Güncelleme Tarihi:
Gün içinde çok sık atıştırmak, geceleri soluğu buzdolabının başında almak, yiyecekleri bir ödül gibi kullanmak, acıkmadan, tıkınırcasına çok yemek... Bunlardan bazıları size tanıdık geliyor mu? Prof. Dr. Feyzullah Ersöz bu tip alışkanlıklara sahip kişilerin kilo almaya daha yatkın olduğunu söylüyor.
Dünyada ve ülkemizde hasta sayısı her geçen gün artan, büyük bir soruna dönüşen obeziteyi hem ameliyatla hem de ameliyat dışı yöntemlerle tedavi eden Prof. Dr. Ersöz’ün, Epsilon Yayınları’ndan ‘Diyet Değil Dieta’ adlı kitabı çıktı. ‘Beslenme düzeni’ anlamına gelen ‘dieta’ kelimesinin zaman içinde nasıl anlam değiştirdiğinden yola çıkan Ersöz, kişinin kendi metabolizmasını göz önüne alarak, formül ya da liste olmadan en doğru beslenme düzenini nasıl bulacağını anlatıyor.
İşin bir de psikoloji boyutu var. Bunu da fazla kiloları çok kafaya taktığımızı söyleyen psikolog Dr. Feyza Bayraktar şöyle açıklıyor: “Kilo verme hedefini hayatının merkezine koymadan, günlük olağan akışında bu süreci yönetmek, herhangi bir sağlık probleminden dolayı hekim önermedikçe çok sıkı diyetler yapmamak, sürdürülebilir yeme davranışlarını ve egzersizi hayatına sokmak önemli.”
Her iki uzmandan kilo vermek için yaptığımız yanlışları ve bakış açımızı değiştirebilecek tüyoları öğrendik...
‘Hayatın merkezine kilo vermeyi koyan kişi, kilo verince hedefsiz kalacağı için farkında olmadan bu süreci sabote edebilir’
Psk. Dr. Feyza Bayraktar
* Kilo vermeyi zorlaştıran pek çok psikolojik etken var. Örneğin, kısa zamanda çok kilo kaybetme arzusu kişinin kendini fazlasıyla kısıtlamasına, sonra bu kısıtlamadan bunalıp çok fazla yemesine sebep oluyor. Diyet kelimesi de kısıtlamayla özdeşleştiriliyor. Diyete başlamak sürekli öteleniyor ve ‘Nasıl olsa uzun süre yiyemeyeceğim’ diyerek kişi öncesinde daha da fazla kilo alıyor.
* ‘Motive olmayı beklemek’ kilo verme sürecine girmeyi erteletiyor. İnsanlarda gerçekdışı bir ‘motive olmayı bekleme’ durumu var. Motivasyon gelmedikçe kilo alma süreci devam ediyor, verilecek kilo miktarı arttıkça da ‘Yolum uzun, bir noktada vazgeçeceğim zaten’ düşüncesi oluşuyor, aynı düzen devam ediyor.
* Kilo vermeyi zorlaştıran en önemli etken, yeme bozuklukları yani psikolojik kökenli problemler. Bunların tedavisinde psikolojik destek şart. Duygusal yeme, kişinin fiziken tok olmasına rağmen zorlayıcı duygular karşısında (can sıkıntısı, üzüntü, gerginlik gibi) yemek yemeye yönelmesi ve bu davranışın zamanla alışkanlık haline gelmesidir.
Tıkınırcasına yeme bozukluğuysa kişinin kısa zamanda normal öğünde yediğinden çok daha fazlasını, canı acıyıncaya kadar herkesten gizli yemesi, sonrasında da suçluluk ve pişmanlık hissetmesidir.
* Kişinin kilo verme hedefini hayatının merkezine koyması ve hayatı yaşamayı kilo verdikten sonraki döneme ertelemesi de süreci zorlaştıran bir diğer etken. Kilo verdikten sonra alışveriş yapmak -bu yüzden sürekli aynı kıyafetleri giymek- gibi... Sürekli kilo vermeyi beklemek ve bu yüzden hayatın monotonlaşması, duygu durumunu olumsuz yönde etkiler. Ayrıca kilo verme hedefinin hayatın merkezinde olması, kişinin kilo vermeye dair üzerinde yoğun baskı hissetmesine sebep olur. Kişi kilo vermekle ilgili düşündükçe yemek ister ve fazla yer.
* Öte yandan hayatın merkezine kilo vermeyi koyan kişi çoğu zaman hedefini gerçekleştirdiğinde hedefsiz kalacağı için farkında olmadan bu süreci sabote edebilir.
* İnsanın çevresi tarafından kilosu üzerinden eleştirilmesi de kilo verme sürecini olumsuz etkiler.
* Kilo verme sürecini hayatın olağan akışında yönetmek, herhangi bir sağlık probleminden dolayı hekim önermedikçe çok sıkı diyetler yapmamak, sürdürülebilir yeme davranışlarını ve egzersizi hayatına sokmak önemli. Örneğin, her gün 1 saat değil de en azından
15 dakika yürümek gibi...
Karnınız mı aç duygularınız mı?
Metabolik cerrahi uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Ersöz
*Kişinin kendine uygun beslenme düzeni, uygun sorulara makul cevaplar bulmasıyla mümkün. Örneğin, karnınız açken mi yiyorsunuz, yoksa duygularınız açken mi? Bu sorunun doğru cevabını bulduğunuzda bile kendinize uygun bir beslenme düzeni kurabilirsiniz.
* Yiyip içtiğiniz besinlerin kabataslak da olsa niteliğini, yani karbonhidrat, protein ve yağ oranlarını bilmeniz, gereksiz kalori almanızı engeller. Örneğin; badem, fındık, ceviz, ay çekirdeği gibi kuruyemişlerden yaklaşık 100 gram yediğinizde ortalama 600 kalori alırsınız. Doygunluk hissetmezsiniz ama kilo alırsınız. Oysa bunun yerine 100 gram derisiz tavuk eti yediğinizde 100-150 kalori alır ve doygun hissedersiniz. Bunun asıl nedeni kuruyemişlerin kolay sindirilip hızla mideyi terk etmesi, tavuk etininse daha zor bir sindirim sürecinden dolayı midede uzun süre kalmasıdır.
* Gözlemlerime göre yapılan en önemli hata çok sık yeme alışkanlığı, yani sürekli bir şeyler atıştırıp durmak. Bu da vücuda sürekli bir kalori akışı ve sindirim hormonlarının sürekli aktif kalması demek.Tıpkı yorulan kaslarımızın dinlenmeye ihtiyacı olduğu gibi sindirim sistemimizin de dinlenmeye, sakin çalışmaya ihtiyacı var.
* Yiyecekleri bütün değil de saflaştırılmış şekilde tüketmek kilo almaya yol açan önemli bir hatadır. Örneğin, bir portakal yemek yerine dört-beş portakalın suyunu sıkıp içmek gibi... Bu durumda kişi hem doygunluk hissetmez hem de bir portakalın beş katı kalori almış olur. Meyveyi bütün olarak yemediği için mahrum kaldığı posa, antioksidan, vitaminlerden söz etmiyorum bile.
* Başka önemli bir hata da insanların hızla kilo vermek için bilimsel dayanağı olmayan iddialara inanmaları. Örneğin, bir danışanıma üç ay boyunca sadece elma yemesi telkin edilmiş, kendisi de bunu uygulamış; hem mental hem de fiziksel sağlığı çok kötü etkilenmişti.