Yıllardır ekranda hem ağladınız hem izleyiciyi ağlattınız...
- Aslında o günden bugüne bir şey değişmedi. Şu çocuğun yüzü bir gülsün be! (Gülüyor)
Bu sürede evin çocuğu rollerinden, yeni filminizle baba rolüne terfi ettiniz... Bu ne hissettiriyor?
- Yaşlandım işte, bunu mu söyletmek istiyorsun? İlk röportajımızdan beri 10 sene geçmiş. Aslında ikimiz de yaşlandık. Tabii geçen zamanla olgunlaştığımı hissediyorum ama çocuk bir tarafım hep var.
Hep çok izlenen işlerde oldunuz. Yeni filminiz ‘7. Koğuştaki Mucize’nin fragmanı bile 4.5 milyon izlenmiş. Nedir derdi bu filmin?
- Fragmanın bile bu kadar izlenmesi beni mutlu etti tabii. İnsanlar, inşallah sinemaya da gidip izler. Canlandırdığım ‘Memo’ karakterinin mental retardasyonu var. Kızı ‘Ova’yla aynı zekâ yaşına sahip. ‘Memo’ bir şekilde cezaevine giriyor. Onun; adalet, umut ve ışık arayışını izliyoruz. Film bize mucizelerin gerçek olduğunu, her zaman umut olacağını anlatıyor.
Nedir mental retardasyon?
- Hormonlar ya da fiziksel gelişimde bir şey yok. Sadece zekânın gelişimi belli bir noktada duruyor.
Bıçak sırtı bir karakter. Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?
- Önce fizyolojik olarak hazırlandım. Vücudumu bozmaya çalıştım. Kaslarımı eritip göbeklendim. Ardından bir sürü araştırma yaptım. Otizm ve mental retardasyonlu çocuklarla çalışan psikologlara gidip hikâyeler üzerine konuştum. Sonra oyuncu koçlarımla çalıştım. Her şeyi not aldım. Hepsini harmanlayarak karakteri oluşturdum. Yönetmenimiz Mehmet Ada Öztekin de acayip bir adam, onunla da ayrı bir çalışma sürecimiz oldu.
Karakteri oynarken hayata karşı neleri sorguladınız?
- Hayaller gerçektir, ‘Memo’ bana bunu öğretti. Yakalamaya çalıştığım şey çocuk algısıydı ve gördüm ki çocuklara göre hayaller gerçek. Biz de hayata böyle bakarsak hayallerimiz gerçekleşiyor.
‘Ergenuslar’ diye WhatsApp grubumuz varSinemada daha uç ve zor roller seçme sebebiniz ekran sonrası biraz kendinizi sınamak mı?- Karakterin bir mücadelesinin olması ve bana bir şeyler öğretmesi beni çekiyor. Mesela bu filmle abim ve ablamın çocuklarına karşı yaklaşımım değişti. Şu an kankayız, ‘Ergenuslar’ diye bir WhatsApp grubumuz bile var. Her gün farklı mimikler yaparak birbirimize fotoğraflar atıyoruz (Gülüyor).
Çocukluk mu yetişkinlik mi diye soracaktım...- Her zaman, çocuk olmayı tercih ederim.
Çocuk sahibi olmadan babalık duygusunu hissetmek nasıldı? - Uzun süre, “Baba olmak ne demek” diye düşündüm. Eğer yüzde 50’sini bile anlayabildiysem inanılmaz bir duyguymuş. Çocuğunu sevmek herhangi birini sevmek gibi değil. Onu tüm hücrelerinle seviyorsun, inanılmaz. Gerçeğini hayal bile edemiyorum.
Baba olmak istiyor musunuz?- Böyle şeylerin zamanı olduğuna inanıyorum. Zamansız gelirse de “Demek zamanı buymuş” diyeceğim. Bu konularda biraz dengesizim (Gülüyor).
Adalet duygusuna ve samimiyete inanıyorumMucizelere inanır mısınız?- İnanmaz mıyım? Hem hayatın kendisi, doğan her bebek birer mucize değil mi? 10 yıl önce uçak mühendisi olmak için üniversitede okuyan birinin bugün seninle bu röportajı yapan bir oyuncu olması mucizenin ta kendisi.
Filmde adalet arayışını ve adaletsizliğin içinde yok olan iyilikleri görüyoruz. Sizce günümüzde ne kadar adiliz?- İnsanız, hata yaptığımız ve adil olamadığımız zamanlar olabilir. Ben adalet duygusuna ve samimiyete inanırım. O yolda gitmenin doğru olduğunu düşünenlerdenim. ‘7. Koğuştaki Mucize’ filminde de adaletsizlik karşısında herkesin nasıl bir araya gelip adil ve doğru olanı yapmaya çalıştıklarını anlatıyoruz.
Filmin fragmanı izleyenleri yine ağlatacak gibi duruyor. Çok ağlatan ve güldüren filmler daha mı iyi gişe yapar?- İyi film gişe yapar. Ben filmi biraz önce izledim ve bir kere daha ağladım ama bir yandan da film sizi her an güldürebiliyor.
Herkes star abi!10 yılda adım adım zirveye çıkıp adınızı jönler arasına yazdırdınız. Nasılmış star olmak?- Bunlar toplumun, sektörün veya sizlerin koyduğu sıfatlar. Herkes star abi! Yıldız tozundaki, galaksilerdeki bütün elementler sende de var.
Bu kadar basit mi?- Evet, biz sadece işimizi yapıyoruz. Bu işi yapmak isteyen benden genç arkadaşlara da şunu diyebilirim: Bu sıfatlara takılmayın! Tadını çıkarın, eğlenin... Ama olay bu değil. Asıl gereken, kendini kaptırmadan, yaptığın işte başarılı olmak.
Peki her şey dışarıdan göründüğü kadar parıltılı mı? - 10 sene içinde şunu öğrendim, karşındakinin dünyasını içine girmeden bilemezsin. Mesela senin yaptığın iş kolay mı? Dışarıdan bakan biri “Aman gidip iki soru soruyor” diyebilir ama öyle değil. Bizler bu tip önyargılara çok yatkınız. Işıltılı mı? Evet, dışarıya bir çıkıyorsun insanların sevgisini görüyorsun ama hiç kolay değil. Bizden farklı olduğunu düşündüğümüz için dışladığımız insanlara şans tanıdığımızda, bizi de nasıl pozitif etkilediklerini görebiliriz. Filmin hikâyesinde de bunu vurguluyoruz.
Yine de hiç bu dünyanın büyüsüne kapıldığınız olmadı mı?- Kendimle ilgili hatalarım oldu. Öğrenip ve farkındalığımı artırıp yola devam etmeye çalıştım.
Bunları yaşarken psikolojik destek aldınız mı?- Aldım ve alıyorum.
Genç yaşta gelen şöhretle hayatta nelerden vazgeçtiniz?- Sosyal olmayı ve eğlenmeyi seviyorum. Ama sosyalliğimden vazgeçtim. Biraz kendi içime kapandım.
Neredeyse hiç ara vermeden ekrana iş üreten biri olarak bu sektörü nasıl özetlersiniz? - Sistem ve sektör olarak geliştirmemiz gereken çok şey var. Biraz daha sistematikleşip gerçekten hikâye anlatmaya başladığımızda çok daha iyi olacağız. Sürelerimiz çok uzun. Ama günün sonunda duruma iyi tarafından bakmak lazım. Çünkü hem pozitif olmayı seviyorum hem de şikâyet etmenin bir sonu yok diye düşünüyorum.
Peki siz bu işi yapıp şanslı olanlardan mısınız?- Evet, şanslıyım çünkü şimdiye kadar iyi insanlar ve ekiplerle karşılaştım. Ama birçok arkadaşım var ki iyi ekiplerle çalışamayıp yoruluyor. İyi hikâyelere hizmet edemiyor. Ben üniversitede en çok istediğim bölümü okurken bıraktım ve oyunculuğa geçtim. O noktadan sonra da “Her zaman bu işte elimden gelenin en iyisini yapmam lazım" sözünü hayat mottosu edindim.
Rakiplerim yok, meslektaşlarım varİynemli ne demek?- Yıllarca bir anlamı yoktu, babama sorardım, “Ne bileyim oğlum” derdi. Şimdi internette arıyorum, ‘Arkadaş canlısı’ anlamına geldiği yazıyor.
Aile size ne ifade ediyor?- Aile benim için her şey.
Üç kardeşiz. Abim ve ablam var, ben tekne kazıntısı... Annem ev hanımı, şimdi bir marka yarattı, tişört yapıyor. Babam elektrik teknikeri.
Sizde sanat genlerden yani...- Evet. Abim oyuncu, ablam ses sanatçısı, dayılarım tiyatro sanatçısı. Annem hep “Benim tarafıma çektin sen” der. Annem yaaa...
Peki Beşiktaş tutkunuz nereden geliyor?- Doğuştan. Dayı, babam, abim. Gerçi bunu ekle, abim benden sonra fanatik oldu.
Beşiktaş Lisesi mezunuyum. 11 yaşımda bile Beşiktaş yenilince ağlıyordum. Chelsea maçını da 8-0’ı da unutmam. Çünkü bizim kazandıkça sevgimiz, kaybettikçe sadakatimiz artar.
Hayatın her alanında bu kadar hoşgörülü müsünüz? Rekabet duygunuz yok mu?- Rekabet seni sen yapan şeydir. Ama rekabet ve rakip algıları farklı şeyler. Bana röportajlarda “Rakipleriniz var” diyorlar. Benim rakiplerim yok, meslektaşlarım var. Bizler meslektaşız, aynı işi yapan ve birbirleriyle alışveriş halinde olan insanlarız.
E rakip kanalda sizinle aynı saatte oynayan bir dizinin reytingi sizi geçti mesela. Bozulmaz mısınız?- Niye bozulayım? Her şeyi düşünerek, panik olup iş yapamaz hale mi gelelim? Sakin ol! Sen sadece işini yap, orada herkese pay var.
Annem, “Oğlum Bulut, psikoloğuna gidiyorsun değil mi?” dediEn son ‘Çukur’ dizisinde öyle bir delirme sahneniz vardı ki sosyal medya gündemine oturdunuz. Gerçekten deli bir tarafınız var mı? - Annem yeni sezon ilk bölümü izleyip aradı. “Oğlum Bulut, psikoloğuna gidiyorsun değil mi?” dedi. “Artık 10 sene oldu, hadi anne ya” dedim. Ama tabii özel hayatımda deli bir tarafım yok.
Bıçkın ve mahalle delikanlısı haliniz gerçek mi?- Bıçkın bir tarafım var, onu biliyorsun, hatta bir kere başlık atmıştın. Ben mahallede büyüdüm. Mahalle kültürünü de severim. Ailem kalabalıktı, abim, ablam, kuzenlerim... Genelde sevgi eksikliği çeken adamları canlandırdım ama ben hiç sevgi eksikliği yaşamadım.
Oyuncuların Eric Morris tekniğiyle kendilerini rollerine kaptırmasından bahsediliyor. Siz de canlandırdığınız karakterleri yaşatan oyunculardansınız. Hiç kendinizi role kaptırdığınız oldu mu? - Oluyor tabii. Dizi çekiyorsan haftanın beş günü o karakterle yaşıyorsun, o dünyanın içinde ağır sahneler çekiyorsun. Mesela ‘Memo’ karakterine çalışırken kendime bir şarkı listesi oluşturdum, ‘Memo şarkıları’... O şarkıları dinlerken bulutlara bakıp onları bir şeylere benzetiyordum. Sonra sürekli bulutlara bakıp bir şeylere benzetmeye başladım. Bige’ye (Önal) bir bulutu gösterip, “A bak sırtında ejderha olan bir kaplumbağa” diyordum.
O ne diyordu ejderhaya?- Anlayışla karşılıyordu ama lise tayfam benimle dalga geçiyordu (Gülüyor). Çok ağır sahnelerden sonra da bazen kasılmalar oluyor, kendini tutamayabiliyorsun. Öyle durumlarda hemen kulaklıklarımı takıp müzik dinlemeye başlıyorum, yanıma kimse gelmiyor. Beş dakika sonra o dünyayı bırakıp kendi dünyama dönüyor ve profesyonel olmaya çalışıyorum.
'Taşı sıksam suyunu çıkarırım' zihniyeti bende küçüklüğümden beri varBüyük bir Beşiktaş tutkunuz var. Çarşı ruhunu nasıl anlatırsınız?- Çarşı her şeye karşı! Devam...
Siz nelere karşısınız?- Samimiyetsizliğe ve riyakârlığa. Negatifliği de sevmiyorum.
Apolitik misiniz?- İlgiliyim, okurum, kendi inandığım fikirlerim, düşüncelerim var ama siyaset çok benlik değil.
mBir dönem dekolteler konuşuldu. Ardından alkol ve sigaralar blurlandı. Son dönemde de dijitale gelen denetim gündemde… - Televizyonda oluyor, haklı bazı noktaları da olabilir ama dijitalde sansür olmamalı.
Televizyonun gençleri etkilediği konuşulurken rol aldığınız ‘Çukur’ dizisi de şiddet barındırıyor. Buna ne diyorsunuz?- Bu bir dizi ve kurgulanmış bir dünya. Dizide “Aile her şeydir” de deniyor. Biri içinden onu almayıp sadece silah sıkmayı alıyorsa bu algı meselesidir ve kimsenin algısına müdahale edemezsiniz.
‘Çukur’ bu sene giren yeni kadın oyuncularla kadın dünyasına daha yakınlaştı. Toplumdaki erkek egemenliği ve kadının yerini siz nasıl yorumluyorsunuz?- Ataerkil bir toplumuz ama bir yerden de bakınca çok anaerkiliz. Mesela ben çok anneciyim. Her şeyimi mutlaka ona danışırım. Çünkü kadınların her zaman farklı bakış açıları var. Ülkemizde kadına şiddete yönelik bir sürü şey yaşanıyor. Kadınların zekâsına, yapabilirliklerine, duygularına saygı duymayı öğrenip alan açtığımızda hepimiz daha iyi ve mutlu insanlar olacağız.
‘Çukur’da büyük bir güç olgusu var. Haluk Bilginer bir röportajımızda “Güce bayılıyor ve güçle yaşamayı seviyoruz” demişti. Sizce toplum olarak güçle nasıl bir ilişkimiz var?- Haluk Abi’nin lafının üstüne laf söylenmez ama doğru. Güç, güçlü olmak ve nüfuzlu olmak için çalışıyoruz. Ayaklarımız yere bassın istiyoruz. Ama bir yandan da gücü kötü kullanıyor, patronculuk oynuyoruz. Nüfuzunu kullanmak bana doğru gelmiyor.
Güç kavramı sizin için önemli mi?- Kendi ayakları üzerinde duruyor olmam önemli. “Taşı sıksam suyunu çıkarırım” zihniyeti bende küçüklüğümden beri var.
Umutsuz ve ışıksız kalmaktan korkuyorum30’a 1 kala hayatınızın nasıl bir dönemi?- Önceleri işime karşı “En iyi şekilde yapmalıyım, şöyle olmalı, böyle olmalı” diye kendimi çok darladığım, tuttuğum zamanlar oluyordu. Şimdi biliyorum ki hata da benim bir parçam. Önemli olan hatalarından ve yaptığın yanlışlardan ders almak, bunu öğrendim.
Korkularınız var mı?- Işık benim için çok önemli.
Anlamadım...- Işığa karşı bir ilgim var. Umutsuz ve ışıksız kalmaktan korkuyorum. Bu güneş ışığı, ay ışığı ya da herhangi bir şeyin ışığı olabilir…
Hiç karanlık ya da umutsuz hissettiğiniz dönemler oluyor mu?- Evet ama olmaması için elimden geleni yapıyorum.
Bu kadar popüler ve yakışıklı bir adam olmak başa bela mı?- Gene geldi
magazin soruları.. Dediğim gibi sosyalliği bırakıp kendi içime kapandığım oldu ama böyle bir iş var ve işin sorumluluğu da bu.
Bir fotoğrafınızın altına yapılan yorumlar şöyle; “Seksi, tutkulu, ateş parçası”... Bunları okuduktan sonra insan nasıl bir egoyla güne başlar?- Onlar insanların yorumları, yapacak bir şey yok, benim derdim kendimle.
Sizi kadınlar kadar erkekler de seviyor. Bunu başarmanın sırrı ne?- Kardeşlerim benim ya! Birincisi iyi işler ve hikâyelerde bulunmak, bunlar hem kadınlara hem erkeklere hitap ediyor. Ayrıca samimi olmak da bunda etken.
Ah bir bilsen ne adaklar adadım aşkına
Aşkı nasıl anlatırsınız?- Magazin geldi, aşk soruları nerede diye bekliyordum... Aşk soyut bir şey. Ben matematik kafalı bir adamım. Aşkın da matematiği yok. Çok öznel. Kimine göre midede uçan kelebekler, kimine göre gözlerdeki ışıltı.
Size göre? - Ben aşkı tutkulu yaşarım, romantiğimdir de. Hatta kız arkadaşım Bige’den (Önal) daha romantiğim, bu da kayıtlara böyle geçsin.
Hiç öyle durmuyorsunuz ama...- Ah bir bilsen ne adaklar adadım aşkına! (Gülüyor)
O zaman sorayım: Bige Önal’la uzun süredir birlikteliğiniz var. İkiniz de oyuncusunuz. Gündeminiz hep diziler ve filmler midir?- Hayır canım. Bige, tavla oynayıp “Hadi abi, ne zaman okey oynuyoruz” falan diyen dünya tatlısı biri.
Birbirinize fikir verir misiniz? - Çoook ama o söylemeden asla işlerine karışmak istemem, isterse okurum. ‘Memo’ya çalışırken de onun fikirlerini hep notlarımın arasına yazdım.