Güncelleme Tarihi:
En son yıkımlar yapılırken gitmiştim Sulukule’ye. Bir yanda evler yıkılıyordu, bir yanda Sulukule Çocuk Sanat Atölyesi’nde müzik çalışmaları sürüyordu. Her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışıyordu Sulukuleliler. Kurdukları dernekle yıkımları durdurmanın yollarını arıyor, yeni yeni davalar açıyorlardı. Üniversiteden akademisyenler mahalle dokusunu bozmadan, herkese yetecek yeni konut projeleri hazırlıyordu. Ancak tüm girişimler sonuçsuz kaldı. Süreç başladıktan üç yıl sonra son ev, ‘Gülsüm Abla’nın (Bitirmiş) mavi evi’ de yerle bir olmuştu.
Şimdi filmi biraz daha başa saralım. Bir mahallenin, bir kültürün nasıl yok olduğunu, 3 bin Roman’ın nerelere savrulduğunu ve yeni çıkan kararla yine ‘geç gelen adalet’i anlatalım...
Yazılı kaynaklar yetersiz kalsa da yapılan bazı araştırmalara göre ilk Romanlar, Sulukule’ye 1054’te Hindistan’dan geldi. Semt, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi boyunca hep eğlence merkezi oldu. En parlak dönemi de 1950’li, 1960’lı yıllarda yaşadı. Bu yıllarda Sulukule’deki ‘eğlence evleri’ne ancak randevuyla gelmenin mümkün olduğu söyleniyor. Yine anlatılanlara göre Zeki Müren, Müzeyyen Senar gibi birçok ünlü sanatçı eğlenmek amacıyla Sulukule’ye gelirmiş. Adnan Şenses, Kibariye, Hüsnü Şenlendirici gibi müzisyenler de Sulukule’deki eğlence evlerinde kendilerini yetiştirmiş.
‘Onlar hepimizden daha İstanbullu’
Sulukule’deki ilk yıkımlar Menderes döneminde gerçekleşti. Sonrasında Saadettin Tantan’ın 1990’da, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu İstanbul Bölge Başkanlığı’na seçilmesiyle Sulukule’deki eğlence evlerine baskınlar başladı. ‘Hortum Süleyman’ olarak bilinen Başkomiser Süleyman Ulusoy, bu baskınların başında yer aldı.
Yıllarca ‘iyileştirilmesi gereken bir yara’ gibi görülen Sulukule hakkında 2006’da Bakanlar Kurulu tarafından ‘acele kamulaştırma’ kararı alındı. Karardan iki yıl sonra yıkımlar başladı. 2011’de tamamlanan yıkımları yeni konut inşaatları izledi.
Sulukule Platformu’ndan Hacer Foggo, kamulaştırma kararının ardından bir sosyolog arkadaşıyla birlikte ilk kez Sulukule’ye gittiğini anlatıyor: “600 evin belki de 500’ünde çay içmişliğim vardır. Evlere girince buradaki yoksulluğu gördüm. İnsanların önyargısını fark ettim. Taksi bile ilk zamanlar Sulukule’ye girmiyor, surların dışında bırakıyordu beni. Aslında 1054’te ilk kez buraya gelen Roman vatandaşlar hepimizden daha İstanbullu.”
Sulukule’de yaşayanların Osmanlı dönemine ait tapularının ellerinde olduğunu belirten Foggo, yıkımları durdurmak ya da daha iyi bir proje üretilmesini sağlamak için sürekli Fatih Belediyesi’yle görüştüklerini söylüyor: “Belki yüzlerce toplantı yaptık. Romanlar hep bu süreçlerde aşağılandı. Avrupa Parlamentosu’nda durumu anlattık. Hıdrellez Şenlikleri’nde Sezen Aksu bile gelip destek verdi. Ama yıkımları durduramadık.” Acele kamulaştırma için Sulukule halkına yapılan teklifleriyse şöyle aktarıyor: “İlk öneri şuydu: Evlerin metrekaresine 500 TL değer biçildi. ‘Bize ya da bir başkasına sat’ dendi. İkinci öneriyse şu oldu: ‘Yeni yapılacak lüks evlerden verelim’ dediler. Evinin değerini ve kalan borcu ödemek koşuluyla. Yeni evler o dönem 280 bin TL idi. Sulukule’deki evler ancak 50 bin TL ediyordu. Birkaç kişi dışında kimse bunu kabul etmedi. Bazıları da yeni lüks konutlar yerine daha hesaplı olan Kayaşehir, Taşoluk’taki TOKİ evlerine gitti. Üçüncü seçenekse yapılacak olan kamulaştırmayı beklemekti. Kamulaştırma korkusuyla çoğu evini sattı.”
‘Kentsel dönüşüm değil, soylulaştırmaydı’
Sulukule’de 620 ev vardı. Ancak bu evlerin birçoğu avlulu biçimdeydi. Avlulara bakan tapulu bir evde aslında 5-6 aile yaşıyordu. Yani Sulukule’de yaklaşık 3 bin Roman ikamet ediyordu. Eski mahalle sakinlerinin belirttiğine göre, 2 bin de Roman olmayan vatandaş Sulukule’de oturuyordu.
Sulukule artık yok. Ancak mahalleyi yaşatmak adına kurulan Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği varlığını sürdürüyor. Derneğin Başkanı da doğma büyüme Sulukuleli olan Şükrü Pündük. Kendi ailesinin 1480’de Sulukule’ye yerleştiğini belirten Pündük’le Sulukule’ye yapılan yeni TOKİ konutlarının arasında dolaşıyoruz. Bir yandan verdikleri mücadeleyi anlatıyor, bir yandan da yeni kurulan evlerin neleri yok ettiğini: “Biz kentsel dönüşümün ne olduğunu bile bilmiyorduk. Burada öğrendik. Aslında tüm Türkiye, Sulukule’yle birlikte öğrendi. Ancak burada yapılan kentsel dönüşüm değildi. Bir soylulaştırmaydı. Kamulaştırma kararının ardından Fatih Belediyesi Başkanı Fatih Demir’e gittik. Bana vatandaş olarak randevu vermedi. Biz de dernek kurduk. 60-70 aileyle, bu kez dernek adı altında gittik. Bize, ‘Merak etmeyin, dikili ağacınızın bile parasını alacaksınız’ dediler. O zaman durumu anladık. Bizi buradan göndereceklerdi. Mücadele başlattık. Kiracılara hak verilmiyordu. Bizden fatura istediler. Ancak bir avlusu bulunan evde 5-6 aile vardı. Tüm faturalar tek aile üzerineydi. Uzun uğraşlar sonunda kiracılara da hak verilmesini kabul ettirdik. Hocalar çalıştı. Romanları buradan göndermeden proje üretmeye uğraştılar. Ancak o projeleri dinlemediler bile.”
‘Kahvelerde birbirimizi görürsek görüyoruz...’
Bazı ailelerin anlaşarak TOKİ evlerinden aldığını belirten Pündük şöyle devam ediyor: “620 aile vardı. 337 aile Taşoluk TOKİ evlerine gitti. Ancak kimse dayanamadı. Borçlar öde öde bitmiyordu. Kimsenin düzenli bir işi yoktu. Onlarca aile vardı. Son birkaç aile kaldı. Ben de onlardan biriydim. Ben de dayanamadım. Taşındım.”
Pündük, Taşoluk’a giden ailelerini çoğunun Sulukule’nin hemen yanıbaşındaki Karagümrük Mahallesi’ne taşındığını söylüyor: “Sulukule’nin adı da değişti. Artık yeni konutların yapıldığı yer de Karagümrük olarak geçiyor. Büyük bir asimilasyon yapıldı. Hem insanları değişti hem de adı...”
Peki eski mahallelerinin yakınına dönenler Sulukule kültürünü burada sürdürüyor mu? Maalesef hayır. Pündük: “Eskiden düğünlerimizi yapardık. Sünnetlerimiz olurdu. Tüm mahalleli gelirdi. Şimdi yeni mahallede hep apartmanlar var. Bakkalımız, kahvemiz vardı. Cenazeleri yedi gün beklerdik. Eski geleneklerimiz yok oldu. Mahalle dayanışması kalmadı. Şimdi ara sıra kahvelerde birbirimizi görürsek görüyoruz. Yoksa eski Sulukule bitti.”
‘Lüks’ ve sessiz bir SULUKULE
Mahalleye girince hemen dikkatleri üzerine çekiyor Sulukule’ye yeni yapılan TOKİ konutları. Beton binaların üzerine giydirilmiş ahşap kaplamalar, surların sarı rengini bastırıyor. Yeni konutların etrafını, benzerine en son Türkiye’nin Suriye sınırında rastladığım, keskin dikenli teller çevreliyor. Sitenin birçok noktadan girişi var. Her girişin önünde bir güvenlik kulübesi, her kulübenin içinde de güvenlik görevlileri... Önce içeri girmeye çekiniyorum ama girene herhangi bir soru sorulmadığını fark ediyorum. Yani onca tedbire rağmen elinizi kolunuzu sallayarak girebiliyorsunuz içeri. Tuhaf bir güvenlik ağı var etrafta. Biraz araştırınca öğreniyorum ki, ilk yıllarda epey sıkı tutulan güvenlik önlemleri zamanla esnetilmiş. Siteye girdikten sonra evlerin fotoğrafını çektiğimi gören bir görevli yanıma gelerek kibarca uyarıda bulunuyor, “Beyefendi, evleri direkt çekmeyin, şik3ayet gelebilir. Ama sokakları çekebilir, sitede gezebilirsiniz” diyor.
Yıllardır buradaki konutlar ‘lüks’ diye geçiyor. Aslında evlerin kira fiyatı 2 bin TL, satış fiyatıysa ortalama 500 bin TL civarında. Yani İstanbul için çok da lüks olmayan bir skala söz konusu.
‘Çocuklar Sulukule’de kalsalardı serseri olurlardı’
Birkaç yıl önce Sulukule’nin bir Suriyeliler mahallesi olduğuna dair haberler çıkmıştı. Savaştan kaçan zengin Suriyeliler bir dönem buraya yerleşmişti. Bu gidişimde de birkaç Suriyeliye rastlıyorum ancak artık çoğunluk değiller. Sokaklarda gezinirken bir berbere rastlıyorum. Çıraklarından birinin Suriyeli olduğunu öğreniyorum. Adını vermek istemeyen bu genç de bir dönem çok fazla Suriyelinin burada yaşadığını ancak artık bu zengin Suriyelilerin buradan taşındığını söylüyor. Yine de sitede oturanların hatırı sayılır bir kısmı yabancı. İran, Irak gibi Arap ülkelerin vatandaşları ağırlıkta. Afrika ülkelerinden göçmenler de var. Sokaklarda gezinirken lüks otomobiller, özellikle de son model cipler dikkatimi çekiyor. Başka bir dikkat çeken husus da apartmanların özellikle sur tarafına bakan giriş katlarda bulunan sivil toplum örgütlerinin ofisleri: Selamet Uluslararası Yardım Derneği, Cezayir Topluluğu Forumu, Yetik Vakfı, Asitane Vakfı, İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, Mimber-i Aksa Derneği, İttifak Dernekler Federasyonu, Uluslararası Osmanlı Mirasını Koruma Derneği, Uluslararası Öğrenci Dernekleri Federasyonu Hanımlar Komisyonu, İyilikhane Çocuk Derneği.
Sokaklarda rastladığım yabancılara da soru sormak istiyorum, gazeteci olduğumu öğrenince beni geri çeviriyorlar.
İki günüm bu TOKİ konutlarının etrafında geçiyor. Günün farklı saatlerinde gitmeye özen gösteriyorum. Hiçbirinde sokaklarda koşuşturan çocuklara, onu bırakın, birkaç kısık konuşma sesi dışında herhangi bir sese denk gelmiyorum.
İki günüm yeni Sulukule’de geçiyor. Günün farklı saatlerinde gitmeye özen gösteriyorum. Hiçbirinde koşuşturan çocuklara denk
gelmiyorum.
Sulukulelilerin yeni mahallesi: Karagümrük
Evlerini terk etmek zorunda kalan yaklaşık 3 bin Sulukulelinin çok az bir kısmı yeni yapılan konutları almayı kabul etmişti. 337’si Kayaşehir’deki TOKİ konutlarına gitmiş, büyük kısmıysa şehrin farklı bölgelerine dağılmıştı. Bu ailelerin bir kısmı gittikleri yeni yerlerde tutunamamışlar, eski mahallelerinin hemen yanıbaşındaki Karagümrük mahallesine gelmişlerdi.
Yeni konutların yapıldığı eski Sulukule’yle Karagümrük’ü güvenlik telleri ayırıyor. Güvenliği aşıp Karagümrük’ün yolunu tutuyorum. Buradaki apartmanların çoğu yedi-sekiz katlı. Sulukuleliler daha ucuz olduğu için çoğunlukla bu apartmanların alt katlarına yerleşmişler.
Zemin katta oturanlardan biri de, bir zamanlar eğlence evlerinin en meşhur olanını işleten Erdoğan Dalkıran. ‘Küçük Ev’ olarak bilinen mekânın işletmecisi olan Dalkıran, Sulukule’nin en şaşaalı dönemini anlatırken gözleri doluyor: “1948 Sulukule doğumluyum. Roman vatandaşıyım. Bulgaristan’dan gelmiş bizimkiler. ‘Rumeli Romanları’ diyorlar. 1982’den itibaren Sulukule’de eğlence evim vardı. Benim ‘Küçük Ev’de 30 kişi çalışırdı. Yıllarca bu evler için devlete vergi ödedik. Kâğıtları halen duruyor. Sulukule’yi yıkmaya kafalarına koydular. ‘Hortum Süleyman’ gelirdi o zamanlar. Beni dövmedi. Ama herkesi döverdi. Önce, ‘Eğlenceyi gece 12’de bitirin’ dediler. Halbuki bizim evler Taksim’de geceyarısına kadar eğlenenlere ekstra eğlence sunardı. Sabaha kadar devam ederdi. Açık alanda yapmamıza izin vermediler. Evlerin içinde yapıldı sonra da. 1995’te de mühürlediler evi. Ben orada kiracıydım. Hem de evimdi. Kentsel dönüşüm geldi. Yıktılar. Bana da hiç para vermediler. Ben solisttim. Sürekli misafirlerim vardı. Bizim oradaki evlerde fuhuş filan da olmazdı. Müzisyenler çalar, kızlar oynar, müşteri bahşişini verirdi. Ailemle birlikte çalışırdık evde. Eşim öldü, kayınvalidem öldü. Hep üzüntüden... Ben de önce yüz felci geçirdim, sonra kalp krizi... Tansiyonum var. Şimdi kızım ve torunumla burada yaşıyorum. Çok özlüyoruz o günleri çok... Hiçbir şeyimiz kalmadı, hayatımızı bitirdiler be yavrum...”
Mahallede çok fazla Sulukule’de yaşamış Roman var. Gazetecileri görmek bile istemiyorlar. Yapılan hiçbir haber mahallelerini kurtarmaya yetmemiş çünkü. İçlerinden birini biraz konuşmaya ikna edebiliyorum, ailesini ziyaret için Karagümrük’e gelmiş,“Eski Sulukule güzeldi. Her şeye rağmen orada yaşanıyordu. Benim evim vardı. Onun yerine yapılan evlerden aldık. Ancak Karagümrük’e değil, Fatih’e taşındık. Çocuklarımın Karagümrük’te büyümesini istemedim” diyor, tam bu esnada birkaç el silah sesi duyuluyor. İyice sinirlenen kadın devam ediyor: “Burada çocuk mu yetişir?”
Avukat Hilâl Küey:
En büyük hata yürütmeyi durdurma kararının verilmemiş olması
2006’da Bakanlar Kurulu’nun acele kamulaştırma kararının ardından Fatih Belediyesi yıkılacak evlerin yerine yapılmak üzere bir proje hazırladı. Bunun üzerine Sulukule vatandaşlarından Şükrü Pündük, Mehmet Asım Hallaç, Gülsüm Bitirmiş ve Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği dava açtı.
Beş yıl süren yargılamanın ardından 2012’de mahkeme iptal kararı verdi. Belediye ve bakanlık itiraz etse de iptal kararı onandı. Belediye bu kez ikinci bir proje hazırladı. Yapılan küçük değişikliklerle yeni proje uygulamaya konuldu. Davacılar bu kez ikinci projenin iptali istemiyle dava açtı. Bu dava da yedi yılda sonuçlandı. İstanbul 9’uncu İdare Mahkemesi
21 Mayıs 2019’da aldığı kararla ikinci projeyi de iptal etti. Kararda, “Projenin Roman kültürünün korunmasına ve yaşatılarak kullanılması ve amaçların gerçekleştirilmesine hizmet edebilecek nitelikte bulunmadığı ve kamu yararına ve hukuka uygun olmadığı sonucuna varılarak...” ifadelerine yer verildi.
Davanın avukatı Hilâl Küey, kararı şöyle yorumluyor: “Bin yıldan fazla süredir var olan, Roman ve dayanışma kültürünü oluşturan bir mahalle, geç gelen adaletten dolayı yok oldu. Sulukule’de bir soylulaştırma yapıldı. Benim müvekkillerim bir şey yapılmasın demiyorlardı, ‘Biz burada kalalım’ diyorlardı. Alternatif projeler sundular. Şehir plancıları, meslek odaları... Hiçbirini dikkate almadılar. En büyük hata da idare mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararı vermemiş olması. Eğer proje aşamasında yürütmeyi durdurma verilse o zaman yargılama sonucu beklenirdi.”
Peki şimdi ne olacak? Küey: “Kararın uygulanması demek, yıkım demek. Teoride uygulanabilirliği var. Bakalım fiili olarak uygulanacak mı?“
UNESCO da ‘soylulaştırma’ dedi
İstanbul’un, Dünya Mirası Listesi’nde kalıp kalmayacağını belirleyecek olan UNESCO heyetinin İstanbul’da incelemelerde bulunduktan sonra hazırladığı rapordan: “Heyet, özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi, Eminönü Belediyesi ile sivil toplum tarafları arasında işbirliği ve yönetim, özellikle de izleme konularında şeffaf düzenlemelerin yapılmış olduğundan kuşkuludur. Heyete göre koordinasyon halen bir sorun olarak durmaktadır. Bu, Süleymaniye’deki dokuz tarihi evin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir firma (KİPTAŞ) tarafından yasadışı biçimde yıkılması, Fatih Belediyesi tarafından Zeyrek’te dört tarihi evin yıkılması ve Fatih Belediyesi’nin yaptığı, geleneksel müzik icra eden eski bir Roman yerleşimini yerinden etmeyi içeren soylulaştırma projesiyle Sulukule’de (Theodosios Surları çekirdek alanında) kendini göstermektedir.”