Güncelleme Tarihi:
Akşam 17.00 ile 19.00 arasında İstanbul’da Zincirlikuyu’dan metrobüse binenlere günlük bir ödül verilmeli. Her kapı açıldığında ciddi bir arbede yaşanıyor. Ben de bu karmaşaya iş çıkışı katılıyorum. Çoğu zaman ‘Bunu kaldıramayacağım’ deyip en az bir saat daha ofiste oturuyorum ama bu her zaman mümkün olmuyor.
İş biter bitmez o karmaşada olmam gereken bir günün sonunda duraktayım. Kartımı basıp sıra olduğunu tahmin ettiğim yere geçtim. Bastonum önümde bir topuğa dokundu hafifçe. “Burası mı sıranın sonu” dedim. Arkasına dönen kişi beni tanıyormuş, başladık sohbete. Biz konuşurken sıra biraz ilerledi. Arkamdan yanaşan biri kulağımın dibinde bağırarak “Siz öne geçin, engellisiniz” dedi. Dönüp “Teşekkür ederim, iyiyim böyle. Sadece bir durak gideceğim. En son bineyim çünkü inmek binmekten daha zor” dedim. Affedersiniz, bir sonraki durakta kapı açılınca dışarıda bekleyenler üzerimden geçiyorlar.
Döndüm diğer yol arkadaşıma. Bu kez öndeki arkadaşa “Beyefendiyi öne geçir” dedi. Tekrar itiraz ettim ama bu kez kendi çekmeye başladı ve bir köşeye bindirildim. Kızgınlığım yok ama yardım ederken istisnalar hariç benim ne istediğim sorulmuyor. Kapı kapanır kapanmaz omzumda yeni bir el belirdi: “Şurası boş, geçin oturun…” “Çok teşekkürler, şimdi ineceğim” desem de elimden çekilerek oturtuldum.
Bir keresinde verilen yere ısrarla oturmadığım için şoför müdahale edip “İstemiyor işte, oturmayacak” deyince tartışma çıkmıştı. 3 dakikada durağıma varıp indim, onlar hâlâ tartışıyordu. İyi niyetli bir toplumuz, buna gönülden inanıyorum ama çok az dinleyen bir toplumuz, bu da bir gerçek.
Mecidiyeköy’deki üstgeçit merdivenlerini çıkarken durdum ve kafamda bir daha yaşadım olanları ve biraz da suçlu hissettim kendimi… Sanki bu olaylara ben sebep oluyormuşum gibi bir duygu... Sadece 3 dakikalık bir yolculukta böyle bir tartışma yaşandı. Her gün bu 3 dakika gibi anlar yaşanacaksa bu ömür bizi çok hızlı yıpratır…