Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

Güncelleme Tarihi:

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 17, 2022 07:00

Yaşam stili dergisi Monocle, son sayısında yoğun metropol hayatına rağmen keyif yapmanın yollarını mutlaka bulan İstanbulluların ‘benzersiz alışkanlıklar’ına yer verdi.

Haberin Devamı

‘Sadece zevkini çıkarmak için’ başlıklı makalede, İstanbul’un keyif ustası kedilerini de unutmadı. Sığ denizi bulunca plastik masayı ve sandalyeleri kapıp denize taşımak, sabahları uzun uzun kahvaltı etmek, sokak arasındaki bir çay ocağının önüne oturup ince belli bardaktan çay içmek... Demek ki fırsatını bulunca hazzı kovalamak, hemen ‘keyif yapmak’ bizim işimiz. Ama derginin listesi bize yetmedi.

Bize özgü pek çok ‘keyif anı’nı daha listeledik.

Ayrıca madem bunca ‘keyfimiz’ var deyip bu anların mutluluğumuza etkilerini de mutluluk üzerine çalışmaları olan, bu konuda çevrimiçi platformlarda konuşmalar yapan psikiyatr ve psikoterapist Doç. Dr. Defne Eraslan’la konuştuk. Eraslan da küçük keyiflerin önemini unutmamamız gerektiğini söylüyor, her gün için mutlu olduğumuz bir anı not etmemizi tavsiye ediyor, “Biliminsanlarına göre mutluluk bir şeye sahip olunca elde edilen bir duygu değil, anlık iyi olma hali” diyor.

Haberin Devamı

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

Size bir soru: “En son ne zaman sadece zevk için bir şey yaptınız?” Monocle’ın temmuz-ağustos sayısında yayımlanan anın tadını, zevkini çıkarmakla ilgili yazı bu soruyla başlıyor. Bu konuda da İstanbulluları anlatıp bizim ‘benzersiz alışkanlıklarımız’a değiniyorlar. Bunu yaparken de Türkçe ‘keyif’ kelimesini kullanıp İstanbul’un kedilerini de ‘masters of keyif’ yani ‘keyif ustaları’ ilan ediyorlar. Yazıda keyif yapmak için ilhama ihtiyacı olanlara kedilere bakmaları tavsiye ediliyor. “Güneş altında esnerken yüzlerinin aldığı ifadelere, herkes bir yerlere koştururken uyuklamalarına dikkat edin” deniyor: “Kediler sadece keyif almanın tadını çıkarıyor, fotoğraflarının kaç beğeni aldığıyla ya da kaç kez paylaşıldığıyla ilgilenmiyor.”

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

‘Size hiçbir şey vaat etmiyor’

Makalenin yazarı Hannah Lucinda Smith yazısında ‘keyif’ kelimesinin kimileri tarafından dışlanmasının üzüntü verici olduğunu da dile getiriyor: “Bir noktada, boş vakit, satılacak bir ürün haline geldi... Eğer bir şey satılıyorsa bir değeri olmalı. Sizi ileri götürmeyi vaat etmeli. Daha uzun yaşamak için spor yapmak, bakış açınızı geliştirmek için seyahat etmek, sizi daha ilginç, biri yapacak hobiler edinmek gibi. Yani iş dışı vakitlerinizde daha fazla iş yapmalısınız. Oysaki keyif bunlardan hiçbirini vaat etmiyor. Size ne harika bir vücut ne de böbürlenecek bir konu verecek. Sizi daha iyi veya daha güçlü yapmayacak.”

Haberin Devamı

İşte dergide yer verilen ‘bize özgü keyifler’...

Karaya vuran dalgaları ayağınızın altında hissederken bir yandan da nargile içmek.

Sığ denizi bulunca plastik masayı ve sandalyeleri kapıp denize taşımak.

Sabahları balından reçeline, tereyağından peynirine zengin sofralar kurup uzun uzun kahvaltı etmek ve sonrasında da akşam saatlerine kadar açlık hissetmemek.

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

Sokak arasındaki bir çay ocağının önüne atılmış plastik taburelere oturup ince belli bardaktan çay içmek.

Güneşli bir günde vapurun arka tarafına geçip sadece dalgaları izlemek.

Tekneyle denize açılıp 15 milyonluk şehrin gürültüsünden birkaç saatliğine uzaklaşmak.

Haberin Devamı

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

Elleri arkada kavuşturup kaşlar çatık bir halde düşüncelere dalarak sakince yürümek.

Bayraklar ve ışıklarla süslenen arabalarda müziğin sesini sonuna kadar açıp Boğaz’da turlamak. (Bu madde son dönemde gençleri keyiflendiren aktiviteler arasında sayılıyor.)

Tek başına bir balkon, bir deniz yeter!

Monocle’ın makalesinden yola çıkarak, ekip olarak günlük hayatımızda bize nelerin keyif verdiğini düşündük. İşte bizim maddelerimiz:

Vapurda yolculuk yaparken martılara simit atmak.

Mahallede sokağa sandalye, tabure atıp komşularla sohbet etmek.

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

Haberin Devamı

Boğaz kıyısında oturmak... İster rakı-balık yapmak, ister  bir banka kurulup manzarayı izlemek, hiç fark etmez.

Mini mangalla her yerde mangal yapmak. Mangalın başında yiyeceklerin pişmesini beklerken üzerinden atıştırmak.

Simit, peynir alıp ille deniz kıyısında çaycıya gitmek.

Akşam yemeği yerine kahvaltı yapmak.

Balkon keyfi...

Sahilde açık havada okey oynamak. Deniz sonrası sahilde tavla oynamak.

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

Dışarıda oturup geleni geçeni izleyerek çekirdek çitlemek.

Sabaha karşı çorbacıya gitmek.

Kar yağınca çoluk çocuk leğenle kaymak.

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

Haberin Devamı

Türk kahvesi falına baktırmak.

Yemeğin suyuna ekmek banmak.

‘Maddiyatla, unvanla mutlu olunmuyor’

Mutluluk üzerine çalışmaları olan, bu konuda çevrimiçi platformlarda konuşmalar yapan psikiyatr ve psikoterapist Doç. Dr. Defne Eraslan bize mutlulukla ilgili pek çok bilgi verdi; anlık zevklerin, küçük keyiflerin önemini o da onayladı. Ayrıca üzüntülerimizi yok saymanın neye mal olacağını ve duygusal bağışıklık sisteminin anlamını da anlattı.

Üzülüyoruz, zorlanıyoruz ama yine de ‘keyfimize diyecek yok’

İnsanlar bugünlerde neden mutlulukla daha çok ilgileniyorlar? Mutsuzlaştığımız için mi?

İlgileniyorlar çünkü yeni şeyler öğrenmek istiyorlar. Türkiye için mutluluk değerlerinin karşılaştırılabileceği uzun dönem verilerimiz yok ama Batı ülkelerinde evet, mutluluk düzeylerinin hafifçe gerilediğini söyleyebiliriz.

Mutluluğun tanımı nedir sizce?

Biliminsanları “Mutluluk bir şeye sahip olunca elde edilen bir şey değil, anlık iyi olma hali” diyor. Ama çoğumuzun gündelik hayattaki tanımı “Şunlara şunlara sahip olursam mutlu olurum” şeklindedir. Araştırmalar, barınma ve yemek gibi temel ihtiyaçlarımız karşılandıktan sonra o hayalini kurduğumuz güzellik, para, unvan, ev, araba gibi şeylerin aslında bizi mutlu etmediğini veya geçici bir süre mutlu ettiğini gösteriyor. İnsanların mutluluğa nasıl ulaşacakları konusundaki hayalleri, onları daha istekli yapıyor olabilir ama kalıcı bir mutluluk sağlamadığını biliyoruz. Çünkü bizim duygusal bağışıklık sistemimiz var. Bizi iyi ve kötü şeylerden koruyan bir sistem bu... Neye sahip olursak olalım veya başımıza kötü ne gelirse gelsin, günün sonunda duygu durumumuz aşağı yukarı hep aynı noktaya dönüyor. Özellikle iyi şeyler yaşadığımızda bu çok daha hızlı oluyor, etkisi o kadar da uzun sürmüyor. Kötü olaylarsa çok daha uzun süre mutsuz olmamıza sebep oluyor ve zihnimizi meşgul ediyor.

Bu tuhaf değil mi sizce?

Tuhaf değil de üzücü bence. Şöyle düşünün: Mutlu oldunuz, “Tamam artık” dediniz. İşte bu motivasyonsuzluk insanın hayatta kalmasını zorlaştırabilir. Bir yandan da bazı insanların başına çok ağır şeyler geliyor. Bu kişilerin kimi zaman “İyi ki oldu. Artık çok daha güçlüyüm” dediklerini duyarız. Bu sayede acı olaylarla baş edebiliyorlar çünkü. Demek istediğim şu: Duygusal bağışıklık sistemimiz bizi aşırı mutlu olup motivasyonumuzu kaybetmekten koruyor. Aynı zamanda da acıların karşısında yıkılmamızı engelliyor.

O zaman her şeye rağmen mutlu olmak diye bir şey var?

Evet, var. Bir çalışma yapmışlar. Piyangoda büyük ikramiye kazananlarla bir trafik kazasında uzuvlarını kaybeden insanların
iki sene sonraki mutluluk düzeylerini kıyaslamışlar, aynı çıkmış. Görüyoruz ki kötü olaylar bizi zannettiğimiz kadar etkilemiyor.

California-Riverside Üniversitesi’nden Sonja Lyubomirsky’nin araştırmasına göre mutluluğumuzun yüzde 50’sini genetiğimiz şekillendiriyor...

Bu oranın yüzde 60’a uzandığını söyleyen yeni araştırmalar var. Başımıza gelenlere verdiğimiz tepkileri ve kendimizi toparlama yollarımızı genetik özelliklerimiz belirliyor. Tabii ki tek bir gen bütün mutluluğumuzdan sorumlu değil, belki yüzlerce farklı kişilik özelliğinin bir araya gelerek yarattığı bir sonuç bu...

Araştırmaya göre nasıl yetiştirildiğimiz ve başımıza gelenler, mutluluğumuzda yüzde 10’luk paya sahip. Yüzde 40’lık kısımsa rutinlerimiz...

Kimi insanlar başına ne gelirse gelsin diğerlerine göre bundan daha az etkileniyor; işte bu genetik. 

Rutinlerimizle nasıl mutlu olabiliriz?

Sonuç ve maddi kazançlar yerine süreç ve anlamlı şeylere odaklanın. Maddiyat, unvan vs. elde ederek mutlu olamayacağımızı aklınızdan çıkarmayın. Anlık zevklerin, küçük keyiflerin önemini unutmayın. Asıl odaklanmamız gereken, hayatta neden zevk aldığımızı bulmak. İnsanların çoğu zamanını yoğun bir şekilde işe harcıyor. Oysa sosyalliğin mutluluğu desteklediğini gösteren çok çalışma var. Otobüste size “Kızım, sen nerede okuyorsun” diyen teyzeyle girdiğiniz mini bir sohbet olabilir bu. Bugün birçok insanın kaçındığı gündelik sohbetlerin mutluluğumuzla doğrudan ilişkisi var.

Başka hangi örnekleri sayabilirsiniz?

Mümkün olduğunca kendinize zaman ayırın. Tercihlerinizi gözden geçirin. Bazen danışanlarıma “Her gün için mutlu olduğunuz bir anı not edin” diyorum. Görüyorum ki mutlu oldukları anları bazen fark etmiyorlar. Bu sayede duygularınızın geçiciliğinin de farkına varırsınız. Instagram’da paylaşılacak havalı bir fotoğraf çekmekten ziyade sizin için çok daha anlamlı bir anı fotoğraflamayı deneyin.

Prof. Dr. Doğan Cüleloğlu da yıllar önce söyleşimizde “Mutlu olmak peşinde koşmayın! Bir insan olarak kendiniz hakkında iyi hissederseniz, yaşamınız size iyi şeylerle dönecektir” demişti...

Kesinlikle! İnsan, mutluluğu getirecek alışkanlıklar geliştirebilir. Ama anlamlı, otantik bir yaşam sürmeye çalışmak, birçok sorunun daha basit çözülmesini sağlayabilir.

‘Mutsuzluğum bana ne söylüyor?’ 

 ◊ Mutlu olmak için çabalamak bizi mutluluktan uzaklaştırıyor olabilir mi?

Öyle ama bunda sosyal medyanın etkisini de konuşmamız gerekiyor. Başkalarının mutlu anlarına bakınca bunu bir gereklilik olarak görüp sorunları görmezden gelebiliyoruz. Olumsuz duyguların da hayatın bir parçası olduğunu unutup sürekli neşe arıyoruz. Olumsuz duyguları, üzüntüleri yok sayarsanız üzüntü yaratan şeyi ortadan kaldıramayabilirsiniz. ‘Mutsuzluğum bana ne söylüyor? Harekete geçmem gereken
bir şey var mı’ diye kendinize mutlaka sorun.

 

 

 

 

BAKMADAN GEÇME!