Güncelleme Tarihi:
Gülben Ergen son 15 yıldır o kadar fazla selülit haberine konu oldu ki, bir gazete zamanında “Bu haliyle selülit tarihine geçecek!” diye başlık attı. Hatta sadece magazinciler değil, Deniz Akkaya da selülite tahammül edemiyordu. Geçen yıl, beklenmedik bir öfke patlaması anında Hülya Avşar ve Gülben Ergen için “1.20 boyunda, selülit dağı kadınlarsınız, yok olun!” demişti.
Akkaya, ‘selülit/tombulluk/kısalık/kusurluluk sevmezler kulübü’nde yalnız değil. Bu, çok uzun yıllardır en kolay ayıplama alanı. Öyle bomboş bir alan ki içinde herkes zorbalığa doymadan at koşturabiliyor. ‘Selülitleriye şoke etti!’ lafını sorgulamadan geçtiğimiz seneler üç nesli sefil etti.
Gencecik Aleyna Tilki’sinden, konu olduğu haberlerin yüzde 70’i kaç kilo verdiğiyle ilgili olan Sibel Can’a kadar kimse dokunulmaz değil. Bir dönem ‘sıfır selülitiyle görenleri düzgün fiziğine hayran bırakan’ Eda Taşpınar’ın bile, poposu hakkında atılıp tutulmasında söz hakkı yok.
İrem Derici, ‘son zamanlarda çok kilo vermesine rağmen selülitleriyle görenleri şaşkına çeviriyor’. Aleyna Tilki, Bodrum’daki pozlarından sonra ‘5 kilo verdiğini’ ilan etmek zorunda hissediyor. Sadece ünlülerin bedenleriyle bitmiyor bu mesele. Bütün kadınlar vahşi bir endüstrinin ve dev bir yalanın kurbanıyız.
Beden nefreti için şık bir sebep
Geçen yıl Kelsey Miller’ın Refinery 29 için yazdığı “Selülit gerçek değil” başlıklı yazı epey ses getirdi. Miller, 19’uncu yüzyıl Paris’inden 1968’deki Vogue kapağına, selülitin ‘uydurulma’ sürecini anlatıyordu. Uzun yıllar toksinlerin biriktiği, hastalıklı bir oluşum olarak algılanan ‘amansız salgın’ için yıllarca bir çare bulunamamıştı; çünkü olmayan bir şeye çare bulmak da mümkün değildi.
1968’de Amerikan Vogue, Avrupa’dan gelen yağ fobisi rüzgârını arkasına alarak ‘selülit’ lafını ilk kullanan İngilizce yayın oldu. Miller’ın tabiriyle de, “Kadınların bedenlerinden nefret etmek için çok şık bir sebepleri daha oldu”.
Aslında toksinle, dolaşım bozukluğuyla ilgisi olmayan, gayet normal bir doku olan selülit, güzellik endüstrisinin en büyük para makinesine dönüştü. Hiçbir işe yaramayan kremler, buz tedavileri, ses dalgası terapileri milyar dolarlık bir endüstri yarattı.
1933’te Fransız kadın dergisi Votre Beauté’de (L’Oréal’in kurucusu Eugène Schueller’in dergisi) Dr. Debec adlı, gerçekliği kuşkulu adamın yazdığı selülit tanımı, neredeyse yüz yıldır korku saçıyor. Debec’in “Zehirli toksinlerle dolu dejenere deri”, “Adeta çişe eşdeğer atık” gibi dehşet laflarla tarif ettiği sıradan oluşum, hâlâ öcülüğünü koruyor.
Güzellik endüstrisinin kadınları berbat hissettirecek yeni şeyler bulmakta üstüne yok. Yakın zamanda bir markanın selülit kremi reklamı tatsızlıkta zirve yapıp şirketi özür dilemek zorunda bıraktı. Broşürde “Gamzeler yanaklarınızda güzeldir, kalçanızda değil” yazıyordu. Çok kısa süre öncesine kadar böyle olay çıkarmazdı bu laf. Ama beden olumlama akımının coştuğu, ‘#nofilter’ feminizminin prim yaptığı ortamda saçmalığı biraz fark edildi.
‘Portakal kabuğu’ndan kâbuslar
Beden olumlama işinin bile kendini vahşi kapitalizmin ve dünyanın en seksi 42 beden modellerinin eline bıraktığı dönemde, güzellik kalıplarından sıyrılmak çok zor.
Neyse ki Aslıhan Gürbüz gibi, imkânsız normlarla mücadele azmini kendinde bulan yıldızlar da var. ‘Ufak Tefek Cinayetler’deki Merve rolünde muhteşem oyunculuğu kadar kilosu da sürekli konuşulan Gürbüz, zamanında bu hadsizliğe “Kalıplarınızdaki ünlü anlayışı nedir bilemem ama bazılarınızı karşılamadığımın farkındayım. Ama karşılamak için de bir çabamın olmadığını bilmenizi isterim” diye cevap vermişti.
Yine de ‘muhteşem formunu’ atkılı fırça, her gün soğuk duş ve keto rejimiyle koruduğunu anlatmayı tercih edenlerin yanında azınlıkta Gürbüz.
Dünya sadece selüliti, beden kitle endeksini, sağlıklı vücut nedir meselesini değil, ‘çirkin’ denilenin üstündeki damgayı sorguluyor. Ve güzellik elbette politik, hep güçle, iktidarla ilgili.
Konu sadece tombul popoları, ayva göbekleri lütfedip hayata dahil etmek, iki büyük beden mankenle gönül almak değil. Her tür fiziksel kalıbı, kusursuzluğu, ‘dışarıda kalanları’ kabul edebilmek. Kadın vücudunun hep şaşkınlık, isyan, şok yaratan bir şey olmasına, üç ay önce doğum yapan annenin ‘hemen eski formuna dönmesine’ ve yaz tatillerinin burnumuzdan gelmesine gerek yok.
En Seda Sayan tonlamasıyla ‘Sen kimsin! Ne haddine!’ demenin; bedenimize, selülitimize, ışıldamayan saçımıza, parlamayan cildimize, taş gibi durmayan her yerimize sahip çıkmanın zamanı geldi de geçiyor.
İrem Derici
Aleyna Tilki