Güncelleme Tarihi:
MİLOR: Size yabani semizotu topladım bugün bahçeden. Çok seviyorum. Her gün yesem bıkmam. Domates salatası, biraz bu semizotu, az tulum peyniri, biraz da balık yumurtası doğruyorum üstüne, şahane oluyor. Bu balık yumurtası formülünü de Mikla’da Mehmet Gürs’ten görüp çaldım. Bununla Chardonnay’den çok, güzel bir asirtiko yani mineralli bir şarap daha iyi gidiyor. Bununla başlayalım yemeğe, bayılacaksınız. Sonra kuzu incik var. LINDA bir de çilav yaptı.
ÜLKÜ ABLA: Aaaa, biz de bahçede ot yetiştiriyoruz. Her türlü yemek otu.
MİLOR: Bizim bir bahçıvan var, ondan geliyor. Kabak geliyor, domates... İnanılmaz güzel karadut var. Kekik, biberiye, ceviz, kıvırcık, kabakçiçekleri...
YAŞİN: Oooo bayağı zengin bir bahçe. Bizimki sizinkinin, bakayım, eh işte dörtte biri kadar ya var ya yok. Büyük saksılarda yetiştiriyoruz. Çünkü bahçe bile olsa, şehir toprağı güvenli değil. Kim bilir neler karışmış. İnanır mısınız Kilis domatesi ektik.
ÜLKÜ ABLA: Yaa hakikaten abarttık biraz.
YAŞİN: Şu pembe domates var ya, onun kırmızı olanı. İnce kabuklu. Böyle eğri büğrü fakat o kadar lezzetli ki. Bizden önce tabii salyangozlar yiyor birazını. Ama yakalarsam ben de onları yiyeceğim haberleri olsun! Kilis domatesiyle beslenmiş salyangoz mutlaka lezzetli olur.
MİLOR: Muhakkak! Zaten salyangoz çok lezzetli bir şey...
BEN: Buraları koymuyorum röportaja, Müslüman mahallesinde kusturacaksınız milleti...
ÜLKÜ ABLA: Benim de hayatta yiyemediğim tek şey. Deniz salyangozu olursa o başka tabii..
YAŞİN: Niye öyle diyorsun Savaşçım. Dünyadan haberin yok. Sen biliyor musun mesela Datça’da köylülerin eylül ayında salyangozlu bulgur pilavı pişirdiklerini?
MİLOR: Biz de Seferihisar yakınında bir köyde yedik. Salyangozlu pina vardı. Zeytinyağıyla yapıyorlardı.
YAŞİN: Salyangoz halbuki tereyağıyla güzel pişer...
BEN: Tamam tamam, burada kestik! Fotoğraf çekimine geçelim.
DÖRDÜ BİRDEN: Ahahahahhahahhahahah...
YAZI BAŞINA 130 LİRA
MİLOR: Mehmet sen evlenirken biliyor muydun hanımın yemek konusunda bu kadar bilgili olduğunu?
YAŞİN: Hayır. Yani biliyordum ama bu kadar gelişeceğini bilmiyordum.
ÜLKER ABLA: En büyük şans ailelerimiz. Ben Boşnak mutfağı, onun taraf Anadolu mutfağı; İstanbul’da buluştuk. Merak işte... Kilolar nasıl birikecek? İşte böyle!
YAŞİN: Amaan boş verin. Bu diyet telaşı yüzünden bir sürü yemeğin tadı bozuluyor. İmambayıldı mesela. Kızartmazsan imambayıldı olmaz ki o arkadaş!
ÜLKER ABLA: Immmh! Salata balık yumurtasıyla harika olmuş LINDA. Çalacağım bunu.
LINDA HANIM: Afiyet olsun.
YAŞİN: Elinize sağlık valla. Balık yumurtasına bayılırım. Taramaya da. İyi tarama yapan yer biliyor musun Vedat?
MİLOR: En iyisi Fincan Kafe bence. Ama Yunanistan’daki kadar iyi yapan yer yok tabii.
YAŞİN: Adaların en iyi meyhanecisi Fıstık Ahmet de övdü orayı. Zaten bir meyhaneci başka bir meyhaneyi övüyorsa, bil ki orası iyi zaten...
LINDA HANIM: Durun patlıcanların üzerine size, Fransa’da bulduğumuz bir zeytinyağı var, onu getireyim. Bayılacaksınız.
MİLOR: Çok hoşuma gidiyor. (Fotoğrafçımız Selçuk’a) Bu arkadaşımız ne kadar sessiz, güleç. Çok pozitifsiniz.
YAŞİN: Bir de Savaş’ın negatifliğine bak... (Saçlarımı yukarıdan tutturduğum için) Tepesinde de fıskiyesi!
BÜTÜN MASA: Ahahahahahahah...
BEN: Vedat Bey Dünya Bankası’nda onca yıldan sonra siz nasıl evrildiniz gastronomiye?
MİLOR: ABD’de çok yemek blogger’ı var. Mesela Türkiye bu konuda rezalet ama onların çoğu da samimi ve güvenilir. Dünya Bankası’nda çalışırken şarap ve yemek merakım başladı. Üniversite hocalığı sırasında da devam etti. Bir arkadaşımla blog kurduk. Sonra Milliyet’te başladım. 130 lira alıyordum yazı başına.
BEN: Peki siz kendiniz hiç mutfağa giriyor musunuz?
LINDA HANIM: Fare olarak Savaşçığım. Tırtıklamak için!
ÜLKER ABLA: Mehmet eskiden girerdi. Ama şöyle beter bir şey oluyor: Açık mutfak bizimki. Bar gibi bir kısmı var. Barın müşteri tarafında Mehmet oturuyor. Ben içeride köle. Oradan ukalık yapıyor. Yok tuzu fazla mı attın... Yok maydanozu kalın mı doğradın... Önlüğü çıkartıyorum, götürüp boynuna asıyorum ben de!
LINDA HANIM: Aferin Ülker! Bravo. Fazla ukalalık yapınca ben de mutfaktan kovuyorum.
SİZE BOMBA YAPACAĞIZ
MİLOR: Mehmetçiğim, Adana’da bir program çektim. Köy Sofrası diye bir yer. Güveç yedim, güzeldi ama adam dedi ki “Bizim buranın patlıcanı çok güzeldir. Fakat şu anda mevsimi değil. Siz bir de onunla tatmalıydınız güveci. Mevsimi gelince ben yollarım size.” Geçenlerde aradı, “Patlıcan çıktı, sana 20 kilo gönderiyorum” dedi. “Deli misin, n’apayım 20 kiloyu, 5 kilo yolla yeter” dedim. “O zaman 10 kilo yolluyorum” dedi, kapattı. O kadar güzel çıktı ki keşke 20 gelseymiş. Bitiyor. Dur size ondan da bomba yapalım mangalda.
BEN: Bomba ne ki?
YAŞİN: Aaaa sen de hiçbir şey bilmiyorsun be gülüm! Böyle közde pişiyor, içine zeytinyağı-sarmısak sos... Aklın çıkar!
İSRAİL TOHUMLARI GENETİĞİ BOZUYOR
MİLOR: Ama hayatımda yediğim en iyi patlıcan Urfa Birecik’te yetişen patlıcan.
YAŞİN: Çekirdeği olmayan, süt beyaz ve bence dünyanın en iyi patlıcanı.
MİLOR: Daha iyisini yemediğim için bilmiyorum.
YAŞİN: Onlar kebapta kullanıyorlar. İmambayıldı, karnıyarık da çok güzel olur.
MİLOR: Bir de onun yanında İsrail tohumundan yetiştirilen öbür patlıcanları ye bakalım, hiç alakası var mı... Bizim en büyük dramımız bu. Kendi değerlerimizi fark edemediğimiz için elden gidiyorlar. Muhafazakârlık güzel bir şey. Ama böyle değerleri muhafaza ettiğin zaman.
YAŞİN: Mesela tarla domatesi diye pazarlara yığdıkları şey, hepsi milimetrik olarak birbirine benzeyen domatesler. Halbuki Çanakkale tarla domatesi eğri büğrüdür. Şimdi onların hepsini İsrail tohumuyla ekiyorlar.
LINDA HANIM: Genetiğini bozuyor, toprağın verimini de azaltıyor.
YAŞİN: Dostlar elinize sağlık, harika bir yemek oldu.
MİLOR: Biz de sayenizde iyi yedik.
ÜLKER ABLA: Yoksa yemiyor musunuz siz akşamları?
LINDA HANIM: Yiyoruz, yiyoruz ama et değil.
ÜLKER ABLA: E biz de hafta sonu yiyoruz et. Hafta içi genellikle zeytinyağlı ve salata...
MİLOR: Aynen, aynen. Biz de öyle.
LINDA HANIM: Ceylan’ın yemekle pek alakası yok şimdilik. Sizin kız?
YAŞİN: Ekin yemeğe düşkündür. Aşçılığı da kuvvetli.
LINDA HANIM: Nerede şimdi? Keşke onu da getirseydiniz.
ÜLKÜ ABLA: Yok canım, Amerika’da o da. Hatta şu anda Japonya yolunda kocasıyla. Bir konferansa davetliler.
MİLOR: Kocası Amerikalı mı?
ÜLKÜ ABLA: Evet, Amerikalı Matt. Ama 100 tane Türk damada değişmem. Adam iki senede bir Türkçe öğrendi, bizden iyi konuşuyor.
LINDA HANIM: Ne konferansına gidiyorlar Japonya’ya?
YAŞİN: Uzmanlıkları medya. İkisi de doktora yaptı. Damadın konusu, sivil toplum örgütlerinin yaptıkları haberciliğin ne kadar güvenilir olduğu üzerine. Şu sıra çok tartışılan bir konu.
MİLOR: Hakikaten de çok ilginçmiş.
YAŞİN: Savaaaş, 20 dakika kaldı vapura.
ÜLKER ABLA: Böyledir annem bu böyledir. Saat dedin mi adamın boğazına dizer yediğini.
MİLOR: E niye gidiyorsunuz ki kalsanıza. Bakın şurası tamamen ayrı bir bina. Açalım size.
ÜLKER ABLA: Yok rahat etmez ki. Geçecek evde klimasının karşısına, anca öyle. Yahu Lapland’e gittik, Finlandiya’ya, eksi 39 derecede cam açık uyudu. Daha size ne diyeyim?
BÜTÜN MASA: Ahahahahahaha...
RAKI-ŞARAP-TÜRKİYE-BATI
TÜRK ŞARABI GÜNDE İKİ KEZ DOĞRU SAATİ GÖSTERİRDİ
MİLOR: Rakı güzel ama çok kalorili. Senede üç-dört kere anca... Türk şaraplarından da keyif alamıyorum. Çok kötü şaraplar çok pahalı satılıyor.
LINDA HANIM: Ben öyle düşünmüyorum.
MİLOR: Yok yok, kötüye gitti bence. Tamam şimdi standardizasyon var. Hepsi aynı çıkıyor ama eskiden çoğu bozuk da olsa nadiren arada çok güzelleri çıkardı. Yani bozuk saat günde iki kez olsun doğru saati gösterirdi. Belki 700 tanesini denedim, üç ya da beştir beğendiğim. Yurtdışından getiriyorum getirebildiğim kadar.
YAŞİN: Ne diyorsun yahu! Bizim özel bavulumuz var, içinde şarap gözleri olan!
MİLOR: Batı’da bir şarap patlaması var. Çünkü para kazanan ve vakti olan insanlar bu işe merak sardı. ABD’de, Fransa’da, İtalya’da, Almanya’da olağanüstü butik şaraplar yapılıyor. Üstelik fiyatları 20 doların altında. Mesela Savaş o profile çok uyuyor. Yaş olarak da çok uyuyor çünkü uğraşacak enerji lazım, bohem hava olarak da uyuyor.
YAŞİN: Şu anda karşımızda, Seattle’da bir bağ bulmuş, biyodinamik yapan, kendi butik markasını kurmuş bir adam oturuyor...
BEN: Nereden bildin abi? Adı üstünde: Bağcılar. Bağ kurdum, sizin sayfalarınızı yapmaktan kalan vakitlerde paso şarap yapıyoruz.
YAŞİN: Ukalalık da diz boyu maşallah! (Gülüyor) Vedatçığım, bu Savaş yazılarımızı kesip kırkıp, kısalta kısalta kuşa döndürüyor. Yakalamışken alsak mı intikamımızı?
TERLEMİŞ AT KOKUSU
MİLOR: Mehmet bizim hanım fazla munis. Şikâyetçiyim. O kadar sakin ki bazen sinirlensin istiyorum. Tutku olsun istiyorum.
YAŞİN: Ülkü, duyuyorsun değil mi! Vedatçığım, biz de fazla tutkudan öleceğiz. Ya öleceğiz ya da birbirimizi öldüreceğiz...
MİLOR: Bu çok bilmişlik meselesi mühim. İki saat kursa katılan şarap uzmanı kesiliyor başımıza...
YAŞİN: Sözünü kestim. Geçenlerde bir tadıma katıldım. Adam çıkmış oradan “Bence bu şarap, terlemiş ıslak at derisi kokuyor” diye hava basıyor. Bir sinirlendim. Kardeşim sen harada seyis misin? Hayatında hiç ıslak at derisi kokladın mı? Peki nereden biliyorsun şarabın aromasının o kokuyu verdiğini!
MİLOR: Onu hemen izah edeyim: Aslında doğru bir şey ama yarım biliyor. Şarapta oluşan bir bakteri var: Bretanomises. Onun kokusu ıslak at derisi gibi kokar. Belli ki onu bir yerde okumuş, hava olsun diye kullanmak istemiş.
ÜLKER ABLA: Bir-iki kere gördüm Mehmet’in yazısının altına yorum yapılmış: “Oooh sağdan soldan toparlamışsın, derme çatma yazmışsın” diye. Adama o kadar kolay geliyor ki! Ben biliyorum o yazının arkasında neler olduğunu...
BENİMKİ PARFÜM FRANSIZCASI
MİLOR: Aynen. Ben şarap konusunda yazdığım zaman mesela, kafadan yazıyorum. Akıldan yazdığım için bir yazımda biur apelasyonun adını yanlış yazmışım. Aman Allahım geçiren geçirene... Batıda olsa yazının özüne, ne anlattığıma bakar. Burada o şekilci detaya takılıyor.
MİLOR: Mehmetçiğim, herkes güzel bir hayatım var zannediyor ama aslında yaşam kalitem çok düşük. Buraya geliyorum çekimleri falan stoklayıp yetiştiriyorum, aşırı yoğun. Amerika’ya gidiyorum orada da arkadaşım yok, acayip boşum. Linda, benim orada yapacak bir şeyler bulmam gerektiğini söylüyor.
ÜLKER ABLA: Arkadaşım yok deyince bak aklıma ne geldi: Lindacığım benim Fransızcam anca parfüm adları kadar... Bir gün Mehmet’le Korsika’dayız. Bir lokanta bulduk. Kapısında kadit bir Fransız kadın... “Madam açık mısınız” falan derken buyur etti bizi, içerisi şahane. Şimdi fleminyon, şampinyon falan genel yemek terminolojisinden çıkarıyoruz işte bir şeyler. Verdik siparişleri, demek güzel de şeyler seçmişiz, kadın geliyor gidiyor anlatıyor. “Yahu kadın sus da yemeğimizi yiyelim, anlamıyorum zaten ne dediğini”... Yok, zehir etti bize!
ANADOLU-ANI-ÇOCUK-BURUKLUK
O ÇOCUĞUN YÜZÜ AKLIMDAN ÇIKMIYOR
ÜLKER ABLA: Mehmet’le 15 yıl önce bir Anadolu turu planladık. 10 gün için güzel bir rota çizdik. Arabayı da ben kullanıyorum. İlk gece Amasra, Rize, Ağrı’ya gidiyoruz... O dağın görüntüsü eziyor insanı! Ağrı’ya geldik kardeşim, Ağrı’da Ağrı Dağı görünmüyor. Köy gibi bir yer. Hayal kırıklığı... Çocuklarla konuşuyorum, bayılırım çocuklarla konuşmaya, sordum: “Çocuklar, Ağrı’nın en çok nesini seversiniz?” Bir tanesi dedi ki “Otogarını severim.” “Geleni, gideni izlemek hoşuna gidiyor herhalde, onun için mi” diye sordum çocuğa. “Hayır” dedi, “Bir gün buradan gitmek için...” Yüzü o gün bugün aklımdan gitmiyor.
DAVETİN DEDİKODUSU
Madem ki Vedat Milor lokantacıları karşısına alıp alıp terletiyor, şurası biraz şöyle olsa, burası biraz böyle olsa diye ince eleyip sık dokuyor, hepimizin adına aynı şeyi ben de ona yapayım, verdiği davetin orası burasına kusur bulayım...
Malzemelerin doğallığına, tazeliğine bu kadar önem veren Milor’un sofrasına sıradan marka bir meyve suyunu yakıştıramadım. Hadi taze sıkıma vakit yoktu, hazır alındı diyelim, bari konsantre yerine doğal olsaymış.
Linda Hanım’ın ellerine sağlık, çilav tel tel dökülüyordu. Ama Milor sunuma da en az lezzet kadar önem veren birisi. Çilav yuvarlak yerine oval tabakta servis edilince bütünlüğü bozulmuş, iki kenarı sıkışıp parçalanmış.
Kuzu incik, yaz sıcağına rağmen iyi bir seçim. Ben de Milor gibi cehennem sıcağında bile kuzu yiyebilirim. Sadece kurumasaymış, sanki daha yumuşak olabilirmiş.
Yemekten sonra sunulan kirazın lezzetini anlatamam. Belli ki iyi bir manavdan alınmış. Ama başta karpuz, bütün meyvelerin bol ve ucuz olduğu bu dönemde, insan yanında birkaç alternatif daha arıyor.
CEYLAN YEMEKTEN DE LOKANTADAN DA KONUŞULMASINDAN DA BUNALMIŞ
Balkondaki yemeğin ortasında içeride izlediği filmi bitiren Ceylan da masaya geliyor. Ceylan, Milorların tatlı kızı. ABD’de büyümesine rağmen güzel de Türkçe konuşuyor. Ülker Abla, Linda Hanım’a “Ne kadar da size benziyor ve babasına” deyince Mehmet Abi gollük pozisyonu kaçırmıyor: “Hanım annesiyle, babası işte. Başka kime benzeyecek?” Kahkahalar bitince Ceylan’a yemekle arasının nasıl olduğunu soruyorum. Koskoca gurmenin kızı “Hiç sevmiyorum” deyince, öylece kalakalıyorum.