Güncelleme Tarihi:
Ortadoğu’daki gerilim dünya gündemindeki ağırlığını iyiden iyiye arttırdı bu hafta. Yaklaşan ABD seçimleri, Pasifik’te yaşanması muhtemel olaylar, Rusya-Ukrayna arasındaki savaşla bir arada düşünülünce sanki gittikçe bir şiddet sarmalının içine çekiliyoruz. Ortadoğu üzerine makaleleriyle tanınan Deniz Tanside ‘potansiyel çılgınlıklar’a dikkat çekiyor...
◊ Hamas’ın 7 Ekim saldırısının birinci yılı yarın. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, hangi dönüm noktalarına vurgu yaparsınız?
Çeşitli tahminler var, bunları kanıtlamak mümkün değil ama İsrail’in 7 Ekim saldırılarını önceden bildiği iddia ediliyor. Ancak şunu söyleyebiliriz: İsrail bu saldırıları kendi politikaları için kullandı. Sormamız gereken şu: 7 Ekim’de bu saldırılar yaşanmasaydı İsrail harekete geçmeyecek miydi? Bence İsrail beklediği fırsatı bulmuş oldu. Zaten deyim
yerindeyse İsrail bu bölgede ABD’nin taşeronluğunu yapıyor. 1991 ve 2003’teki Körfez savaşlarıyla Irak, 2011’de sözde Arap Baharı’nın ülkeye yansımasıyla Suriye… Burada bir vakum etkisi oluştu, devlet kalmadı. ABD’nin deyişiyle ‘kontrol edilebilir istikrarsızlık alanları’…
◊ Üst akıl olarak ABD’yi işaret ediyorsunuz. Peki, kasımdaki seçimler Ortadoğu’daki süreci nasıl etkileyecek.
Çok ilginç bir durum var. ABD’deki seçim kampanyasındaki en büyük yarış şu: Kim daha fazla İsrail’den yana? Tabii Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile daha özel bir ilişkisi var. Hatta Trump başkanlığının son döneminde İbrahim Anlaşmaları’nı gündeme getirdi, Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı olarak kabul etti, Kudüs’ün tamamını İsrail’in başkenti olarak tanıdı. Eğer siyasi ömrü yetseydi Batı Şeria’yı da İsrail toprağı olarak kabul edecekti. Biden’la ne kadar yakın diye sorabilirsiniz. Ancak yönetimlerden bağımsız olarak İsrail ve ABD stratejik ortaklar. 5 Kasım seçimlerinden 20 Ocak’taki yemin törenine dek sürecek boşluk döneminde İsrail dünya barışını tehlikeye atacak, bölgesel bir savaşı tetikleyecek çılgınlıklar yapabilir. Çok karamsar bir tablo çizmek istemem ama bu potansiyele de bir biliminsanı olarak dikkat çekmek isterim.
‘Fırsat bu fırsat’ der mi?
◊ Stratejik ortak olmalarına rağmen İsrail’in ABD’yi isteği dışında sürükleyeceği bir durumdan mı bahsediyorsunuz?
Bu da stratejilerinin bir uzantısı. Netanyahu ‘fırsat bu fırsat’ diyerek bu boşluk döneminden yararlanmak isteyebilir. Aslında her şey istedikleri gibi gidiyor. Bölgede devlet olarak bir tek İran kaldı. Onun durumu da ortada.
◊ İsrail ile İran arasındaki gelişmelerin nasıl seyretmesini bekliyorsunuz?
İran’ın son saldırısı bir önceki gibi olmadı. Hava üslerine zarar verildi, doğalgaz tesisi vuruldu.
Şimdi merak edilen İsrail’in nereden karşılık vereceği. Benim tahminim, tabii ABD’nin yönlendirmesiyle, Hürmüz Boğazı’dır. Basra Körfezi’nin dünya denizlerine açıldığı yer... Nükleer tesislere yönelik bir saldırı da planlayabilirler. Maalesef 20 yıldır
beklenen İsrail-İran savaşının ete kemiğe büründüğünü görüyorum. Yanılmak da çok isterim.
◊ İsrail’in suikastlarını nereye koymak gerekir? Bu saldırılarla ateş iyiden iyiye harlanıyor mu?
Bir kere İsrail, İran’ın prestijini alt üst etmiş durumda. Tahran’da Hamas liderinin öldürülmesi... Kaza diyorlar ama İran Cumhurbaşkanı ve dış işleri bakanının öldürülmesi. İsrail’in İran’ın Suriye’deki konsolosluğa saldırması. Son olarak Nasrallah… İran’ın kendi kamuoyu, rejimi ciddi şekilde suçlamaya başladı. Ancak İran’ın kapasitesi belli bir yere kadar. Bu saatten sonra İran’a kitlesel bir işgal olur mu, hayır. Netanyahu’nun formüle ettiği bir ‘3 H’ var: Hamas, Hizbullah ve Husiler. İsrail’in İran’ın bu periferilerle arasındaki ilişkiyi koparmak ve izole ederek İran’ı kendi iç sorunlarına mahkûm etmek gibi bir siyaseti var. Sonra da hedef İran olacak. ABD ve İsrail’in İran’da bir rejim değişikliği hedefinde olacağını düşünüyorum. İran, içi karıştırılmaya çok müsait bir ülke.
◊ İsrail, Lübnan’ın güneyine yönelik Kuzey Okları kara harekâtını başlattı hafta içinde.
Çok ilerlemeyeceklerini söylüyorlar. Siz buna inanıyor musunuz?
Gazze’deki harekât da sınırlı olacaktı! Neredeyse bir yıl geçti. 30 kilometrekarelik bir alandan bahsediliyor ama bunla yetinecekler mi, emin değilim. Çünkü İsrail için her zaman bir bahane var. Daha önce Beyrut’a girmişlerdi. 1982’deki 1. Lübnan Savaşı’nda… İsrail’in bir de rövanş durumu var. Çünkü 2. Lübnan Savaşı’nı Hizbullah kazandı. İsrail daha fazla zayiat verdirdi ama Lübnan’dan çekilmek zorunda kaldı. 2006’da Mavi Hat çizildiğinde Netanyahu “Mutlaka bir 3. Lübnan
Savaşı olacak” demişti. Şimdi ülkenin bir kısmı işgal edilecek ama asıl Lübnan’daki İsrail ve doğal olarak ABD vesayetinin arttığını göreceğiz.
‘BİZ 1991’DEN BERİ SÖYLÜYORUZ’
◊ Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Bir sonraki hedefi bizim topraklarımızdır” demişti. Siz İsrail’in ajandası, hedefleri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Cumhurbaşkanının söyledikleri doğru. Biz bunları 1991’deki Körfez Savaşı’ndan beri söylüyoruz. 2004’te New Yorker’da yayımlanan Seymour M. Hersh’ün bir makalesi var. Başlığı ‘Plan B’ (B Planı). İsrail ordusundan emekli olduğu ya da ayrıldığı gösterilen kişilerin peşmergeleri eğittiğini söylüyordu. O grup daha sonra PKK/PYD teröristlerine eğitim verdi. Sınırımıza İsrail ordusu gelmeyecek ama bunların en temel vekil gücü zaten PKK/PYD terör örgütüdür. Biz devlet olarak buradayız ama karşımızda asimetrik gruplar olursa bu bir beka meselesine döner.
◊ Peki, Rusya-Ukrayna Savaşı ile Çin-Tayvan gerginliğini Ortadoğu’da yaşananlarla birlikte değerlendirmenizi istesem…
Ukrayna’nın toprak bütünlüğü bizim için olmazsa olmaz. Ancak en temel problem Ukrayna’nın bu savaşı bir meşru müdafa olmaktan çıkarıp vekalet savaşına dönüştürmesi. Ayrıca NATO’nun Pasifik’te genişleme ısrarı Çin’i çevreleme anlamına gelebilir. Bu noktada şu soruları sorabiliriz: Acaba bir 3. Dünya Savaşı’na mı sürükleniyoruz? Yoksa acaba biz düşük yoğunluklu bir 3. Dünya Savaşı mı yaşıyoruz?
◊ Sanki ikincisi…
Değil mi? Çünkü Gazze ortada, Lübnan keza. İran’a yönelik bir savaştan bahsediyoruz. Ukrayna, Çin-Tayvan… Felaket tellallığı yapmak istemem ama Çin-Tayvan arasındaki kriz bir savaşa dönüşme potansiyeline çok daha fazla sahip. Dolayısıyla bu düşük yoğunluklu bir
3. Dünya Savaşı… Yaşıyoruz ama farkında değiliz.