Güncelleme Tarihi:
İstanbul’dan bir dostuma birkaç güne tekrar Burning Man’e gideceğimi söylüyorum, bir heyecan. “Eda Taşpınar’larla birlikte yanmaya gidiyorsunuz yani” diyor. Eda Taşpınar, burada bir isim değil, bir insan grubunun karşılığı. Instagram magazininden ne kadar uzakta olduğu, verdiği ‘5 yıl öncesinden kalma’ referanstan belli. ‘Şeyma Subaşı’ dese neyse. Konuşmanın anafikri Instagram ve parti seven Türk magazin figürlerinin ‘Burning Man’ varlığını keşfetmeleri sonrası, bizim kafalarda yerleşen ‘Burning Man’ algısı.
Türklerin Nevada’nın Black Rock çölünde düzenlenen bu festivalle bu macerası, son 3-4 senede ağırlıklı ABD’de bulunan, New York/Los Angeles hattını hakkını vererek yaşayan, uluslararası boyutta partileyen ve bunu körü körüne değil, işin içine iki doz da olsa ‘farkındalık’ katmış, genç, yupppie/hippie bir kitle öncülüğünde gelişti. Kitlenin İstanbul’daki karşılığı belki bir avuç ‘Lucca’, bir sahil ‘Suma’ kadar. Öncesinde ‘dünyanın en çılgın festivalleri’ başlıklı derleme haberlerinin en hoş ‘kutu’sundan festival, söz konusu ‘çekirdek kitle’nin BM dönüşü sonrası
#misshomealready etiketiyle, özenle yapılan Facebook albümleri, memlekete daha da ‘farkında’ dönmeleri ve bu ‘insanlık deneyimi’ni yaymalarıyla daha da bilindi, konuşuldu.
Nevada’daki dokuz günlük festivalin özeti: Özgürleşebilmek için hayatından bundan daha iyi bir alan istesen yaratamazsın.
Genç delikanlının derdi
Ağırlıklı Los Angeles’ta yaşayan, gruptaki ‘kültür çeşitliliğini’ tek başıma teslim ettiğim 9 Amerikalı arkadaşımla birlikte kamp yapıyorum. Tek Türk, tek yabancı, hatta tek ‘beyaz ve Amerikalı olmayan’ benim. Ve ilk gün karavan komşumuz: ‘Duyduk da geldik’çi dört Türk genç delikanlı. Ekibin son derece sıcak ve İngilizce hoş geldin/beş gittin konuşmalarına, Türkçe karşılık veriyorum, yüzlerin gevşeyeceğini sanarak. Birinin hayatındaki ilk ABD yolculuğu bu, çevresinden çok duyduğu bu ‘çılgın parti’ye meraktan gelmiş. İstanbul’da yaşıyor, Okmeydanı’nda oturuyor. En arkadaki dördüncü eleman, Türkçe “Ha yine buldunuz çöl ortasında bir Türk hıyar” diyor, İstanbul’dan tanıdığı bir kızın da burada olduğunu ve onu kovaladığını anlatıyor. Genç Türk delikanlısı çölün ortasında, 70 bin insanın arasında, ‘spiritülelliğin Davos’u gibi bir yerde, İstanbul’dan tanıdığı kızı bir şekilde yakalayıp ‘sıkıştırma’ derdinde. Hoş geldin, ey Türk işi Burning Man!
Kendi kabuğunda, huyunda, suyunda
Sabahın ilk ışıkları, disko topunun, güneşten daha da parlak ve sıcak olduğu noktaları. İki sene evvel, aynı disko topunun altında, memleketin en meşhur oyuncu-müzisyen çiftine rastladığımız, sevgiyle kucaklaştığımız yer burası. Bu kez karşımızda ‘filancanın oğlu’, ‘falancanın nişanlısı’ unvanlı ‘Türk işi Instagram şöhretleri’.
Çölün orta yerinden manzaralar: İtalyanı, elinde su matarası, gelen geçene fısfıs yaparak milleti serinletme, Fransızı nane şeker dağıtarak kuruyan nefesleri ferahlatma, Almanı yerdeki çöpleri alıp temiz tutma, Türk’üyse ‘selfie’ derdinde. Biz nerede yanlış yapmış olabiliriz? Herkesin birbirine türlü hoşlukla, jestlerle yaparak, cebinde taşıdığı minik hediyeleri dağıtarak geçen 2-3 saatlik disko mesaisinde ‘Törkiş Insta’ tayfası kendi ceviz kabuğunda, huyunda, suyunda. En senin gibi olmayanı bile anlama, yerine koyabilme ve takdir etme şansı sunuluyor sana. Mütemadiyen tatlı enerjiler cereyanında-koridorunda kalmak gibi bir his bu ve “teğet geçmesi mümkün değil” diyorsun. Ta ki, gerçek dünyaya dönüp ‘Türk işi Burning Man’ sahneleriyle karşılaşana dek. En Türk halim ve Türkçe “Gözlükler yakıyor” diyorum, sevgi dolu bir suratla. “Thank you” diyerek karşılık veriyor, “Karıştırdınız kardeş, ben Türk değilim” diyen vücut diliyle. Yabancı topraklarda Türk’ün Türk’lüğüyle derdi, Türklüğünden neredeyse utanması ve Türklerle muhabbeti/takılmayı bir tür ‘sınıfsal problem’ olarak görmesi başlı başına bir ‘sosyolojik tez’ konusu. Geçelim.
Oğulcan Engin, Şeyma Subaşı ve arkadaşları, anda değil, paylaşımda kalmayı seçti.
Asıl güçlük ‘an’da kalamamak!
Aynı zamanda, aylardır, yıllardır arayıp da bulamadığın ‘dijital detoks’ kampı sanki. “Tam da burada babam bile ‘an’da kalır” dedirten türden. İnternet bağlantısı, her geçen sene biraz daha kuvvetlenmesine rağmen, hâlâ son derece zayıf, dünyayla iletişimin ‘nihayet’ kopuk. Özgürleşebilmek için hayatından bundan daha iyi bir alan istesen yaratamazsın. En büyük güçlük, ‘an’da kalabilmek değil, tam aksine kalamamak!
Kendinize bir borç bilin
Bir-iki ‘askerlik’ hatırası ve döne döne bakmak isteyeceğin sanat enstalasyonları/arabalarından kareler çok anlaşılır fotoğraflar, BM sonrası paylaşımlar. Doğallığın kutsandığı bir düzende makyaja batmak, her türlü doğal afete ve teknolojik imkânsızlığa rağmen Instagram filtresinden ödün vermemek, dünya gözüyle görüp görebilecek en kreatif/sanatsal/ilham verici karelere rağmen ısrarla ‘selfie’ diyebilmek, müthiş bir azim örneği, “direne direne post’layacağız” öyküsü. Takdir etmeli, saygıyla eğilmeli.
Özetle: Bir tür, ‘alternatif bir düzen’ pratiği aslında bu. Dünyanın farkı noktasından, kültüründen 70 bin kişiyi çölün ortasına sadece bir haftalığına var olacak bir yaşam alanına yerleştirsen, para, pul, şan, kartvizit gibi unsurları tedavülden kaldırsan, sadece yardıma, takasa ve sevgiye dayalı bir ‘ekonomi’ geliştirsen ve herkesin fikrini, rengini, sesini özgürce saçabildiği bir dil yaratsan, dünya nasıl bir yere benzerdi? Kobaylardan biri olarak şunu söyleyebilirim: Her şeye rağmen böyle bir dünya mümkün.
Kişisel gelişim seansları, kafa açma tatilleri adına harcadığınız maddi ve manevi her şeyi bir kenarda biriktirin ve imkan yaratın. Kalbinizin açık, Instagram’ınızın kapalı olduğundan emin olun. Bir gün mutlaka bu deneyimi yaşamayı kendinize borç bilin.