Güncelleme Tarihi:
Binlerce kişinin yaşamını yitirdiği 6 Şubat depremlerinin ardından 2,5 aydan fazla zaman geçti. Oysa yaşananlar dün gibi. Deprem bölgesindekiler yaşamaya devam etmeye çalışırken bir yandan da yakınlarının yasını tutuyor. Sadece onlar değil, tüm Türkiye bu acıyı içinde hissediyor. Yas sürecinin toplumsal etkileri, yaşadığımız suçluluk duygusunun kaynağı... Aklımızda konuyla ilgili birçok soru var.
Biz de bu soruları Bilgi Üniversitesi Uluslararası Travma ve Aile Çalışmaları Direktörü Doç. Dr. Ayten Zara, Türkiye Psikiyatri Derneği Ruhsal Travma ve Afet Çalışma Birimi’nden Doç. Dr. Ürün Özer Ağırbaş ve ABD’de Wisconsin-Madison Üniversitesi bünyesinde çalışan sosyal psikolog Dr. Pelin Kesebir’e yönelttik. Ağırbaş, takvime göre yasın yoğunlaştığı bir döneme girdiğimize dikkati çekiyor ve uyarıyor: “Depremin yarattığı ilk şaşkınlık, gerçekdışılık duygularının geride kalması ve ölüm gerçeğiyle yüzleşilmesiyle kayıpların acısının giderek daha fazla hissedildiği, üzüntü ve özlem duygularının yoğun olarak yaşandığı bir dönemdeyiz.”
‘Bayram kutlamalarının acılara saygı duyulacak hassasiyetle yapılması gerekir’
Doç. Dr. Ayten Zara, İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü, Dünya İnsani Dayanışma Derneği Kurucu Başkanı/Uluslararası Travma ve Aile Çalışmaları Direktörü
Deprem nedeniyle pek çoğumuz hâlâ yastayız ama bir yandan da bayram... Böyle zamanlarda bayram gibi özel günler nasıl geçer?
Can kaybı çok olan ve hâlâ sevdiklerinin cesetlerine ulaşamamış, arayış içinde olan binlerce insan var. Bu, yaşarken ölmektir. Toprağın altındaki ölümler de çok zordur, yaşarken ölmek de çok zordur. Bayram kutlamalarının bu acılara saygı duyulacak hassasiyetle yapılması gerekir. Çünkü bayram gibi tüm aile, akrabaların bir araya gelindiği günlerde kaybettiğimiz sevdiklerimizin yokluğunu daha çok hissederiz. Bu yokluk, yoğun yas tepkilerine neden olabilir veya halihazırda yaşanan ruhsal sorunları derinleştirebilir. Yıkımın yarattığı travmaların etkilerinin şimdi fazlasıyla hissedildiği böyle bir zamanda afet bölgesinde insanlarımızı yalnız bırakmamak iyi gelecektir. Bunu fiziken yapamazsak da sosyal ve görsel medya araçlarını kullanarak hissettirebilmek önemli. Bayramın coşkuyla, sanki her şey normale dönmüş gibi kutlanması afeti yaşamış insanlarda öfke, dışlanma ve terk edilmiş olma duygularını arttırır. Bayrama yönelik yapılan her programın afet bölgesindeki insanları merkezine alarak hassasiyetle kurgulanması; güç, güven ve destek veren mesajları içermesi sağaltıcı etki yaratır. Yetkililerin bayram kutlamalarını yaparken sosyal medya araçlarını kullanarak topluma, yıkımı ve ölümü yaşayan insanları hatırlatmaları yerinde bir psikososyal müdahale olur.
Depremi doğrudan yaşamış kişilerin bayramı nasıl geçecek?
Sevdiğimizi kaybetmek bir oyuk yaratır kalbimizin tam merkezinde, yaşamsal arzularımızı yutan acı dolu bir oyuk. İçimizi de dışımızı da parçalar, boş ve yoksul hissettirir. Bir daha geri dönüşü olmaksızın kaybettiğimizi bilmek ve ona borçlu olduğumuz duygusu ölen yakınımızı her zamankinden daha fazla sevdiğimizi hissettirir bize. Bunun yarattığı acı bazen o kadar şiddetli olur ki insanın sadece dünyasını değil, dilini de yaralar. Konuşamayacak kadar sözsüz öylece kalırız. Sanki bir organını kaybetmiş gibi, terk edilmiş, eksilip azalmış, küçülmüş gibi...
‘Toplumsal olarak yaralarımızı birbirimize destek olarak saracağız’
◊ “Suçluluk, çaresizlik duyguları yas sürecinin bir parçası olarak gözlenebilir. Zamanla yas iyileştikçe bu duygular yerini daha farklı duygulara bırakacaktır. Toplumsal olarak yaralarımızı birbirimize destek olarak saracağız. Yas yaşayan kişilerin kendilerini güvende hissedecekleri bir ortamın oluşturulması önemlidir. Deprem bölgesindeki yaşam koşullarının iyileştirilmesi yas sürecinin sağlıklı ilerlemesine katkı sağlayacaktır. Kişilerin kayıptan doğan üzüntü, acı, endişe, öfke gibi duyguları dile getirmesine izin verilmesi ve bunların içtenlikle anlaşılmaya çalışılması önem taşır. Kayıp olan kişilerin cenazelerinin bulunması, kişinin kültürü ve inancı doğrultusunda cenaze ve yasla ilgili törenlerini yapmasına yardımcı olunması, aile, arkadaş gibi sosyal destek verebilecek kişilerle temasının güçlendirilmesi yararlıdır.”
(Doç. Dr. Ürün Özer Ağırbaş)
◊ “Suçluluk hissi erdemli olmakla, ahlaki açıdan daha yüksek duyarlılıklara sahip olmakla ilgilidir. Bilirsiniz, ancak sosyopatlar suçluluk hissetmezler. Bu anlamda hissettiğimiz vicdan azabı insaniyetimizin bir dışavurumudur; ne kadar acı verici olsa da aslında sahip olduğumuz için kendimizi şanslı addetmemiz gereken bir haslettir. Öte yandan, kontrolü ve sorumluluğu bizde olmayan şeyler için çok fazla suçluluk hissetmek rasyonel değildir ve faydadan çok zarar doğuracaktır. O yüzden kendimizi suçluluk ve çaresizlik gibi hislere kaptırmak yerine, ‘Benim yapabileceğim küçük de olsa ne var’ sorusuna odaklanmak daha tercih edilesidir. Ki aslında her birimizin yapabileceği şeyler çoktur. Saygılı, düşünceli, dürüst, sorumluluklarını layıkıyla yerine getiren, kendine ve başkalarına iyi gelmek için gayret gösteren bir insan olmak başlı başına yeterlidir. Bugün her birimiz bunu yapsak, yaralarımızın sarılması da ülkemizin daha aydınlık günlere çıkması da çok daha hızlı olacaktır.”
(Dr. Pelin Kesebir)
Doç. Dr. Zara: “Yıkımın yarattığı travmaların etkilerinin fazlasıyla hissedildiği bayram gibi özel bir zamanda afet bölgesinde insanlarımızı yalnız bırakmamak iyi gelecektir.”
‘Yas ve travmayla mücadelesi bize benzemeyenleri yargılamayalım’
◊ “Kişinin günlük yaşamına devam etmesi yas tutmadığı anlamına gelmez. Bunun bir süreç olduğu düşünüldüğünde, hazır hissettiğinde kişinin çalışma yaşamına dönmesi, öğrencilerin okul yaşamına devam etmesi olağandır. Kişilerin sosyal çevresiyle görüşmesini, ilgi duyduğu etkinliklere katılmasını, yeni ilgi ve uğraşı alanları bulmasını desteklemek yas sürecini olumlu etkiler.”
(Doç. Dr. Ürün Özer Ağırbaş)
◊ “Çok sarsıcı deneyimlerin ardından hayatın bildiğimiz, alıştığımız düzenine geri dönmeyi istemek son derece insanca bir tepkidir. Dahası, rutinlerimiz bize hayatımızda hâlâ kontrol edebildiğimiz alanlar olduğunu hatırlatır, bir yetkinlik ve içsel güvenlik hissi verirler. Hele de gündelik hayatımızda ‘küçük de olsa bir şeylere faydam dokunuyor’ hissini tadabiliyorsak, bu bize acı, kaygı, ümitsizlik gibi olumsuz duygularla başa çıkmada yardımcı olacaktır. Nihayetinde yas tutmanın ve travma sonrası hayatla yeniden ilişki kurmanın tezahürü herkeste farklıdır. Bu süreçleri bizden farklı yaşıyor gibi duranları yargılamamız doğru da değildir, gerekli de.”
(Dr. Pelin Kesebir)
‘Yaşanan olayla ilgili ortak bellek oluşması, unutulması korkusunu önler ve kişiyi güvende hissettirir’
“Yasın kişiler üzerinde olduğu kadar, toplum üzerinde de etkisi olduğu kanısındayım. Çevremizdekilerin bizlerle benzer deneyimleri yaşadığını fark ettiğimizde yalnızlık duygusunun azaldığını düşünüyorum. Bazen sadece durmak ve o anı paylaşmak, bazen birlikte oturmak, yemek-içmek, bazen olanları konuşmak ya da dinlemek, cenaze ve yasla ilgili törenlerde bir araya gelmek çokça anlam ifade edebilir. Ortak tanıklıklar yoluyla yaşanan olaylara dair ortak bir belleğin oluşması, bunların unutulacağı korkusunun önüne geçebilir. ‘Ortak anlamların’ oluşması kişinin içinde yaşadığı topluma aidiyetini arttırabilir. Güvende olma duygusunu pekiştirebilir. İnsanları birbirine yaklaştırarak daha güçlü bir toplumsal bağın oluşmasını sağlayabilir. Toplumu dönüştürerek dayanıklılığı arttırabilir.”
(Doç. Dr. Ürün Özer Ağırbaş)
‘Duygusal olarak çöktüysek bakış açımızı değiştirmeliyiz’
“Kendimizi hissettiğimizden farklı bir şeyler hissetmeye ‘zorlamak’ önerdiğimiz bir şey değil; çoğu zaman da ters teper. Öte yandan duygusal açıdan çok fazla çökmüş hissediyorsak kendimizi şefkatle biraz daha iyi hissetmeye davet edebiliriz. Bunu kolaylaştıracak en temel şeylerden biri, dikkatimizi verdiğimiz şeyleri ve bakış açımızı değiştirmektir. Bizi ruhen hırpalayan haberlerden uzak durup onun yerine içimizdeki ümit, cesaret, çalışkanlık gibi erdemleri güçlendirecek uyaranlara ve insanlara yönelebiliriz. Keza yapamadıklarımıza ve yetemediklerimize değil de yaptıklarımıza ve yetebileceklerimize odaklanmak da... Zihnimize bu gibi yollarla yön vermekte güçlük çekiyorsak, bedenimize iyi gelecek şeyler yapmak etkili olabilir. Eğer şartlar uygunsa sağlıklı beslenme, hareket ve uykuya dikkat etmek önceliklerimiz arasında olmalıdır.”
(Dr. Pelin Kesebir)