Güncelleme Tarihi:
Bir hafta önce Antalya’daki Olympos Antik Kenti kazı ekibi başkan yardımcısı Sinan Sertel, tartıştığı S.P. tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Aynı gün, Diyarbakır Barosu’na kayıtlı avukat Müzeyyen Boylu İssi, eşi tarafından sokak ortasında katledildi. Geçen ay, İstanbul Tuzla’da erik yiyen çocuğun attığı çekirdek aracına isabet etti diye çocuğu öldüresiye döven U.Ö.’yü konuşuyorduk. Umut Vakfı raporuna göre geçen yıl 3 bin 679 kişi silahla öldürüldü. Bu rakam dört yılda yüzde 69’luk bir artışa işaret ediyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre ise yine geçen yıl 440 kadın erkekler tarafından
öldürüldü. Sadece geçen ay öldürülen kadın sayısı 36.
Rakamlar toplumda şiddetin arttığını söylerken KONDA Araştırma, Küyerel Düşünce Enstitüsü için bir araştırma gerçekleştirdi. Sonuçları dün açıklanan ‘Şiddetin Sosyolojik ve Kültürel Nedenleri’ araştırması, durumu anlamamızı sağlayan ipuçları barındırıyor. Araştırmaya katılanlar beş farklı kimlik grubunda ele alındı: Cinsiyet, siyasi görüş, etnik köken, din ve maddi durum. Rapora göre insanlar birbirine daha az güveniyor ve çok kolay tepki gösteriyor. Toplumun geneli, yaşadığı yerde eşcinselleri ve mültecileri istemiyor. Sonuçlar zaten bildiğimiz bir şeyi de teyit ediyor: Kadınlar cinsiyetleri dolayısıyla daha fazla şiddete ve ayrımcılığa uğradığını düşünüyor.
İnsanlar kimliğinden dolayı mağdur olduğunu düşünüyor
Sonuçlar en genel haliyle Türkiye hakkında bize ne söylüyor?
- İlk önemli bulgu, insanların kimliklerine dair hak ettiği yerde olmadığı ve tehdit altında olduğu görüşüne sahip olması. Çoğu insan kimliğinden dolayı mağdur ya da yoksun olduğunu, haksızlığa maruz kaldığını düşünüyor. Bir diğer önemli bulgu ise her üç kişiden birinin devletin kendi vatandaşlarına fiziksel şiddet uygulanmasını bazı durumlarda normal ve kabul edilebilir buluyor olması. Neredeyse yarısı, devletin vücut bulmuş hali olan polisin veya devlet memurunun gerekirse bazı kişilere kötü muamele etmesini normal sayıyor.
Türkiye insanı bireysel hayatı ile ortak hayatı iki paralel evren olarak ve iki farklı zihin ve pratik dünyasında yaşıyor. Bireysel hayatında umutlu, çoğulcu, hayalci insanlar sokaktaki hayatta garantici, tedirgin, ikircikli. Bireysel hayatında devleti en az biçimde hissetmek, görmek isterken sokakta güçlü bir devlet istiyor.
Toplumun yüzde 46’sı devlet şiddetinin hiçbir koşulda kabul edilemez olduğunu söylüyor. Bardağın dolu tarafından bakacak olursak azımsanacak bir oran değil sanırım.
- Tabii ki. En büyük küme de o. Onca yıl tartıştıktan, kavgalaştıktan sonra Kürtlere ve başörtüsüne bakışın bu derece normalleşmesi gibi, diğer kimliklere veya tehdit olarak görülenlere karşı tepkinin de azalması mümkün. Çünkü farklılıklar arası ilişki ve temasın artması, önce gündelik pratiklerde, sonra da değerler dünyasında yeni uzlaşmaların oluşması demek.
Altı çizilen kutuplaşmaya rağmen herkesin ‘ötekisi’ olan gruplar var mı?
- Bu araştırmaya göre en ötekileştirilen gruplar eşcinseller ve mülteciler. Başka araştırmalardan da biliyoruz ki bu ötekiler birbirlerinden çok farklı, hatta birbirine zıt grupları bir araya getirebiliyor.
Araştırmada yok ama bu sonuçlar çocuğa, hayvanlara, doğaya karşı şiddete dair ipuçları barındırıyor mu?
- Araştırmanın kapsamını belli sınırlarda tutabilmek için özellikle beş kimlik seçtik ve bu saydığınız başka kimliklere yönelik şiddeti kapsam dışında bıraktık. Ama örneğin çevreye dair araştırmalarımızdan şiddete daha meyilli kesimlerin aynı zamanda daha kalkınmacı olduğunu, doğayı, canlı türlerini korumak yerine fabrika kurulması fikrine daha yatkın olduklarını biliyoruz.
İnançsız olduğunu ifade edenlerin oranı toplamda yüzde 4,5’e kadar çıkıyor. Bir artış gözlediniz mi?
- Metropolleşme, eğitim seviyesinin yükselmesi, dinin ve öğretisinin gençlerin gündelik pratiklerinde pek geçerliliği kalmaması gibi bir dizi nedenle dindarlık seviyesinde kayda değer değişimler var. Özellikle çocukluğu kırlarda ve kentlerde geçenler ile metropollerde doğup büyüyen ve kişiliğini metropolün gündelik hayat pratiği içinde geliştiren gençlerde böyle bir eğilim var.
Saha çalışması Kasım 2018’de yapılmış. Arada bir seçim geçirdik, tekrarı 23 Haziran’da. Bu sonuçlarda ne yönde bir değişim beklenir?
- Bence temelde bu kadar kısa sürede kayda değer bir değişim olmaz. Öte yandan siyasi kutuplaşmanın giderek kalıcılaşması, ötekileştirmenin siyasi tercihler üzerinde yoğunlaşması, siyasi zeminin daha sert bir söyleme dönmesi, ekonomik sarsıntının ürettiği kaygı ve endişenin yaygınlaşması gibi nedenlerle duygu hallerinde ve kanaatlerde köpürmeler olsa da seçim dönemleri sonrasında durulma olması beklenir.