Güncelleme Tarihi:
Herhangi bir kardiyolog değil o...
Sadece programı 100’den fazla ülkede yayımlandığı ya da gittiği her yerde bir ‘rock star’ gibi karşılandığı için de... Dokuz yıldır ekranda olan ‘The Dr. Oz Show’da ele aldığı konularla dünyanın sağlık gündemine yön veren bir hekim Mehmet Öz. Sekiz yıldır da yazılarıyla Hürriyet Pazar okurlarıyla buluşuyor. Ekibiyle birlikte programının bu seneki temasını, ‘Önemli olan ne yediğimiz değil, ne zaman yediğimiz’ şeklinde özetleyen Öz’le İstanbul’da buluştuk. Trump’la birlikte çalışmaktan eşiyle olan ilişkisine, hayatı boyunca aldığı en anlamlı hediyeden evlerinde fındıklı çikolata kreması yenip yenmediğine kadar aklıma ne geldiyse sordum. Bol bol sağlık tüyoları almayı da ihmal etmedim. Mesela: “İnsanlar Aspirin’i genellikle sabah içer. Ama kalp krizi oranınızı düşürmek istiyorsanız, Aspirin’i kesinlikle akşam içmelisiniz...”
* Herkes sizinle fotoğraf çektiriyor, çektirmese bile sizin fotoğrafınızı çekiyor. Sıkılmıyor musunuz?
- Sıkılmıyorum çünkü hem az vakit alıyor hem de bu, onlara büyük bir neşe ve heyecan veriyor.
* Sizi görünce insanların yüzü gülüyor...
- Bu benim için çok duygusal bir konu. Her şey bu son 15 sene içinde değişti.
‘The Dr. Oz Show’la birlikte değil mi?
- Evet ama aslında ondan da önce, Oprah’ın (Winfrey) programına çıkmamla başladı. 40 yaşıma kadar beni kimse tanımazdı. Oprah’ın programına çıktıktan sonra yanıma geliyor, fotoğraf çektiriyor, soru soruyorlardı. Ben de gençliğimde öğretmenlerime devamlı soru sorardım. Onların bana verdiği emeği ben de halka dağıtmak istedim. 10 saniye konuşabilsek bile bu bana mutluluk veriyor.
* Size en çok ne sorarlar?
- En çok nasıl kilo vereceklerini ve anksiyeteden nasıl korunacaklarını.
* Anksiyete epey yaygın o zaman...
- Çok yaygın, inanılmaz! Pek çok ülkeye gittim, hepsinde aynı şikâyet... Herkes kendini izole hissediyor. Toplum olarak, birbirimizi devamlı bağlantıda tutmamız gerek. Bu hissi son dönemde biraz kaybettik.
* Birbirinden bu kadar farklı toplumları anksiyetede birleştiren ne peki? Siyaset mi?
- Siyaset değil çünkü siyaset her zaman karmaşık bir şeydi. Bence sosyal medya! Herkes, başkasının ne yaptığına bakıp bir şeyler ‘sanıyor’ ama gördüğü şey aslında doğru değil. Şimdi biz, biraz önce fotoğraf çekimi yaptık. Biz bunu yaparken yürüdük, yer aradık, biraz terledik, biraz stres olduk. Fotoğrafta bunların hiçbirini göstermedik, sadece neticeyi gösterdik. Ama arkadaşlarınız sizin için “İnanılmaz güzel bir hayat yaşıyor, Mehmet Öz’le ameliyathaneye girmiş” diyecek mesela...
* Kendinizi kaç yaşında hissediyorsunuz?
- Geçen ay 58’ime bastım ama vücut yaşım 49.
* Doğum gününüzde pasta yediniz mi?
- Bir dilim almanpastası yedim.
* Yemek, sadece yemek midir?
- Hayır değildir. Bu son senelerde ne yediğimizin değil de, ne zaman yediğimizin önemli olduğunu öğrenmeye başladım. Hugh Jackman yakın arkadaşım. ‘Wolverine’ rolünü oynamak için bir süre inanılmaz miktarda yemek yedi. Ama rolden sonra öyle dev kalmak istemedi tabii. Aralıklı oruç adında bir teknik kullandı. Hollywood’da çok yaygın.
* Zor mu?
- Tam aksine, kolay bir teknik çünkü hayat boyu uygulamak mümkün. Bu oruç hem hormonlarınızın seviyesini düzenliyor hem de vücudunuzda fazla şeker varsa, onu düşürüyor. Erken bunamayı geciktiriyor, bağırsakları rahatlatıyor, karaciğer ve şeker hastalıklarına karşı savaşıyor...
* Peki, nasıl uygulanır bu aralıklı oruç?
- Birkaç değişik tarzı var. Seçeneklerden bir tanesi beş gün normal yiyip iki gün kısıtlı zaman diliminde yemek. Ama benim en çok sevdiğim metot, her gün yemek yediğiniz zamanı biraz kısıtlamakla uygulananı... Bunun sekiz saat olması şart değil. 12 saatle başlayın. Diyelim ki sabah 07.00’de kalktınız, akşam yemeğiniz 19.00’dan önce bitmeli. Yaz akşamları herkes dışarıdayken yemekler daha geç yenebiliyor. Akşam yemeğiniz 22.00’de bitiyorsa, sabah kahvaltınızı 10.00’dan önce yapmayın; vücudunuz 12 saat dinlensin. Genelde Batı’da (buna Türkiye de dahil) insanlar günün 17 saatinde yemek yiyor. Bu yanlış! Atalarımız hiçbir zaman o kadar sık yemek yemezdi.
* “3 ana öğün, 3 ara öğün ye” diyen beslenme uzmanları var. Altı öğün yemek iyi bir şey mi?
- Fark etmez... Yeter ki bir şeyler yediğiniz zaman dilimi 12 saati geçmesin. Kilo kaybetmek isterseniz, sekiz saat içinde yemeniz gerek. Kilo vermek istemiyorsanız 12 saatte kalın. En büyük menfaat, kilo kaybetmek değildir. Hormonları düzeltmek çok daha mühim. Bu oruç, işte bunu sağlıyor.
Diyet yapanların sıkıntısı bu sürede yalnız kalmaları
* “Akşam 19.00’dan sonra yemek yeme” derler ama işten 18.00’de çıkan biri için bu mümkün değil. Nasıl yapacağız?
- Ben bunu önermiyorum çünkü yapmasını çok zor buluyorum. Hiç kimse saat 19.00’dan önce yemeğini bitiremez. Diyet yapmak isteyenlerin büyük bir sıkıntısı var: Yalnız kalıyorlar! Arkadaşları yemeğe çıkıyor, onlar gidemiyor. Akşam arkadaşlarınızla beraber yemek yiyecekseniz, 22.00’den önce bitirin, en az iki saat bekleyip uyuyun.
* Sağlıklı beslenmek sizce bir irade meselesi mi?
- Hayır. Yapmanız gereken basit: En sevdiğiniz yemekleri seçin. Hangileri sağlıklıysa onları yiyin. Genelde insanlar tam tersini yapıyor; en sağlıklı yemeklerden en az nefret ettiklerini yiyor. Bu çok sıkıcı!
* Akşam yemeğinden sonra atıştırmak depresif bir ruh hali belirtisi midir?
- Evet, sıkıldığımız için yiyoruz. Akşamları canınız atıştırmalık istiyorsa, ıhlamur gibi kafeinsiz bir çay içebilir, yağsız patlamış mısır yiyebilirsiniz.
* Şu aralar dünyada hangi diyet revaçta? Pegan diyeti çok konuşuluyor, siz ne düşünüyorsunuz?
- Geçen sene bir sürü insanı dahil ederek ABD’de en rağbet gören 10 diyeti araştırdık. İçlerinde iki tanesi en başarılı çıktı: Vegan ve Paleo diyetleri... İkisi de en çok kilo kaybedilen ve bu kilonun korunduğu diyetler. Veganlar, dışarıya çıktıklarında yemek bulmaları zor oluyor. Paleo diyetinde de yeterli derecede sebze yok. Bu ikisini bir araya getirdiğinizde, ortaya inanılmaz başarılı bir ‘pegan’ diyeti çıkıyor. Veganlar, diyetlerine biraz yüksek kaliteli et koyarlarsa hayatları çok daha rahat olur. Ama az miktarda tabii. Kırmızı eti de kabul ediyoruz ama balık olursa daha iyi.
“Ivanka beni aradı, ‘Sizi konseye koymak istiyoruz, halka yarın söyleyeceğiz’ diye haber verdi. ‘Hayır, beni oradan çıkar’ desem ayıp olurdu...”
Uyuduğunuz zaman beyin hücreleri arasındaki boşluk açılıyor
* Doktor Neal Barnard’ın ‘Peynir Tuzağı’ adlı kitabı çok tartışıldı. Kitapta “Kalori, yağ ve kolesterolle yüklü peynir, kilo almanıza neden olurken, yüksek tansiyondan eklem rahatsızlıklarına kadar birçok hastalığa sebep oluyor” deniyor. Peynir yemeyelim mi?
- Neal Barnard yakın arkadaşım. “Şeker hastalığının en büyük nedeni doymuş yağ ve hayvansal yağlardır” diyor. Katiyen peynir, tereyağı yemez.
* Siz yiyor musunuz?
- Ben yiyorum çünkü şeker hastalığım yok. Ama dediği doğru. Şeker hastalığınız varsa, uzak durmanız lazım. Vücudunuzu dünyada sizden daha iyi tanıyan kimse yok, olamaz da. Kimseye o rolü vermeyin. Şeker hastalığınız varsa et, doymuş yağ ve şeker yemeyin. Herkesin vücudu ve korkması gereken şikâyetleri farklı. Bazı insanlar demans olacak, bazıları kanser, bazıları eklem ağrıları çekecek. Vücudunuzun gevşek kısmını öğrenin, ona göre beslenin.
* Röportaja başlamadan, vitaminleri bile hangi saatte aldığımızın öneminden bahsetmiştiniz.
- Evet, anlatayım... C ve B vitaminleri, 12 saat içinde vücuttan atılır. O yüzden vitaminin yarısını sabah kahvaltıdan sonra, yarısını da akşam yatmadan önce için. Uyuduğunuz zaman beyin hücreleri arasındaki boşluk açılıyor, o boşluklardan beyin hücrelerini yıkayan sular geçmeye başlıyor. Biz hekimler o suların içinde B ve C vitaminlerinin olmasını istiyoruz. Koruyucu hücrelerimizin bazısı sabah kuvvetli oluyor, bazısı akşam... Kemoterapi, değişik değişik hücreleri etkiliyor. Uzmanlar yeni yeni kemoterapi ilaçlarını bazı hastalara sabah erkenden, bazılarına öğlen, bazılarına da akşam vermeye başladı. Çünkü bazı kemoterapi ilaçları sabah farklı, akşam farklı etki ediyor.
* Aspirin peki?
- İnsanlar genellikle sabah içerler. Ama kalp krizi oranının en yüksek olduğu saat, sabaha karşı 05.00-06.00 arası. Çünkü kanımız en çok o saatlerde pıhtılaşır. Akşam içilen Aspirin, pıhtılaşmayı önler.
Kızım Defne gençliğinde kiloluydu ama ona bundan hiç bahsetmedim
* Bir gününüz nasıl geçer?
- Her gün 06.00’da kalkıyorum. Eklemlerimi açmak için yoga ve biraz barfiksle yedi dakikalık çabuk bir spor yapıyorum. Sonrasında duş ve tıraş, ardından yüz kremimi sürüyorum. Bir erkek olarak hayatım boyunca aldığım en mühim hediye, yüz kremiydi. 50 yaşıma basarken bir arkadaşım verdi, tuhaf gelmişti. Ama kremi kullanmaya başlayınca yüzüm çok fark etti. Neyse ben devam edeyim... Kremden sonra hastaneye ya da stüdyoya gidiyorum.
* E kahvaltı etmediniz?
- Etmedim, aç değilim. Kahve de içmiyorum çünkü duştan yeni çıktım, enerjim var. İnsanlar sabah kahve gerekiyor sanıyor. Halbuki bu sadece bir alışkanlık. Kahve içecekseniz, uyandıktan iki-üç saat sonra için. Hastane ya da stüdyoya gittiğimde böğürtlen, yoğurt, ceviz ve fındıktan oluşan bir kahvaltı ediyorum.
* Türk kahvaltısını özlemiyor musunuz?
- Türk kahvaltısını ancak hafta sonları, evimize yakın güzel bir Türk lokantasında yapabiliyoruz. Kahvaltıdan sonra program için bir bölüm çekiyorum. Artık öğlen oldu ama hâlâ yorulmamış oluyorum. Program için bir bölüm daha çekiyorum. 12.30 suları sebze ve balık yiyorum. Her gün 13.30’a doğru 10-15 dakika siesta yapıyorum. 15.00 suları çikolata veya fındık, badem, patlamış mısır... Sonra toplantılar, görüşmeler vs... 19.00 suları akşam yemeği yiyorum, sonra da mutfak kapanıyor. Akşamları ıhlamur içiyorum, 22.30’a doğru da uyuyorum.
* Ben sizin kızınız olsaydım, “Onu yeme, bunu içme” der miydiniz? Sizin evinizde çikolatalı fındık kreması yeniyor mu mesela?
- Yeniyor. Evdekilerin ne yediğine karışmam. Kızım Defne gençliğinde kiloluydu ama ona bundan hiç bahsetmedim. Genç kadınlara kilodan bahsetmek tehlikeli çünkü yemek yemek, onlarda zaten bir zorluk! Anoreksiya ortaya çıkmaya başlarsa, bu çok tehlikeli. Evde devamlı iyi beslenmeye çalışırım, ne yediğimi görüyorlar. Bilgi isterlerse anlatırım. Ama hiçbir zaman “Bunu yeme” demem, özellikle de eşime. (Gülüyor)
* Eşiniz Lisa, evde mercimek çorbasını çok sık pişirirmiş.
- Evet. Cacığı ve taze fasulyeyi de çok sık pişirir, imambayıldıyı inanılmaz güzel yapar mesela. Türk yemeklerini çok seviyor. Zaten vejetaryen olduğu için zeytinyağlılar ona çok uygun.
Ne yapsam Lisa’yı yenemem... IQ’su 160!
* Eşinizle yazdığı yemek kitabı vesilesiyle üç sene önce röportaj yaptığımızda 30 yıllık evliydiniz. Diğer çiftlerden neyi farklı yaptığınızı sormuştum, ilişkide kibar olmanın, haklı olmaktan önemli olduğundan bahsetmişti.
- Evet, doğru. Haklı olmanın ne manası var? İnsan eşini yenmek istemez ki, ondan bir şeyler öğrenmek ister. İyi bir ilişki için yarışmamak lazım. Benim Lisa’yı yenmem zaten zor çünkü IQ’su 160! Ne yapsam yenemem. Sürekli “Lisa’dan ne öğrenebilirim” diye düşünüyorum çünkü onun görüşleri, benimkilerden çok farklı. Benimkiler doğru ya da yanlış değil, sadece farklı! Bir şeyi ikimiz birlikte düşündüğümüzde, bilgilerimizi paylaştığımızda kendimi daha kuvvetli hissediyorum.
* İş konusunda da danışır mısınız Lisa Hanım’a?
- Tabii. Program konuları seçerken de fikrini alırım. “Sence faydası var mı? Kadınlar bu işi tartışıyor mu? Halkı ne rahatsız ediyor? Neyin üzerine gitmemiz gerek?” Az önce konuştuğumuz anksiyete konusuna odaklanmam da bu şekilde oldu. İnsanlar eskiden siyaseti çok takip etmezdi, “Zaten yapılacak pek bir şey yok” diye düşünürlerdi. Dünya eski zamanlara göre çok daha emniyetli bir yer. Ama biz bunu hissetmiyoruz. Buna insanları ikna etmek çok zor. Onun için yeni bir yol göstermemiz gerek. Programda bu tip psikolojik konuları daha çok işlemeye başladık. Bu yıl dokuzuncu Emmy ödülümüzü kazandık ve reytinglerimiz arttı.
* Psikolojik konulardan ötürü mü arttı?
- Sırf vücuttan bahsetmiyoruz, sağlığın ne kadar duygusal ve ne kadar beyne bağlı bir şey olduğunu kabul edip bunun üzerine gidiyoıruz. Amacım bu mevzuları aydınlatmak. Devamlı değişiyoruz. Hepimiz. Mesela evlendiğimizde, yeni bir işe başladığımızda, hormonlarımız değişiyor. Bu hormonların müddeti de altı-yedi sene.
Yedi senede bir tekrar âşık olmamız gerek
* E ne yapacağız yedi sene dolunca?
- Bu yedi sene dolduğunda değişiyorsunuz. Tekrar âşık olmanız gerekiyor. Ama bu sefer değişik bir insana âşık oluyorsunuz.
* Nasıl yani, anlamadım?
- Aynı insanın içindeki o yeni insana âşık oluyorsun. Anlatayım: Bir erkek, tam istediği kadını bulup evleniyor ve onun değişmesini hiç istemiyor. Ama kadın hem değişmek istiyor ve erkek de değişsin, daha iyi olsun istiyor. Erkek değişmek istemediği sürece münakaşa ediyorlar. Yani yedi sene sonra tekrar bir araya gelmek gerekiyor. Tekrar tanış, yedi sene daha vakit bul. Ben eşim Lisa’yı yedi değişik insan gibi kabul ediyorum.
* Siz nasıl değiştiniz?
- Eskiden daha asabi, sabit fikirli ve agresiftim. Kalp cerrahı olmak istiyordum, buna odaklanmıştım. Evet, kalp cerrahı oldum, başarılı da oldum. Ama zamanla hayatın sadece bundan ibaret olmadığını gördüm. Lisa benden farklıydı, mesela şiir yazıyordu. Dünyanın ne kadar ilginç bir yer olduğunu kabul ederek yaşıyordu. Benim üzerimde büyük etkisi oldu. Televizyon programı yapmaya biraz da bunu göze alarak başladım. Eskiden beni bunun için aradıklarında cevap bile vermezdim.
* Cesaretiniz mi yoktu?
- Hayır, ilgisi yok. Ben ameliyat yapmak istiyordum! Sonra öğrendim ki hastalarımı gerçekten eğitmek istiyorsam, hastaneye gelmeden önce onlara bazı şeyleri anlatmam gerekiyor. Peki, bunu nasıl yapacağım? Televizyon, gazete veya mecmuayla...
* ABD’de değil Türkiye’de olsaydınız aynı Mehmet Öz olur muydunuz?
- Hayır ama Türk olmasaydım da Mehmet Öz olamazdım. ABD’deki toplum bu yeni sağlık hücumuna hazırdı ama bence Türkiye hazır değildi. 20 sene önce besinlerin ne kadar mühim olduğunu anlatmaya çalıştım. ABD’de 20 yıl önce kinoa yazmayı bile bilmezlerdi. Türk olmasaydım, gönlüm açık olmazdı ve bunu akıl edemezdim.
* ABD’deyken İstanbul’un en çok neyini özlersiniz?
- İnsanlarını. İnanılmaz enerjik ve canayakın bir topluluk. Hepimizin kalbinde iyilik ve kötülük var. O iyiyi biraz dürtmemiz gerekiyor. Bunu yapmazsak, toplumlardaki farklılıkları çok daha büyütürüz.
* Bu aralar gündeminizde neler öne çıkıyor?
- Siyasi konulara bakalım... Genelde sağda yüzde 50 insan var, solda da öyle... Neden tam ortadan bölünüyor ve neden birbirlerini anlamıyorlar? Sırf sağ olsa veya sırf sol olsa olmaz! Her ikisi de gerekiyor.
* ABD Başkanı Donald Trump’ın spor, sağlık ve beslenmeden sorumlu danışma konseyine dahil oldunuz. Siz sevilen, sempatik bir figürsünüz ama Trump pek değil. Birlikte çalışmaya tereddüt etmediniz mi?
- Çok! Çok ettim! Ama o konseyde benim vazifem, çocukları eğitmek. Benim için hangisi daha mühim? Trump’ı batırmak mı çocukları eğitmek mi? Bunu düşündüm. Bir de şu var: İnsanların yüzde 50’sinden fazlası Trump’ı seçti. E biz bir ülkeyiz. Onun için kim seçildiyse onu desteklememiz gerek. Ben sırf istediğim insanlara yardım edersem bencilce olurdu. Ivanka beni aradı, “Sizi bu konseye koymak istiyoruz, halka yarın söyleyeceğiz” diye haber verdi.
* E size söz hakkı verilmemiş...
- Doğru, verilmedi. “Hayır, beni oradan çıkar” desem ayıp olurdu ama mühim olan o değil. ABD’de Healthcorps adında büyük bir vakfım var. Bu vakıfla ülkenin her yerinde çocukları eğitiyoruz. Benim eğitebileceğim, yardım edebileceğim çocuk sayısı çok daha yüksek. Bunu Amerikan hükümetini kullanarak yapmam daha da kuvvetli olacaktı. Başlangıçta bana kızanlar oldu ama sonra “Sizi anlıyoruz” dediler.
* Türkiye’de de yakın zamanda bir seçim atlattık. Bunun sağlığımıza etkisi var mı?
- Eğer bu konulara meraklıysanız çok faydalı. Çünkü bu konuları tartışan insanlar akıllı ve kabiliyetlidirler, sizi eğitebilirler. Ama korku içinde yaşıyorsanız veya kalbinizde kızgınlık varsa bu mitingleri, siyasileri görmek stres verir, hayatınızı bozar. Mesela ben Dünya Kupası’nı seyrederken Türkiye olmadığı için rahattım, anksiyete duymadım. Rahat rahat izleyip oyuncuların ne kadar kaliteli olduklarını görebildim. Ronaldo nasıl çalım atacak, maçtan önce iyi uyudu mu uyumadı mı merak ettim. Ronaldo benim aynı zamanda ortağım. Bir uyku şirketimiz var. Sleep Score isminde bir uygulama yaptık. Ne kadar uyuduğunuzu, uykunun kaliteli olup olmadığını ölçüyor.
* Siz futbol oynar mısınız?
- Üniversitede Amerikan futbolu oynuyordum. Ama Türk futbolu bence daha iyi çünkü sporcuların beyni daha az hasar alıyor.
* Bizde de futbolcular sahada çok agresif...
- Agresif olmayan bir futbolcunun iyi futbolcu olması daha zordur. Cerrahlar için de bu böyle... İngilizcede ‘controlled arrogance’ derler yani kontrollü kibir. Biraz kibir yoksa bıçakla insanın göğsünü açmaya cesaret edemezsin. Seni korku içinde yaşayan bir cerrah ameliyat etsin ister misin? İşte futbolcular da sahada “Topu bana ver de ben şut atayım” diyor. Ona cesaret edebilecek insanda biraz kibir olacak. Ama tabii, biraz...
* Geçen haftalarda Suriye ve Nizip’teki mülteci kamplarına gittiniz.
- Kamplardaki sağlık merkezlerini ziyaret ettim. Ezcane, laboratuvar ve muayene odalarına baktım, sunulan sağlık hizmetini anlamaya çalıştım. Birçok mülteciyle konuştum. Hepsi umut beslemeye devam ediyordu. Bu bana çok dokundu. Bu umudun kaybolmaması için gençleri dünyanın geleceğine kazandırmamız gerek. Stres sonrası bozukluğu için James Gordon gibi tecrübeli uzmanlardan yardım aldık.
* Bazı mültecileri muayene de ettiniz, değil mi?
- Türkiye tarafinda ciddi rahatsızlığı olan herkes, bir şekilde çözüm buluyor, Türkiye Suriyelileri bu konuda kendi vatandaşlarından ayırmıyor. Ama Suriye tarafında 12 yaşında mor renk bir kız gördüm. Fallo tetrolojisi hastalığı var. Bir kalp hastalığı. Düzelmezse, ölecek. Suriye tarafında yönetim olmadığı için gidecek bir merkez de yok. AFAD, sınırın ötesinde de onlara yardım etmeye çalışıyor.
* Göbeklitepe’ye de gittiniz, nasıl buldunuz?
- UNESCO Dünya Mirası listesindeki yerlerden biri. İnsanlık tarihini daha da geçmişe götüren bir keşif. Antikçağlara olan ilginin artmakta olduğuna inanıyorum. Dünya eğer barışı arzuluyorsa bu bölge, keşfetmeleri gereken harika bir yer. Tüm dünya Göbeklitepe’nin ne kadar mühim bir yer olduğunu anlasın istiyorum. Neolitik çağda, 10 bin yıl önce bunlar gibi büyük heykeller yaratan insanlar, insanlığın tarihini değiştirdi.
Lor Peynirli Mantar Dolması | Mucize Lezzetler