin yerinde olduğu, yani öteki gazetelerin canına okuduğumuz günlerdeki toplantılardır. Şamata gırgır birbirini kovalar.
En gergin toplantılar: Haber yüzünden birbirimizle hırlaştığımız toplantılardır. Toplantıdan çıkınca ise her şey eskiye döner.
OKTAY EKŞİ’NİN YZİ’YLE İLGİLİEn çok değiştirmek istediği şey: Yok
En sevdiği şey: Dostça ve rahat atmosferi
En çok güldüğü şey: O günün esprisi ve esprili haberi
EMRE İSKEÇELİ’YE GÖREEn çok eleştiren: Necdet Doğan
En ateşli: Doğaner Gönen
En iyi spot yazan: Ertuğrul Özkök
NECDET AÇAN’A GÖREEn duygusal: Ertuğrul Özkök
En doğrucu: Necdet Doğan
En heyecanlı: Habere göre değişir
BÜLENT MUMAY’A GÖREEn şık: Fikret Ercan
En cool: Oktay Ekşi
En kadınların gözdesi: Ertuğrul Özkök
EYÜP CAN’A GÖREEn belgeci: Necdet Doğan
En ısrarcı: Necdet Açan
En sakin: Fikret Ercan
NECDET DOĞAN’A GÖREEn çok tekrarlanan espri: Oktay Bey’in yumurtayı kaç metreden vurduğu
En her kafadan bir sesin çıktığı an: Futbol
En kolay mutabık kalınan konu: Birinci sayfa güzeli