Güncelleme Tarihi:
2006’da Murat Bardakçı tarafından hazırlanıp Kanal D’de yayımlanan ‘Son Osmanlılar’ belgeseli, Cumhuriyet sonrası Osmanlı Hanedanı’nı böyle özetler. Evet, bir kısmı döndü, bir kısmı yaşadığı ülkelerde kaldı. Aralarından biriyse Londra’da, yarı İngiliz yarı Türk, yüzde yüz ‘Osmanlı’ kimliğiyle komedyen oldu; ‘İmparatorluğu Olmayan Osmanlı’ (Ottoman Without Empire) adlı stand-up şovuyla adını duyurdu. Bu isim, tam adı Nazım Ziyaeddin Nazım Osmanoğlu olmasına rağmen “Ben kısaca Naz” diyerek yaşamayı seçen Naz Osmanoğlu (32).
Aile soyundan ve hanedandan bihaber geçmiş bir çocukluk... Beş-altı yaşlarında babası Türk, annesi İngiliz, doğma büyüme Londralı, bir kelime bile Türkçe bilmeyen bir çocuğa “Sen sultan vârisisin, padişah soyundan geliyorsun” dediğinizde vereceği tepkiyi düşünün. “İşte o benim çocukluğum” diyor Naz: “Nereden geldiğimi bilmeden büyüdüm. Büyük büyükbabamlar için Osmanlı soyundan gelip bugün bambaşka bir hayat sürmek acıklı olabilir. Düşünsenize, koca bir tarih, hanedan ve servet avcunuzun içinden kayıp gidiyor. Tamam, nereden baksanız hüzünlü bir hikâye ama ben parlak tarafından bakmaya, o hüznün arkasındaki mizahı görmeye çalışıyorum. Sahip olduğunu bile bilmediğin bir şeyin kaybı için ne kadar hayıflanabilirsin ki...”
Devletten ayrıcalık beklemek zalimlik
Sondan bir önceki padişah V. Mehmed Reşad, onun büyük büyükbabası. Naz Osmanoğlu ise Ürdün’de doğmuş, Dubai’de büyümüş, Londra’da okumuş: “Dünyanın her yerinde yaşadım gibi geliyor bazen. İnsanın evi diye görebileceği birden çok şehir olması güzel.”
İstanbul için her ne kadar “Kan çekiyor” dese de ilk ziyaretini ancak geçen sene yapıyor: “Ailenin bu kadar derin bir bağının olduğu bir ülkeye ilk kez stand-up şovu yapmak için gitmek başlı başına absürt.” Komedyen zekâsı ve pratiği gereği, durumdan ‘malzeme’ çıkarmaya meyilli, gittiği gibi Dolmabahçe Sarayı’nı ziyaret ediyor: “Siz hiç büyük dedenizin yaşadığı evi görmek için önce ziyaretçi parası vermek zorunda kaldınız mı? Ben kaldım. Benim için dede evi, onlar için Dolmabahçe Sarayı. Yalnız, iyi hayat yaşamış bizimkiler...”
İlk İstanbul ziyareti sırasında burada yaşayan kuzenleriyle de tanıştığını anlatınca aklıma ister istemez, uzun bir süre gündemi meşgul eden Sultan 2. Abdülhamid’in beşinci kuşak torunu Nilhan Osmanoğlu geliyor. Hatırlatalım: Prenses Nilhan, aile olarak imparatorluğun çöküşü sonrası el konulan mallarını geri almak için mücadele ettiklerini açıklamış, özellikle İstanbul Boğazı’ndaki Galatasaray Adası konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracaklarını belirtmişti. Ben bu olayı anlatırken Naz’ın “Ciddi olamazsın” diyerek attığı kahkaha, sesimi bastırıyor: “Bir Osmanoğlu ferdi olarak herhangi bir ayrıcalık beklemek ya da devletten bir hak dilemek bence şuursuzluk değil, zalimlik.”
Beni komedyen bilsinler
Naz Osmanoğlu sahnede nasıl biri peki? “Şu an sultan olmak için yapmam gereken tek şey, önümdeki 16 adamı öldürmek” diyor; elindeki tek silahı olan ayaklı mikrofonu yerinden kaldırıp taramalı tüfek gibi seyircilere doğrultarak... Osmanlı Hanedanı’na dair bildikleri üniversitede aldığı Osmanlı Tarihi dersinde okuduklarından ve ara sıra babası Mehmed Ziyaeddin Efendi’den duyduğu ‘masalımsı’ muhabbetlerden ibaret. Ailenin birçok ferdiyle ilk kez, 2013 yılında, Londra’daki Türk Büyükelçiliği’nde, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun verdiği davette tanışmış.
Belli; soyadına biraz da ‘şahane bir stand-up malzemesi’ olarak bakıyor: “Özel hayatımda sık sık paylaştığım bir hikâye değil bu. Çoğu arkadaşım bilmez bile ailemin nereden geldiğini, kim olduklarını. Biraz da tercih meselesi. Beni sultan torunu değil, komedyen olarak bilsinler isterim.”
Seyircinin karakter tahlili
Seyirci olarak nasıl oturduğumuz, koltuktaki beden dilimiz hayatı karşılama biçimimiz hakkında birkaç ipucu verebiliyor. Naz Osmanoğlu bunu örnekler üzerinden anlatıyor, sahneden bakarken hissettiklerini ‘hayat tavsiyesi’ tadında paylaşıyor: “Los Angeles’ta iki hafta kaldım, neredeyse her gece sahnedeydim ve o Kaliforniya ruhunu çok daha iyi anladım. Yüzü gevşek, koltuğa neredeyse yayılmış, kolları açık, seni neredeyse gülmekten yerlere yatacak bir ifadeyle dinliyor. İngilizlerse tam tersi: Kollarını bağlayıp sana ‘Beni burada tutmak için umarım iyi bir bahanen vardır’ diye bakıyor.”
Komedyenler sahnede politikleşmeli mi?
Söyleşimiz öncesi Naz Osmanoğlu’nun menajerinden gelen not beklendik ve anlaşılır: “Türkiye’nin şu anki politik durumu hakkında konuşmak istemiyor.” Beklendik çünkü politika, onun sahnede kullanmayı tercih ettiği bir malzeme türü değil.
Anlaşılır çünkü soyadının Türkiye’deki etkisinin bilinciyle hareket ediyor. Ama tüm dünyada komedyenlerin, stand-up’çıların hiç olmadığı kadar politikleştiği ve bunu yaptıkça reytingini katladığı bir dönem bu. Haliyle bir komedyenle konuşup da politik sulara girmemek elde değil. Özellikle Donald Trump gibi liderler vesilesiyle değişen mizah sahnesini konuşuyoruz:
“Bana sorarsan tüm komedyenler, gece yarısı ‘talk show’larını sunan isimler Trump’ın aleyhine değil lehine çalıştı. Sürekli gündemde kalmasını sağladılar. Normalde erişimi kısıtlı kalacak bir demecini köpürtüp daha fazla insana yaydılar. Politika zekâsını değil popülerliğini kullanarak başkan olmuş bir isim o. Bence bu malzemeyi onların eline bilerek Trump verdi ve kazanan ortada. Komedyenlerin eleştirmek amacıyla bu kadar politikleşmesi kime, ne kadar faydalı... Trump sonrası bunu tekrar düşünmeli.”
Tosun Naz Paşa
Bu akşam İstanbul Komedi Festivali kapsamında BKM Mutfak UNIQ sahnesinde sergileyeceği gösteri, Naz Osmanoğlu’nun Türkiye’deki ikinci şovu olacak. Türk komedyenlerine, filmlerine, espri anlayışına hâkim değil ama öğrenmeye hevesli. Gani Müjde’nin yazdığı, Ata Demirer’in 7. Osman’ı oynadığı komedi filmi ‘Osmanlı Cumhuriyeti’nden açılıyor konu önce. Ama sonra ilk fırsatta izlemesi gereken filmin Şener Şen ve Kemal Sunal’lı, 1976 yapımı ‘Tosun Paşa’ olması gerektiğine karar veriyoruz: “Tosun Paşa... Tosun Naz Paşa! Neden olmasın?”