Güncelleme Tarihi:
Ancak bir gördüğü hayvanı bir sonraki gidişinde bulamıyordu. Peki bu köpekleri buraya kim getiriyordu ve sonra onlara ne oluyordu? Bu soruların peşine düştü; 2011’den bu yana 6 bin 504 ormana terk etme vakasına ilişkin kayıt tuttu. Şimdi, bir yandan Kadıköy Akademi’de ‘Dört Ayaklı Şehir’ seminerleri veriyor,
bir yandan da The New School Üniversitesi’nde ‘İstanbul’da yerel yönetimler eliyle yerleri değiştirilen sokak köpekleri’ üzerine doktora yapıyor.
‘Ormanda aç kalmazlar’ düşüncesi yanlış
Her ilçe belediyesinin ve (varsa) hayvan bakımevinin belli bir küpe rengi ve şekli olduğunu biliyor muydunuz? Örneğin, bir köpeğin kulağındaki küpe, kırmızı-beyazlı ve uzun dikdörtgense bu, şu demek: Bu köpek, Beyoğlu Belediyesi tarafından kısırlaştırılmış, dolayısıyla ömrünün bir kısmında Beyoğlu bölgesinde geçirmiş. Peki Kurtköy ormanlarına nasıl gelmiş? Ya da Ümraniye Belediyesi’ne ait, turuncu-pembe renkli küpesi olan köpekler Kemerburgaz yolunda ne arıyor? Kanun, belediyenin hayvanı yaşadıkları yerde kısırlaştırıp alındığı yere bırakılmasını öngörüyor. Yıldırım anlatıyor: “Bu hayvanlar kentsel dönüşümün çok hızlı yaşandığı yerlerden geliyor. Tarlabaşı projesi başladığından beri Hasdal’da, Belgrad Ormanları’nda, Sarıyer Ormanları’nda Beyoğlu küpeli köpekler görmeye başladık.”
Mahallede yanınızdan kaç köpek geçiyor?
Köpekler için ormanların şehirden daha cazip bir yaşam alanı olduğunu düşünüyorsanız, Yıldırım’ın şu sözüne kulak verin: “İstanbul’da belediyelerin ormanlara terk ettiği binlerce köpek açlık, hastalık ve susuzluktan ölüyor. ‘Orman canlıları sayesinde aç kalmazlar’ diye düşünülüyor. Ancak İstanbul’un ormanları ciddi bir ‘ormansızlaşma’ sürecinde; mega projelerle, şantiyelerle, parçalanmış durumda. Bu hayvanların bir damla su için kilometrelerce yürümeleri gerekiyor.”
Yıldırım, Kurtköy’deki hayvanları beslemek için yıllardır Ballıca Köyü’ne gidiyor. Köyün sakinleri, belediye ekipleri tarafından, özellikle akşam vakti köylerine köpekler bırakıldığına tanık olmuş. Bir köylünün ifadesini aktaralım: “İnsanlar bu köpekler yüzünden buraya gelmiyor, buraya yatırım yapmıyor.”
Başka bir gidişinde, “Köy, hayvan pisliğinden geçilmiyor” serzenişini işitiyor Yıldırım. Ama şikayet ettikleri şeyin köpeklerin kakaları değil, ölü bedenleri olduğunu anlıyor çok geçmeden. Kurtköy ormanında rüzgâr estiğinde kesif bir koku duyuyorsunuz. Çürümüş köpek ölüleri, ölmüş yavrularının yakınında yaşamaya çalışan anne köpekler... Ballıca’daki çocuklar bu ortamda büyüyor.
Ballıca, Kurtdoğmuş, Akfırat ve Kurnaköy köylüleri hayvanlara tecavüz edildiğini de dolaylı olarak ifade ediyor ama bu konu hakkında suç duyurusunda bulunmak istemiyor. “Zaten fakiriz. Adımız köpeklere tecavüz edilen köy olarak mı çıksın” diyorlar.
“Hain değiliz ama köpeklere hainlik ettik”
Darbe girişiminden sonra, Ballıca Köyü’ne ‘Hainler Mezarlığı’ yapıldı. Bu mezarlık, hayvan barınağı inşaat alanının içinde. Mine Yıldırım, bir köylünün, “Biz bu köpeklere çok kötülük ettik. Aç bıraktık. Dövdük. Sapanla, tüfekle vurduk. Sonunda Allah cezamızı verdi. Biz hain değiliz ama köpeklere çok hainlik ettik” dediğini aktarıyor.
Mahallenizde yürürken yanınızdan kaç sokak köpeği geçiyor? Kaldırımlara şöyle bir bakıverseniz; acaba suları, mamaları var mı; taze mi? Yanıtınız evetse ne mutlu; İstanbul’un merkezindeki köpeklerin sayısının her gün biraz daha azaldığı bir dönemde, siz iyi kalpli insanlarla aynı mahallede yaşıyorsunuz demektir. Madalyonun diğer yüzü ortada: İstanbul’un köpekleri büyük bir felaket yaşıyor. İnsan yerleşiminden uzak, ormanlık arazilerde tecrit edilen köpeklerle şehirde, bir arada yaşamanın yollarını bulmamız gerekiyor. Ve tabii hayranların maruz kaldığı tecrit ve dışlanmanın, tecavüz ve öldürmelerin suç sayılmadığı bir toplumda huzurun asla mümkün olamayacağını hatırlamamız... Yıldırım işte, bunun için çabalıyor.