‘Ülkemizdeki duygusal iklim, kırılgan izlenimi vermeye müsait değil’

Güncelleme Tarihi:

‘Ülkemizdeki duygusal iklim, kırılgan izlenimi vermeye müsait değil’
Oluşturulma Tarihi: Ekim 01, 2023 07:00

Ruh sağlığı ve hayata dair zihin açan görüşleriyle tanıdığımız Prof. Dr. Yankı Yazgan gelecekle ilgili olarak kendini ‘umutlu karamsar’ diye tanımlıyor ve “Negatif olasılıkları iyi tartmanız gerekiyor ki asıl gerekeni yapın” diyor. Prof. Dr. Yazgan’a göre kişinin kendi değerini kimin biçeceğine karar vermesiyse bir tercih: “Değerimizi değerbilmezlere ölçtürmek zorunda değiliz.”

Haberin Devamı

Prof. Dr. Yankı Yazgan 40 yılı aşkın kariyeriyle psikiyatrinin deneyimli isimlerinden. Yazarlığı ve çizerliğiyle de tanınan Prof. Dr. Yazgan’ın 1980’den bu yana sohbet havasında kaleme aldığı köşe yazıları ve çizgilerinden bir seçki ‘Romantik Bilim’ adıyla yayımlandı. Deneyimli psikiyatr üzerinden zaman geçmiş olmasına rağmen yazılarında teknoloji, siyaset, gençlik gibi çeşitli konularda düşündürücü tespitlerde bulunuyor. Biz de bu yazılardan yola çıkarak hazırladığımız sorularla
Prof. Dr. Yazgan’ın kapısını çaldık.

“Ruh durumlarımız ülke gündemini belirliyor” diyorsunuz bir yazınızda. Bu beni çok şaşırttı. Hep tam tersini düşünmüşümdür...

“Bireysel durumlarımız gündemi belirliyor” derken ülkemizde olan bitenler kişisel hayatlarımızın sonucu değil elbette. Öyle bir anlam çıksın istemem. Ama karşılıklı bir ilişki var. Dolayısıyla dünyanın ve ülkelerin içinde olduğu değişik sebepli krizler ve kriz dönemlerinin yarattığı ruh halleriyle insanlar karar veriyor.

Haberin Devamı

Zor dönemlerden geçiyoruz. Siz gelecekle ilgili umutlu musunuz yoksa iyimser mi? Müzisyen Nick Cave umut için ‘muhalif bir kıvılcım’ diyor. İyimserlik içinse ‘acının inkârı’...

Umutlu karamsarım. İyimserlik daha ziyade işlerin kendiliğinden yoluna gireceğine olan inançtır. Umutluluksa işleri yoluna sokabileceğimize olan inançtır. Ama bunun için bir parça negatif durumları da görebilmek gerekir. Negatif olasılıkları iyi tartmanız gerekiyor ki asıl gerekeni yapın.

Kitapta değindiğiniz konulardan biri de yaşlılık: “Tecrübe genellikle bilgeliği doğurur!” Acaba son dönemde genç olmaya fazla mı değer veriyoruz?

Bir dönem genç olmuş ve genç olma sırasını savmış biri olarak ben de zaman zaman bu hisse kapılıyorum. Genç olmak, Turgut Uyar’ın dizelerindeki gibi insanların ‘bütün mümkünlerin kıyısında’ olduğu bir dönem. Gençlikten ilerleyen yaşlara giden zaman dilimi içerisindeki kararlarımız, fedakârlıklarımız ve emeklerimiz biriktiği ölçüde bir yaşam deneyimi oluşuyor. O nedenle yaşam deneyimi oluşanla yaşam deneyimi oluşturmakta olan ama yaşam enerjisi yüksek kesimlerin, yani yaşlılarla gençlerin arasındaki iletişimin yetersiz olması belki bizi böyle düşündürüyor. Gençlerle yaşlıların birbirinin alternatifi değil, aksine beraber eşit söz hakkı olduğu ortamlara daha çok ihtiyacımız var. Genç-yaşlı ayrımının, ikisi arasında güç birliği kanallarını oluşturabilecek demokratik yapının eksikliğiyle şiddetlendiğini düşünüyorum.

Haberin Devamı

Genç-yaşlı, güçlü-zayıf gibi keskin ayrımlar hayatın her alanında var. Yeni Zelanda’nın eski başbakanı Jacinda Ardern bu yılın başında istifa ederken “Liderler de hassas, sulu gözlü, nazik olabilir” diyerek farklı bir lider profili çizmişti...

Özgüvenli bir bakış açısı. Kabuğunuzu kalın gösterme ihtiyacı hissetmek, bir ülkede ya da toplumda şiddetin, dışlanmanın ve zorbalığın yaygınlığı ölçüsünde olur. Zaaflarımızı başkalarına göstermek istemiyoruz çünkü kendimizi emniyette hissetmiyoruz. Okul ortamında çocukların ve gençlerin kendilerini, farklılıklarını rahatça ifade ettikleri, bundan dolayı dışlanmayacakları ya da hedef gösterilmeyecekleri güvencesiyle yaşayabildikleri ortamlara güvenli okul iklimleri diyoruz. Öte yandan Kadın Milli Voleybol Takımımıza yapılan saldırıları ve tehditleri göz önüne aldığınızda ülkemizde duygusal iklimin mütevazı, alçakgönüllü, yumuşak hatta kırılgan izlenimi vermeye müsait olmadığını da görmek lazım. Maalesef bu nedenle kabuğu kalın göstermek kırılganlığımızı ortadan kaldırmıyor ama başkalarına agresifleşerek, başkalarını korkutmaya çalışarak kendi gücümüzü kanıtlamak gibi bir davranış alışkanlığını kitlelere yaygınlaştırıyoruz.

Haberin Devamı

‘Ülkemizdeki duygusal iklim, kırılgan izlenimi vermeye müsait değil’

Agresifleşmeden bahsetmişken özellikle İstanbul’da sokakta yürürken korkar hale geldik. Siz ‘biz canı kıymetsizler’ diyorsunuz ya, aslında canımız kıymetli değil mi?

Çünkü canımızın kıymetini başkaları canımızın kıymetini bildiği ölçüde daha çok hissediyoruz. Ve o kıymetsizlik, o değer verilmeme; değerinizi olmadık yollarla ispatlamaya çalışma çabalarını üretiyor ya da değersizliğin yarattığı korkuyu... Değersizseniz gözden çıkarılabilirsiniz. O gözden çıkarılmışlığın öfkesini hissediyorsunuz. Giderlerse gitsinler... Bunun insanı olumlu bir yöne götürmesinin mümkün olmadığını biliyoruz, üstelik her şeyin gözden çıkarıldığı bir ortam aslında dünyanın sonu demektir. Bunları karamsar bir tablo çizmek için değil, gidişin yönünü değiştirmek için bir ipucu olarak görülsün diye söylüyorum... Yoksa kendi değerimizi kimin biçeceğine karar vermek de bir tercihtir. Biz de değerimizi değerbilmezlere ölçtürmek zorunda değiliz.

Haberin Devamı

Kendimize değer biçmenin günümüzde farklı bir yolu oluştu. O da sosyal medya... Orada görünür olmak, ‘like’ almak bazıları için çok önemli...

Önemli bir kapıyı açtınız. Sosyal medyada her şey ortada. Başlangıçta çok büyük bir kitleyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz. Milyonlar bizi izliyor, her yaptığımız çok önemli. Sonra ‘like’ların sayısıyla gerçek önemimizi anladığımızı sanıyoruz. Bunun yarattığı negatif duygu da, yani beklenenle elde edilen arasındaki fark, birçok kişinin sosyal medyada değersizliğine ya da önemsizliğine kesin kanaat getirdiği ve bunu aşmak için çeşitli taklalar attığı bir yere dönüşebiliyor. Bu arada dönüşmeyebilir elbette. Çok güzel bir şekilde kullanılabilir. Tek bir yön yok yani...

Haberin Devamı

Son dönemde popüler olan bir başka şeyse ‘manifestlemek’ (aşk, aile ve işle ilgili bir dilek dileme yöntemi). Siz de duydunuz mu bu trendi?

Bir eylemle birlikte olmayan bir düşünce bizim zihnimizde kalmaya genellikle devam eder. Ama dünyadaki tesadüfleri, kendiliğinden olan gelişmeleri bizim davranışlarımızla, başka doğa olaylarıyla ilişkilendirmeye yatkın bir zihnimiz var. Dünyada olan biteni anlamlandırmak istiyoruz. Manifestlemek de bana öyle bir şeyi çağrıştırdı.

Yazmak sizde neye iyi geliyor?

Herhalde benim de manifestlemem o. İçimde kalmamış oluyor.

‘Ülkemizdeki duygusal iklim, kırılgan izlenimi vermeye müsait değil’

 

‘BİR ARAYA GELME FIRSATLARI ÇOĞALMALI’

Çocukların ve gençlerin bilgisayar başından kalkmaması bir sorun mu? Merak ettiğim aslında şu; bu şekilde hayatı onlar için anlamlı kılacak şeylerle nasıl tanışacaklar?

Bu tam cevabını bilmediğimiz ama cevabını aramaya değer bir soru. Arayışa farklı kuşakların bir aradalığıyla ama hiçbir deneyimi mutlak saymama noktasından başlamak gerekiyor. Çünkü son 25-30 yıldaki değişim daha öncesiyle kıyaslanamayacak süratte. Görüyoruz ki; 1980’lerde çok televizyon seyreden çocuktan farklı bir yanı var çok bilgisayar başında oturan çocuğun. Bu da yaşlı kuşaklar için anlaşılması zor bir durum yaratıyor: Başkalarıyla bağ kurmanın ekran üzerinden olmasının yetmesi, doğada hareketle yer almanın tek başına cazip olmaması...

Gençler ne diyor?

Gençleri dinlediğimde çoğunda başkalarıyla kurdukları bağlarda aradıklarını bulamama, bir tat alamamanın özellikle dışarıya karşı gönülsüzlükte, iştahsızlıkta bir rolü olduğunu görüyorum. Dünyanın onlara adeta sırt çevirmiş olduğunu, bizim kuşakların onlara iyi bir dünya bırakmadığını hatta yok olmak üzere olan bir dünya bıraktığını söyleyen, yazan, çizen gençlere de rastlıyoruz. Küskün, kırgın bir üslup da birçok gençte dikkat çekici. Farklı duygular ve düşüncelerle hareket ediyorlar ama ortak nokta ‘Siz gerekenleri tam yapmadınız’ mesajı. Ve “Ne yapacağımızı da bilmediğimiz için kalıpların dışına çok çıkmıyoruz” gibi ifadeler de var. Tabii bir uzman ağzıyla genellemeler yapmanın çok riskleri var. Ama önemli bir çoğunlukta yalnızlık, bağ kuramama, geçmiş kuşaklara öfke ve geleceğin belirsizliğinden bir umut çıkarmak yerine bir çaresizlik yaşama eğilimi ağır basıyor.

Peki, ne yapabiliriz?

Bir araya gelme fırsatlarını çoğaltmak önemli. Çocuklar ve gençlerin kendi gibi olanlarla, öğretmenleriyle, başka yetişkinlerle bir arada olmasının terapatik bir etkisi olacağını düşünüyorum. Sanat ve spor faaliyetlerine okullar ağırlık vermeli. Yabancı dil öğrenmenin, sanatla uğraşmanın geliştirici olduğunu hatırlamak gerekiyor. Okullarımızda ağırlıkta olan derslerin bilim, kültür, sanat olması gerektiğini düşünüyorum. Değer kazandırmak maksatsa, değer kazanmanın başkalarının yaptıklarına, tercihlerine değer vererek öğrenileceğini düşünüyorum.

BAKMADAN GEÇME!