Vedat Milor ‘Bayramı kutlayanları gördüğümde özenirdim’

Güncelleme Tarihi:

Vedat Milor ‘Bayramı kutlayanları gördüğümde özenirdim’
Oluşturulma Tarihi: Nisan 23, 2023 07:00

Babaannesi ve dedesini kaybettikten sonra bayram kutlamalarına hasret kaldığını söylüyor, “Dilerim her günü bayram gibi yaşar, sevgimizi bayramların dışında da paylaşırız” diye ekliyor. Yazarımız Vedat Milor, pek az kutlayabildiği bayram günlerini yâd ediyor, geniş aile özlemini ve bayram sofrasında görmek istediklerini anlatıyor: “Çibörek! Ninemiz yapardı. Isırdığın zaman et suyu akardı. Hayatım boyunca çok iyi dolmalar, baklavalar yedim; hiçbiri bu çiböreğin yerini tutamaz.”

Haberin Devamı

Hürriyet Lezzetli Hayat’ın bayram sayısına ne yazacağını konuşuyorduk. Ailesiyle ilgili anekdotlar ve anılarla bezeli bir bayram lezzetleri konusu vardı aklımda. Ama konuşurken söz bir noktada yemeğin sosyalleşme ve paylaşma aracı olmasına geldi. Tıpkı bayramlar gibi... İşte o konuşma bir röportaja dönüştü. Yazarımız Vedat Milor’la sohbete çocukluğundaki bayramlardan girdik, lokanta sevgisinden çıktık. “Nerede o eski bayramlar” diye hayıflanacağını düşünmüştüm, hiç de öyle olmadı...

Vedat Milor ‘Bayramı kutlayanları gördüğümde özenirdim’

Fotoğraflar: Murat ŞAKA

Siz de “Nerede o eski bayramlar” diyenlerden misiniz?

Dedem ve babaannem vefat etmeden önceki bayramları hatırlıyorum. Biri vefat ettiğinde 13, diğeri vefat ettiğinde 16 yaşımdaydım. Onlardan sonra bir annemin, bir babamın yanına gittim. Yeni yaşam koşullarında bayram yoktu. Ailemiz küçüktü. Geniş bir aileden gelmek, o bayram coşkusunu yaşamak isterdim. Daha sonra zaten yurtdışına çıktım. Yani bu, hep eksikliğini duyduğum bir şeydi. “Nerede o eski bayramlar” diyemiyorum.
Hep başkalarının sevincini paylaştım. Maalesef kendim hiçbir zaman o heyecanı yaşamadım. Bayram
benim için bir özlem. Gideremediğim bir özlem.

Haberin Devamı

‘Herkes fedakârlık yapıyor’

Başkalarının sevincini yaşamaktan bahsettiniz, yani bayram kutlayan arkadaşlarınıza gıpta mı ederdiniz?

Tabii tabii. Bayramı kutlayan birini gördüğümde veya kutlamalarını anlattıklarında onlara özenirdim, hâlâ da özenirim. İnsanlar aynı kentte olsalar bile, hele İstanbul gibi büyük yerlerde bir yerden bir yere gitmek kolay değil; mesafeler uzak. Oysa bayramda herkes bir araya geliyor. Kuşaklararası fark da farklı gelir katmanları arasındaki fark da ortadan kalkıyor. İnsanların birbiriyle ilişki kurması, dargınların barışması, yapılan ziyaretler sırasındaki o kaynaşma, çocukların heyecanı çok güzel bir şey... Ben yaşamasam bile başkalarının sevinmesi hoş bir duygu. Yani sen de bir şekilde onlar namına seviniyorsun.

Haberin Devamı

“Ortaokuldaki Vedat için bayram harika bir olaydı” diyorsunuz. Babaanneniz Handan Milor’un bayrama özel tatlı ve yemeklerinden bahsediyorsunuz...

Vişneli ekmek kadayıfını bayramda mutlaka yapardı. Meyvenin tadının, şekerinin ekmeğe geçmesine bayılırdım. Bir de şeker verilirdi bana. Eve gelenleri çok hatırlamasam da kalabalık olurdu. İnsanların şeker veya tatlılar getirdiğini, dedemin para verdiğini ve kumbarama attığımı hatırlıyorum.

Vedat Milor ‘Bayramı kutlayanları gördüğümde özenirdim’

Vişneli ekmek kadayıfı Milor ailesinin bayram sofralarında mutlaka olurdu.

Bayramlar sevdiklerimizle bir araya geldiğimiz, bu yönüyle toplum içindeki iletişimi güçlendiren özel günler... Sizce anlamı zamanla kayboluyor mu?

Haberin Devamı

Zannetmiyorum. Bir politika sosyoloğu olarak bakarsam; dünyanın her yerinde yöneticiler açısından böl ve yönet politikası, yani insanları polarize ederek onları yönetmek onların avantajına oluyor. Ama bayram farklı. İnsanlarda ortak sevince, ortak hüzne, ortak duygulara karşı bir özlem var. Tüm dünyada kuşaklararası farklılıklar gittikçe daha keskinleşiyor. Halbuki bayramlar bunun tam tersi... Küçüklerle büyükler kaynaşıyor. Çocuklar sünger gibidir, her şeyi çekerler. Bayramda ailece bir araya gelince belki o ana kadar görmedikleri akrabalarını tanıyor, insanların birbirleriyle kurduğu ilişkileri izliyor; sevgiyi, dayanışmayı, paylaşmayı öğreniyorlar. Pek çok aile bir araya geliyor. Üstelik maddi durumların üstüne çıkarak... Herkes fedakârlık yapıyor.

Haberin Devamı

Aileler hangi konularda fedakârlık yapıyorlar?

Hem zaman fedakârlığı hem de maddi açıdan ailesine, sevdiklerine, dostlarına, akrabalarına, komşularına ellerinden gelenin en iyisini sunmaya çalışıyor, belki de kendi yemediğini, içmediğini ikram ediyor. Ne kadar özverili bir şey... Yaşam koşulları insanları bencilliğe iterken bu tür bir araya gelmeler adeta terazinin karşı kefesine konan bir güç gibi... O yüzden biz evde bayramları kutlayamasak da kendi küçük ailemde aynı değerleri yaşatmaya çalıştığımı, bayram ruhunu korumaya çalıştığımı söyleyebilirim. Küçükken Şeker mi Kurban mı, bunun farkından çok bayramın sevincini yaşardım, bana bayram olması yeterdi. Kanıma işlemiş.

Haberin Devamı

Yurtdışındayken bayram zamanı kendinizi buruk hissediyor musunuz? Türkiye’de olsanız kimlerle, nerede bir araya gelmek isterdiniz?

Ne güzel sordun... Kardeşim yok, yakın akrabalarım yok, dayımın çocukları yok, yani aile küçük. Yaşım itibariyle ailemden pek çok kişi de hayatta değil. Ama kalanlarla bir araya gelmeyi isterdim. Yakın zamanda ABD’de paskalya tatili vardı. Aileler bir araya geldi, kimileri birlikte seyahate gitti. Dünyanın her yerinde benzer gelenekler var. ‘Ne güzel’ diye insan içinden geçiriyor.

Kızınız Ceylan Handan bayram âdetlerini sürdürmeye çalışıyor ama sanırım...

Türkiye’deyken bayramda elimi öpmüştü, sen deyince hatırladım. Ceylan şu an Stanford’da yani yanımızda değil. Bizden uzakta ve yanında da bir Türk olmadığı için bayram olduğunu bile fark etmeyecektir. Yoksa Türk âdetlerini şaşırtıcı derecede seviyor. “Şu şöyle yapılır, bu böyle yapılır” dediğimde mutlaka yapıyor. Yanımızda olsa yine mutlulukla elimi öper, sembolik olarak da harçlığını isterdi, ben de 1 dolar verirdim.

‘Tüm ailem buluşsun...’

1 dolar az değil mi?

(Gülüyor) Değil. Sembolik olması, gönülden kopması önemli olan... Bayramların bir diğer önemli özelliği de sosyolojik olması. Toplumda başkalarını görüp siz de yapıyorsunuz. Kendi başınıza olduğunuzda aynı gelenekleri sürdürmek mümkün olmuyor.

Türkiye’de olsanız bayramda kimlerle bir araya gelmek isteyeceğinizi konuşuyorduk. Sofrayı da dahil edelim. Hangi yemekler olsa mutlu olurdunuz?

Çibörek kesinlikle olsun isterdim. Yanında tarhun otu da katılmış yeşil salata. Anne tarafından bir ninemiz vardı, Tatar kökenli. Bu böreği o yapardı. 15 tane yerdim herhalde. Genç olsam vişneli ekmek kadayıfı da yerdim.

Vedat Milor ‘Bayramı kutlayanları gördüğümde özenirdim’


Kiminle peki?

Ailemin tüm kuşakları buluşsun isterdim. Anne tarafım, baba tarafım, eşim, kızım...

Yaprak sarması, cevizli ev baklavası filan saymadınız...

O börek varken başka bir şey yenemez! Sadece ondan, doya doya yiyeceksin. Dışı çok kıtır olurdu. İçinde bir et tabakası vardı. Isırdığın zaman et suyu akmaya başlardı, o suyu yakalamaya çalışırdım. Hayatım boyunca çok iyi dolmalar, baklavalar yedim; hiçbiri ninemin yaptığı çiböreğin yerini tutamaz.

‘Daha çok güç ve para için güzellikleri kaçırıyorlar’

Her günü bayrama çevirmek gerek. Bu bir yaşam stili meselesi... Birçok şey paramızın olup olmamasıyla değil, yaşama yaklaşımımızla ilgili. Yaptığın işi haz alarak, daha mükemmeliyetçi bir şekilde yapmalı, yalap şalap yapmamalısın. Birçok insan daha çok para, daha çok güç peşinde koşuyor. Bence yaşamdaki birçok güzelliği kaçırıyorlar. Çözümüyse hayata duyarlılığımızı arttırmak… İyi bir kitap okumak, güzel bir manzara karşısında duygulanmak, zaman zaman bir resme bakmak, ekmeğin iyisinin peşinde koşmak o kadar da pahalı olmayabilir. Çayı güzel yapan bir yer aramak, iyisiyle bayatı arasındaki farkı anlamak insanın elinden gelebilecek şeyler… Çok fazla insan başkaları için yaşıyor. Halbuki insan kendisi için yaşamalı, huzuru kendi içinde aramalı, mutlu edecek şeyleri bulmalı. Bizim en büyük eksiğimiz bu... İnsan kendisi için yaşayınca başkalarına yaklaşımı da değişiyor. O zaman başkalarını sağılacak bir inek ya da piyon olarak görmez, paylaşma ihtimalinin olacağı bir birey olarak görür.

◊ Paylaşma özlemi içindeyiz. Batı’dan daha mutlu olmak için daha zengin olmak gerekmiyor; sevginin, dayanışmanın sadece bayramlarda değil, her gün gündemimiz olması yeter. Dilerim her günü bayram gibi yaşar; sevgimizi bayramların dışındaki zamanlarda da paylaşırız.

‘Karnını doyur, bir an önce git’

Sizinle telefonda bayram yazısından konuşurken konu lokanta sevgisine gelmişti. Nasıl bir bağlam var bu iki konu arasında?

Lokantalar büyük bir değişimden geçiyor. Lokantalar eskiden insanların bir araya geldiği, uzun süre kaldığı, stres attıkları yerdi. Lokantalar derken çabuk yemek (fast food) yenen yerlerden bahsetmiyorum tabii... Yediğimiz yemek kadar o yerin ortamı ve bize verdiği huzur da önemli. Lokanta aslında huzur bulunan sohbet yeridir. Yemekler istediğin zaman önüne yavaş yavaş gelir, yavaş yavaş yersin. Peki, ya şimdi? Kapitalizm geliştikçe lokantalar da sistemin en stres yaratan özelliklerini yansıtmaya başladı.

Bunu biraz açalım mı?

Bazı ülkelerde zaman sınırlaması koyuyorlar. 1 saat 15 dakika sonra oradan ayrılman lazım, masayı başkasına verecek. Eskiden birçok yemeğin 2 veya 4 kişilik sunulduğunu görürdük; o yemekler paylaşılırdı. Yemek, sosyalleşme ve paylaşma anıdır. Tıpkı bayramlar gibi... Lokantalar bireyselliğe karşı duran, insanların iletişim ihtiyacını karşılayan yerlerken şimdi insanları acele ettiriyor, yemekleri aynı anda getiriyorlar. Dünya genelinde “Karnını doyur, bir an önce git” modeline geçiliyor. Üstelik bu, lüks lokantalarda bile oluyor. Bir yandan da lokantacının sana dayattığını yiyorsun.

Diktatör şefler...

Tadım menülerinden mi bahsediyorsunuz?

Evet, tadım menüleri olunca seçim hakkı olmuyor. Bu menülerin altında maliyeti düşürmek var. Çünkü lokantacı malzeme alırken ne kadar tüketileceğini biliyor. Öyle bir zamana geldik ki ekmeğin bile ne zaman geleceğine şef karar veriyor. Bazen hiç getirmiyorlar, bazen 10 tabaklık tadım menüsünün 7’ncisinde getiriyorlar, “Şef doymanızı istemiyor” diyorlar. Yemek yeme olayı huzur ortamından çıkıyor. ‘Diktatör şef’ ne zaman, ne yiyeceğimizi ,ne kadar yiyeceğimizi dikte ediyor. Bayramlardaysa isteyen istediği kadar yer. İşin çok önemli bir boyutu daha var: Hiyerarşinin ortadan kalkması. Patronla işçi de kaynaşıyor, aynı heyecanı duyuyor. Lokantalarsa özellikle günümüzde statü sembolü haline geldi, o hiyerarşiyi teyit eden yerler oldu. Farklı yemekler farklı katmanlara gidiyor veya onlar tarafından seviliyor. Mesela steak “Ben taşrada yaşamıyorum”, “Ben bu yemeğe çok para verebilirim” demenin sembolü gibi bir şey oldu. E bu bayram ruhunun tam aksi. Babaannem ve dedem vefat ettikten sonra lokantada yemeyi sevmemin nedenleri, lokantaların paylaşıma açık, insana huzur veren, sadece lezzet değil, aynı zamanda ortaklık, arkadaşlık, sevgi, huzur, paylaşma duygusu sunan yerler olmasıydı. Beni mutlu ediyorlardı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!