İpek İZCİ
Oluşturulma Tarihi: Mart 24, 2018 15:18
Dünyanın en büyük gemi acentesinin Türkiye temsilcisiydi, çok çalışıyordu. Açık konuşalım, her şeyi vardı. Ancak bir gün kardeşleriyle birlikte çalıştığı şirketi satmaya karar verdiler. İşte o gün, kendine yeni bir hayat inşa etmeyi kafaya koydu. Bir motosiklet aldı, yollara düştü... Sacit Erdem’in ta Fildişi Sahili’ne uzanan hikâyesi, değişimden korkanlara ilham verecek cinsten...
Sahra, belki de gezegenin en steril bölgesi... O kadar kuru ve sıcak ki her şeyi kavuruyor. Kilometrelerce kum tepeleri, ara sıra rastladığınız kamyonlar, başıboş deve sürüleri ve tek tük yerleşim yerleri. Hepsi bu. Gerisi kupkuru bir sıcak. Yerleşim yerlerinde yapılar çamurdan. Buralarda tuğla yapmaya gerek kalmamış. Toprağı çamur haline getirmek yeterli olmuş, gerisini güneş halletmiş, fırın gibi yakmış çamuru, kaskatı olmuş çamur... Ve çocuklar, saklambaç oynayamıyorlar. Bu uçsuz bucaksız kum denizinde saklanacak hiçbir yer yok.
Geçen sene defterine; bir motosikletin üstünde Moritanya’dan Senegal’e giderken böyle yazmıştı. Aylardan mayıstı ve sıcaklık 55 dereceye varmıştı.
Kaç ülke gezdi, saymamış...Sacit Erdem, bir gezgin. Hayatını baştan aşağı değiştirmiş, yenilenmekten korkmamış biri. Aslında kimya mühendisi. Yedi sene bu işi yaptı ama akabinde gemi acenteliği işiyle uğraşan iki kardeşine katıldı. 15 senenin sonunda 48 yaşında ve 109 kiloydu; günde iki paket sigara içiyor, 16 saat çalışıyordu. Bir hobisi de yoktu.
Şirketi sattılar ancak aynı işi tekrarlamak ona cazip gelmiyordu. Kendine bir yelkenli aldı. O yelkenliyi bir kaptanla 20 günde Fransa’dan Türkiye’ye getirdiler. Dönüşümlü olarak üçer saat uyuyorlardı. Ne ehliyeti vardı ne de deniz bilgisi... Ama öğrendi. Bir gece saat 04.00’te, gökyüzüne baktı, “Allah kahretsin” dedi, “Ben neden bunu bugüne kadar yapmadım?” Yapmak için her şeyi vardı ama kendini “Vaktim yok”a inandırmıştı.
O günden bu yana geçen sekiz senede iki maraton koştu, yelkenli bir tekneyle Atlas’ı geçti, bir tanesi 7 bin metre olmak üzere 4 bin 500 metrenin üstünde beş dağa çıktı, motosikletle Sahra’yı geçerek
Fildişi Sahili’ne kadar gitti...
Yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak için motivasyonu öyle yüksekti ki “Sizin hiç tecrübeniz yok. Önce küçük bir motosiklet verelim. Onu bir sene kullanın, alışın. Sonra böyle bir motosiklet alırsınız” diyen satış görevlisini dinlemedi. 54 yaşına varmıştı ve kendi deyişiyle alışmaya zamanı kalmamıştı. Motosikletini aldığı gibi yollara düştü. Kaç ülke gezdiğini hiç saymadı.
“İnsanlar gezmenin pahalı bir şey olduğunu zannediyor” diyor. Günde 15-20 avro harcayarak dolaştığı günler olduğunu, çadırda kaldığını, konserve yediğini, bazen de açıkta uyuduğunu anlatıyor. “Sahra’da çadır kurup uyuduğunuzda çakallar sizi yemiyor” diye de ekliyor.
Bu artık, onun yeni yaşam şekliydi. Sigarayı bıraktı, işlere gereğinden çok zaman ayırdığı için çocuklarının büyüdüğünü fark edemediği zamanı telafi etmeye de kararlıydı. Bir aylığına
Patagonya’ya gittiler. Üşüdüler, aç kaldılar, pis gezdiler, hatta rüzgâr çadırlarını söktü!
Yaptıklarının tehlikeli olduğunu düşünenler olsa da Erdem’e göre, Taksim Meydanı’nda yürümek dağa tırmanmaktan, İstanbul’da araç kullanmak Sahra’yı motosikletle geçmekten çok daha tehlikeli. Sonuçta denizde her an kusursuz fırtınalar çıkmıyor, dağlarda hep çığ düşmüyor ya da Afrika’da her köşe başında insanlar ellerinde otomatik silahlarla sizi öldürmek için beklemiyor.
İyiler, kötülerden fazlaPeki ama hiç mi korkmuyor? Bittabii korkuyor: “Korkmak iyi bir duygu. İnsanı alarmda tutuyor. Sadece bu korkunun paniğe dönüşmesine izin vermemek lazım. O zaman insan kontrolünü yitiriyor, yanlış kararlar almaya başlıyor. Kuş yuvası kadar ufak bir kaya çıkıntısında parmaklarınızın ucunda durmaya çalıştığınızda ya da okyanusun ortasında teknede sallanırken elbette korkuyorsunuz. İçinizden küçük bir adam ‘Burada ne işin var? Deli misin, dönsene evine’ diyor. Zaten asıl mücadeleyi o küçük adamla yapıyorsunuz. Yoksa doğada yaptığınız tek şey ona uyum sağlamaya çalışmak, onunla savaşmak değil.”
Sacit Erdem yeri geldi, Arjantin’de bir dağa tırmanırken 10 gün boyunca kendi dışkısını çantasında taşıdı. Kulağa garip geliyor ama bu bir kural. Her sene o dağa çıkan 3 bin kişinin verebileceği zararı düşününce insana mantıklı da geliyor. En son, vahşi yaşam fotoğrafı çekmek için Güney Afrika’ya gitti. Bir grup
aslan, üstü açık arazi araçlarının yanına geldiğinde, içini karın boşluğundan yukarı doğru büyüyen bir korku doldurduğu doğru. Aklından geçenler şuydu: “15 bin sene önce bir aslana bu kadar yakın olduğumda yaşamıyordum. Bugünse sosyal medyada yayımlamak için fotoğraflarını çekiyorum. O aslansa 15 bin senedir aynı şekilde yaşıyor. Ana güdüsü karnını doyurmak, genlerini aktarmak ve hayatta kalmak. İnanıyorum ki biz insanoğlu bu gezegenin başına gelmiş en büyük felaketiz. Bunu değiştirmemiz mümkün değil. 70 sene önce biri leopar desenli bir bikini giydi diye o günden beri 300 bin leopar öldürülmüş. Sadece varlığımız ve yaşam biçimimiz doğanın ve doğadaki diğer türlerin yok olmasına yol açıyor.”
İsviçre’deki Eiger Dağı’na tırmanmaya hazırlanan Erdem, şöyle diyor: “Değişin. Ne yapın edin, değişime karşı durmayın. Doğada en kuvvetli değil, en çok uyum sağlayabilen hayatta kalıyor. Korkularımızın çoğu gereksiz yanılsamalardan ibaret. Bunu bir kere fark edebilirse insan, yaşam çok daha heyecanlı ve keyifli bir serüvene dönüşüyor.”
Bunları
almadan olmaz!
“Gittiğim yerlerden sevdiklerime kart atmak çok hoşuma gidiyor. Postane bulabildiğiniz her yerde bu olanaktan faydalanın. İnsan gezerken birçok olaya şahit oluyor. “Bunu kesinlikle unutmam” deseniz de, o süreci o kadar dolu yaşıyorsunuz ki birçok şeyi unutuyorsunuz. Bunları not etmek için yanımda mutlaka ufak bir defter ve kalem taşıyorum. Selobant, tam bir hayat kurtarıcı. Botlarınızın kopan tabanından su toplayan ellerinize kadar her yerde kullanabiliyorsunuz. Mutlaka bir fotoğraf makinesi edinin, sonradan bakıp gülümseyeceğiniz fotoğraflar olsun.”