Güncelleme Tarihi:
Sürekli çalışıyor. Her röportajımızda genelde setten geliyor. Ama bu sezon yoğunluğu biraz abartmış. Üç sinema filmi, iki dizisi var; “Evet, biraz öyle oldu” diyor. Yüzüne baktığınızda sizi kilitleyen mavi gözlerini söylemeye artık gerek yok, hayranları da ona zaten ‘mavi gözlü dev’ diyor. Yakışıklı olduğu kadar yetenekli de. Şu anki şöhretine rağmen o pırıltılı dünyada gözü yok; çok nahif ve sakin duruyor. Onur Tuna ile başlıyoruz muhabbete...
“Bu yıl benim yılım olsun” diye mi planladın?
Hayır. Kendi içinde iyi gelişen, çok büyük dertleri olmayan ama küçük dertlerle büyük şeyler anlatan hikâyelere denk geldim. ‘Benim yılım olsun’dan ziyade ‘Umarım çektiğimiz her şey başarılı olur’ diye sezona giriyorum.
“Bu sene gümbür gümbür geliyorum” gibi hırsların yok mu?
Hiç, sıfır... İnsanın hayatta bir şeyleri yapabilmesi için hırstan ziyade doğru parametreleri bir araya getirmesi gerekiyor. Bir hedef koyarsınız ya da bir hayal kurarsınız, onların olabilmesi için hangi yol, hangi eğitim, hangi birikim gerekiyor; bunların cevaplarını bulduğunuzda zaten başarıyı yakalıyorsunuz. Hırs bunun için sadece destekleyici olabilir.
Yakışıklısın, karizmatiksin. Ama sosyal medyanda öyle üstsüz pozların yok. “Bunları yapan çok, ben başka taraftan yürüyeyim” mi diyorsun, hamurun mu böyle?
Bunu yapanlara ne kadar saygı duyarım onu bilmiyorum. Kaslı insanlar bir yere gelir mi gelmez mi algısıyla çok ilgilenemiyorum. Ben uyandığımda işimi düşünüyorum. Annem hep, “Ünlü Onur Tuna’nın annesi değilim, oyuncu Onur Tuna’nın annesiyim” der. Annem beni öyle gördükçe ben de öyle kalacağım herhalde.
Şöhret adamı değilsin yani...
Yaptığım işin içinde de ‘şöhret’in çok olduğunu düşünmüyorum. Setlerde çok uzun süreler çalışıyoruz, 20-26 sayfa ezber yapıyoruz. Bunlar ciddi eforlar. Bir beden içerisinde yaptığınızda mutlaka yorgunlukları, kırgınlıkları oluyor ve bana insan olduğumu hatırlatıyor. Şöhretse biraz daha şaşaalı, vitrin gibi geliyor bana. Bir vitrine baktığımda o dükkânın en güzel elbiselerini görürüm. Oysa orada cansız bir manken vardır, spotlar üzerindedir ama konuşamaz bile. Teşhir gibidir. Böyle bir şey şöhret. Zaten teknik anlamda oyunculuk yapanların da ‘Çok ünlüyüm, bunun tadını çıkarayım’ diye yaşadıklarını sanmıyorum.
Sana “Mavi gözlü dev”, “Adama trene bakar gibi baktım bir saat” diye iltifatlar yazılmış. Ne hissettiriyor bu kadar yakışıklı bulunmak?
Buna nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum, anne-babamın bir ürünüyüm, genetik bir şey, ekstradan isteyerek yaptığım bir şey değil.
Sabah kalkıp aynaya baktığında “Hoş adamım” demez misin?
Belki haftanın üç günü “Okey, giderim var” derim ama dört günü değil. Kendimi beğenmişlik değil de kendimi sevmek boyutunda olmaya çalışıyorum.
Bu zamana kadar aldığın en ilginç iltifat neydi?
İltifat değil ama biri Instagram’dan şöyle bir mesaj atmıştı: “Markete gidiyorum, bir şey lazım mı?” Sonra diğer mesajlarına baktım, hiç tanımadığım birinin ciddi anlamda benimle bir yaşam kurduğunu gördüm. “Bir kâse yoğurt al” desem ne yapacak acaba? Evimi de biliyor mudur? Çok garip.
Konu sosyal medyaya gelmişken oradan tanışıp biriyle aşk yaşar mısın?
Yaşarım.
Hiç denedin mi?
Evet. Doğamız gereği güvenmek, sevmek, sevilmek istiyoruz. İki insan birbiriyle güzel konuşmaya başlarsa, dinamikler birbirini tutarsa, ‘Sosyal medyadan tanıştım’ diye o dinamikleri iptal edemezsin.
Sen mi mesaj attın o kişiye?
Bunlar çok özel sorular. Ama şunu diyeyim, şimdiki kız arkadaşıma ilk mesajı ben attım.
O zaman sorayım; oyuncu Yasemin Yazıcı ile ilişkiniz nasıl gidiyor?
Birlikteliğimiz bir yılı geçti, gayet iyi gidiyor. Nazar değmesin. Sosyal antropoloji mezunu, şimdi İngiltere’de psikoloji master’ı, bir yandan da Türkiye’de oyunculuk yapıyor. Ortak ve konuşacak çok şey buluyoruz. Dünyaya karşı dertlerimizin aynı olduğunu görüyoruz. Birlikte değişmek ve gelişmek noktasında Yasemin’le zorlanmıyoruz, o yüzden ilişkimiz iyi gidiyor.
Sette mi tanışmıştınız?
Hayır, kendisini ortak arkadaşım aracılığıyla gördüm, daha sonra sosyal medyadan ulaştım.
İkiniz de oyuncusunuz; gündeminiz hep sanat, sektör odaklı mı?
Hiç öyle değil, evimde televizyon yayınım bile yok. İnternet üzerinden izlerim. Evde enstrümanlarımla uğraşıyorum, bazen de Yasemin’le resim yapıyoruz. O bazen evin bir yerinde kitap okuyor, ben başka bir yerinde. Doğada yürüyüşler yapıyoruz. Emirgân’da, Bebek’te ‘Haydi, kadeh tokuşturalım’ gibi bir durumumuz yok.
Aralık ayında vizyona girecek ‘Son Akşam Yemeği’ filminde Mustafa Kemal Atatürk’ü canlandıracaksın. Rol için teklif geldiğinde ne hissettin?
Normalde bir proje gelince okursun. Ama böyle bir işi okuyayım mı bile diyemiyorsun. Zaten sonra senaryo geldi; o kadar güzel ve kendi içinde bir hikâyeydi ki... Çanakkale cephesi üzerinden çekilmiş, Cumhuriyet ya da Osmanlı’nın çöküş dönemine dair çekilmiş projeler var. Bu biraz daha kendi içinde, halk üzerinden Atatürk’ü anlatan bir hikâye. Lokal. Tüylerim diken diken oldu, direkt menajerimi aradım ve “Oynamak istiyorum” dedim.
Çekimler başladı mı?
Hayır, 1-2 hafta içinde başlayacak.
Film hangi dönemi anlatıyor?
Çankaya Köşkü’nün mutfak hikâyesi ve Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’i kurmak istiyor... Bu kadar diyeyim.
Çalışmalara başladın mı?
28 Ekim 1923 gecesinde ve ertesi gün Cumhuriyeti ilan edecek olsaydım, yeni bir rejim, seçme seçilme hakkı, yeni bir parlamenter sistem... Neler hissederdim diye düşünmeye çalışıyorum. Birkaç hocam var, onlarla çalışıyorum. Atatürk’ün beden dilini öğrenebilmek için tüm görsellerini, görüntülerini izliyorum, kitaplar okuyorum.
Atatürk’ü canlandırmak çok önemli ama aynı zamanda çok zor olsa gerek. Herkes izleyip bir yorumda bulunacak. Eleştirilmekten korkuyor musun?
Eleştirel boyut illaki olacaktır, dediğiniz gibi rol Atatürk, ama bir yandan da şunu düşünüyorum; özgürlükçü bir ailenin çocuğuyum. Babamın kitaplığı da cümleleri de bana Atatürk’ü anlatmaya yeterliydi. Böyle büyüdüm. Dolayısıyla Atatürk’ü hayal ettiğimde bile kendimi onu anlayan bir genç olarak görüyorum. Onu anladığım için de kötü bir şey yapmayacağıma inanıyorum.
Diğer işlerine gelirsek...
‘Dilemma’ çok sevdiğim bir film oldu, Mustafa Kotan çekti. ‘Clubhouse’ diye bir uygulama vardı, o uygulamanın aslında toplum ve aileler içinde ne kadar negatif etkiler yaratabileceğini gösteren bir film. Diğer film ‘Hiç’te narsistik kişilik bozukluğu olan bir psikoloğu oynuyorum. ‘Sarmaşık Zamanı’ adlı dizinin Kuzey Avrupa işleri gibi biraz donuk, biraz nordik bir havası var. Kendi içinde izleyiciyi geriyor. Diğer bir işim de Ay Yapım imzalı ‘Şahane Hayatım’ dizisi; sonbaharda televizyon ekranlarında olacağım.
Herkes istediğince öpüşüyor ve sevişiyordur
11 yılda oyunculuk adına sence neler değişti?
Bu işe başladığım zamanlarda sosyal medya bu kadar güçlü değildi. Kimse story atmazdı, kimse cebinde cep telefonuyla oynayamazdı. Mesela maddi durumu kötü birini oynuyorsun ya da dönem işindesin, cebinde telefon. Bunları etik bulmuyorum çünkü nasıl fabrikada çalışan bir işçi tulumunu giyiyor ve zanaatıyla ilgili duruma konsantre oluyor, bizim de aynı şeyi yapmamız gerekiyor.
Esra Dermancıoğlu “27’den sonra sanki herkes zombi, bir tek 20-27 yaş arası aşk yaşıyor. 30’lu yaş neden dizilerde aşk yaşayamıyor, hep gençler üzerinden anlatılıyor” dedi. Katılıyor musun?
Diziler üzerinden Esra’nın söylediğine katılıyorum ama gerçek hayatta böyle bir şey olduğunu düşünmüyorum, herkes istediğince öpüşüyor ve sevişiyordur. Endüstrinin duyuları olduğunu düşünmüyorum, mekanik boyutta endüstri şunu diyor olabilir: “Görsel olarak daha genç insanların aşkını satmak istiyorum.” Bunu ben demiyorum, diyen düşünsün.
Oyunculukta da insanın haddini bilmesi gerek
İki albüm yaptın, sonra müzikle arana mesafe mi girdi?
Yok, üç gün önce stüdyodaydım, dört yeni şarkı kaydettim. Bir de üç şarkılık YouTube projesi kaydettik. Doğru zamanı bekliyoruz.
Şarkı sözlerini sen yazıyorsun. Neler sana söz yazdırıyor?
Çocukluğumdan beri yazmayı seviyorum. 14 yaşında gitar çalmaya başladım, armoni ve metronom üzerinde şarkı sözü yazıp onları o ölçüye oturtmakla alakalı şeyleri keşfettim. O keşif hoşunuza gittiğinde yapmaya başlıyorsunuz zaten.
Neden iktisat okudun?
İstanbul ya da İzmir’de üniversite okumak istiyordum. Puanım iktisat fakültesine yetti.
Oyunculuğa katkısı oldu mu?
Hayır ama Hakkı Devrim bir programda şöyle demişti: “Üniversite insanın haddini bildiği yerdir, gidersin ve haddini öğrenirsin.” Oyunculukta da insanın haddini bilmesi gerekiyor, üniversiteye gitmenin öyle bir faydası olmuş olabilir.
Romantik olmayı seviyorum
Boyun 1.95...
Boyum hep uzundu, ilkokuldan beri arka sırada oturan çocuktum.
Zor muydu?
Alışıyorsun. Bakış açın hep o noktadan oluyor. Biraz kamburum çıkıyor ama bazen fark ediyorum.
Seni romantik işlerde sıkça izledik. Romantik prenslik var mı?
Romantik olmayı seviyorum. Kız arkadaşıma romantik davranmak, ona karşı ilgili alakalı olmak ya da küçük sürprizler yapmak bana iyi geliyor.
Aşkı nasıl anlatırsın?
Takıntı ve tutku.
Tutkulu bir adam mısındır?
Öyle söylerler.
Bir kadında en tahammül edemediğin şey nedir?
Dürüst olmaması ve deşifre olduğu halde yalanına devam etmesi.
Son sevgilinden ne öğrendin?
Daha büyümem gerektiğini...
Sevgilin sana en çok ne der?
“Sakin!” Bir yalan duyduğumda ya da birinin riyakâr davrandığını gördüğümde çok üzülüyor, geriliyorum.
Seni en çok ne mutlu eder?
Sevdiklerimi mutlu görmek.
En mutsuz eden şey nedir?
Yalan; yalan duyduğumda çok üzülüyorum ve orayı terk ediyorum.
Nasıl bir dünya hayalin var?
İnsanların bulmak istediği gibi bıraktığı bir dünyada yaşamak isterdim.
Yapmaya başlayınca duramadığın bir şey söyle...
Tablo boyamak, bir gecede bitirmek istiyorum mesela. Fön makinesiyle mi kurutsam diye düşünüyorum.
Sabahları tekerleme söyleyerek uyanmaya devam ediyor musun?
Tabii, Yasemin’i de başlattım hatta.