Güncelleme Tarihi:
Şortuma da başörtüme de karışma! (Melis Alphan yazdı)
Kadın hakları mücadelesinin kahramanları bu yıl, gündemi her daim meşgul eden kadın cinayetleri, cinsel saldırılar ve hak gasplarının yanı sıra kendileri üzerinden laik ve modern topluma yönelik saldırılarla da epeyce uğraştılar. Yine de pes etmediler.
Ülkemizde erkek şiddeti hiç mi hiç azalmıyor. Bilakis, artışta. Hatta bu şiddet geçen yıllardan farklı olarak 2017’de kendine daha farklı alanlar da buldu. Öldürülen kadınlara, taciz ve tecavüze uğrayan kadınlara, bir de ‘yaşam tarzına saldırılan’ kadınların istatistikleri eklendi. Şort giydi diye, sokakta sigara içti diye, sevgilisini öptü diye saldırıya uğrayan kadınlar oldu. Kadınlara yönelik suçlar sıklıkla cezasızlıkla ödüllendirildi, yargı tarafından erkekler sıklıkla sırtları sıvazlanıp gönderildi.
Yaş, kimlik, sınıf ayırt etmeden
Kadınlar bu şiddet ve adaletsizlik sarmalında debelenip dururken, diğer kadınlar hemcinslerinin yaşadıklarını görmezden gelmediler, susup pusmadılar; seslerini her zamankinden daha gür çıkardılar. Ayşegül Terzi için, Ebru Tireli için, Melisa Sağlam için, Canan Kaymakçı için... Kıyafetleri bahane edilerek saldırıya uğrayan tüm kadınlar için... Kadınlara sağlanmayan adalet için... İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere memleketin pek çok yerinde kadınlar hemcinsleri için birleşti ve “Artık yeter! Kıyafetime karışma!” diye haykırdı.
Bu yaz, ‘Kıyafetime Karışma’ eylemlerinde binlerce kadın “İstediğimizi giyer, istediğimizi yaparız”, “Ne istersek giyeriz, her yerde de gezeriz”, “Kadınlar birleşin mücadele büyüdü”, “Direne direne kazanacağız” yazılı pankartları gökyüzünde salladılar. “Şortuma da başörtüme de karışma” dediler. Yaş, kimlik, sınıf ayırt etmeksizin her kesimden kadına ses oldular.
Bir kısım medyanın bu eylemleri ‘derin provokasyon’ diyerek bu eylemleri kaos planının, algı operasyonunun bir parçası ilan etmesine, bu kadın dayanışmasını Siverek’te Atatürk heykeline saldıran sarıklı adamla bağdaştırma çabasına aldırış etmeksizin, kadınlar hakları ve tüm kadınlara özgürlük için sokakları doldurdu. Hemcinsleri ne zaman bir saldırıya, tacize uğrasa orada bittiler. Kıyafeti yüzünden güvenlikçinin Maçka Demokrasi Parkı’ndan atmaya çalıştığı Çağla Köse’nin sesine ses olmak için davullarla, düdüklerle parka akın ettiler.
Piknik örtülerini ve yiyeceklerini kapıp ‘istedikleri kıyafeti giymek’ şartıyla parkta buluştular. Dilek ağacına “Kadınların kıyafetine karışılmayan bir dünya olsun’ dileklerini astılar; siyasetçilere “Ellerinizi bizim üzerimizden çekin” diye seslendiler; “Türbanlı çocuklarımızın okullara alınmamasına da karşıydık, şimdi kızlarımız şort giyiyor diye müdahale edilmesine de karşıyız. Herkes için özgürlük” diyerek kadınların kıyafetleri üzerinden siyaset yapılmasının önünü tıkadılar. Zaman içinde ‘Kıyafetime karışma’ eylemleri ’Kadın Meclisleri’ne evrildi. Sessiz kalacakları bir saldırının yarın daha büyük bir tehdit olarak geri döneceğinin bilinciyle onlara dayatılan ‘fıtrat’a ve yaşam tarzına, her türlü hak gaspına, cinsel şiddet ve kadın cinayetlerine karşı bir araya geldiler. Ne kadar farklı düşünürlerse düşünsünler, ne kadar farklı yaşarlarsa yaşasınlar, Kadın Meclislerinde eşitler olarak yer almaya karar verdiler. Herkesin eşit söz hakkının olduğu fikrini tartışmaya açabildiği, itiraz edebildiği, her üyesi ‘özne’ olan meclisler. Ne de olsa onlar aynı zamanda ‘özne olma’ mücadelesi verenler.
Evde, sokakta, iş hayatında kadınların sadece kadın oldukları için maruz kaldıkları ayrımcılıklara beraber karşı durmak için, “Sorunların öznesi biz isek çözen de biz olmalıyız” yaklaşımıyla tüm kadınları dayanışmaya çağırdılar. “Şort mu giymek istiyoruz, giyeceğiz!” dediler... “Boşanmak mı istiyoruz, boşanacağız. Çalışmak mı istiyoruz, çalışacağız. Bize çizilen alanın içinde kalmayacağız. Harem selamlık tecrit uygulamalarına izin vermeyeceğiz. Kız çocuklarının kocaya itaat eden kadınlar olarak yetişmesine izin vermeyeceğiz, kendi kararlarını veren bireyler olarak yetişmelerinin önünü açacağız!”
Velhasılıkelam...
Kadın hakları mücadelesinin kahramanları bu yıl, gündemi her daim meşgul eden kadın cinayetleri, cinsel saldırılar ve hak gasplarının yanı sıra kendileri üzerinden laik ve modern topluma yönelik saldırılarla da epeyce uğraştılar. Yine de pes etmediler. İnatla, sabırla ve derin öfkelerine rağmen büyük bir nezaketle haykırdılar: “Karışamazsınız, karıştırmayız!”
İyilik hep kazanır (Yücel Sönmez yazdı)
Zorluklar karşısında bir araya gelme, umutta ve kederde birbirine kenetlenme, kafa kafaya verip sorun çözme... En güzel hallerimizi, ‘Kuyu Köpek’i kurtarmaya çalışırken hatırladık.
‘Kuyu Köpek’, bu yılın Şubat ayında, Beykoz’da düştüğü 61 metrelik kör kuyunun içinden 13 gün süren çaba sonucunda kurtarıldı. (Kurtarılma öyküsünün detaylarını 18.02.2017 tarihli Hürriyet Pazar’da okuyucuyla paylaşmıştık). Ancak bu sadece bir köpeğin kuyudan kurtarılma macerası değildi. Fedakârca çalışan itfaiyeciler, Zonguldak’tan koşup gelen madenciler, üç saatte kurtarma robotu yapacak kadar zeki, geç haberdar oldukları için de vicdan azabı çekecek kadar vicdanlı, 16-17 yaşındaki geleceğimizin teminatı dâhilerle tanıştık.
Sıfırın altındaki havaya, yerlerin bilekleri aşan çamuruna, uykusuzluğa ve yorgunlukla birlikte saatlerce süren çalışmaların bir sonuca varamamasının verdiği gerginliğe rağmen herkesin birbirinin fikrine önem verdiğine, aynı duygular etrafında kenetlendiğine, yorulanın yerine yaş farkı gözetmeksizin başka birinin geçtiğine şahit olduk. Kuyu’yla birlikte kuyudan özlemini duyduğumuz birlik beraberlik, kenetlenme, kendi gibi olan ya da olmayan canlılara saygı ve geleceğe dair umut da çıktı. Ortak bir amaç uğruna kim neyi varsa ortaya koydu 13 gün boyunca.
13’üncü günün sonunda ‘Kuyu Köpek’ kuyudan çıkmakla kalmadı, bizi kısa bir süreliğine de olsa gömüldüğümüz karanlıktan da çıkardı. Birlikte bekledik, endişelendik; birlikte umutlanıp birlikte sevindik ve bu duyguyu ne kadar özlediğimizi fark ettik. Kuyu’nun masum ve savunmasız bakışlarında bir araya geldik. Kutuplaşmış bir toplumda kimlik siyasetinden çıkıp günlük sorunlarımızı konuşmaya hasret olduğumuzu fark ettik. Kuyu’nun böyle bir kapı araladığını gördük. Nefret ve kinin değil, merhamet, sevgi ve saygının insanları bir araya getirerek sorunları çözdüğünü hatırladık...
Bir bebek gibi köpeklerini sarıp sarmalayarak Kuyu’ya moral olsun diye kurtarma çalışmalarına desteğe gelenlerde, hayvanlarla yaşamanın hayatımızı nasıl da güzelleştirdiğini gördük. Sorunları çözmede farklılıklarımızla bir arada olmanın kıymetini anladık. Bu, biraz da ‘Kuyu Köpek’in bize yeniden hatırlattıklarının hikâyesiydi...
Ancak ölmüş gibi olan insanlar haksızlığa karşı durmaz
Geçen temmuzda, Isparta Yalvaç’ta, evinin önündeki ağacını kesilmiş bulduktan sonra, sırtlanarak belediyeye hesap sormaya giden 71 yaşındaki Melahat Peker, hem yaptığı hem de söyledikleriyle bize ders veren kahramanlardandı. Şu sözler Hürriyet Pazar’da Yücel Sönmez’le sohbetinden: “Sanki ölen bir insanı sırtlamış gibiydim. Çok canım yandı, çok ağladım. İnsan haklı olduğunu bildiğinde korkar mı hiç, korkmadım. Haksızlığa tahammülüm yok. Ancak ölmüş gibi olan insanlar, haksızlık karşısında bir şey yapmaz.”