Güncelleme Tarihi:
Sabah, 6.30’da çöp arabasının sesiyle başlıyordu gün. “Neden bu kadar erken emekliyiz kardeşim!” deyip uyanıyordum. Günde üç ayrı zamanda gelen çöp arabası ve istisnasız aynı zamanlarda iki defa gelen simitçi, araya da ezan saatlerini koyunca saat kullanmadan yaşayabilirdim artık. Bunlar yetiyordu günün hangi saatinde olduğumu anlayabilmek için. Evdeki sesler yavaşlayınca neler oluyor diye mutfağa girdim. “Kolay gelsin” dedim soğan doğrayan eşime. “Kolaysa başına gelsin” dedi salya sümük bir şekilde. “Ne var ki? Soğan işte!” dedim. “Bir dene istersen” dediler; hiç tereddüt etmedim ve soğanlara giriştim... Tabii bir süre sonra bende de durum aynı. Derken doğranacak ne varsa geldi önüme. İnsanın başına ne geliyorsa meraktan geliyor demek ki!
Hazırlanan bulgur, bir sürü baharat ve doğradığım malzemelerden bir kısır meydana geldi. Bir kabul gününe doğru gidiyordu ortam, bir-iki ufak atıştırmalık daha eklendi. Hemen olaya el koyup bilgisayarımdan 38 bölümlük bir radyo tiyatrosu bulup başlattım. Bir cinayet romanı uyarlaması, bayağı da heyecanlı gidiyor. Alışkanlık oldu,
her gün üç bölüm izliyoruz.
Farkındalıklar artıyor, çok güzel sohbetler çıkıyor
Mutfak işleri de devam ediyor. Sabah kahvaltısı üzerime kaldı! Bunları yaparken birtakım farkındalıklar doğuyor, diğer taraftan ev halkıyla çok güzel sohbetler çıkıyor. Tüm beylere tavsiyem, bu zor günleri renklendirmek için fırsatları değerlendirmeleri. Şunu da anlatmadan geçemeyeceğim; üretime katılmayan küçük kızım -onun görevi getir götür ki bundan hiç memnun değil- doğranan sebzeleri görünce “Anne, babam daha güzel doğruyor” dedi. Küçük hanımdan takdir aldık. Ayrıca EBA’daki bütün derslere de beraber giriyoruz, sınıf arkadaşıyız. Her öğretmeni ekranda görüp ayağa kalkması beni benden alıyor. Hiç bozmadan ben de kalkıyorum ayağa.
“Evde sıkılıyoruz” diyenlere tavsiyem, katılın yapılan her şeye. Çok eğlenceli oluyor.