Güncelleme Tarihi:
Hiç öyle kaşınızı kaldırmayın çünkü ben bu kapıdan girdiğimde burası hiç de öyle şekilli bir sokak değildi. Hatta o zamanlar muhitimiz karşının taksileri tarafından “Çok sıkıcı yer, emekli memur muhiti gibi” diye tanımlanıyor, bizim sokak ise (dik bir yokuşa sahip olmasının da etkisiyle) mahallenin genelinden de daha sessiz sakin, pek kimsenin geçmediği bir nokta olarak kalıyordu.
10+ yıl önce kapının önünde sürekli vukuat çıkmasından sıkıldığımız bir dönem bile olmuştu. Pek trafiği olmadığından okul kıran gençler için sigara içip yüksek sesle ergenlik yapma, çok da uzağımızda olmayan barlar sokağında halledilemeyen öpüşme koklaşma veya karşılıklı rıza dahilinde birbirini darp etme gibi amaçlar için tercih edilir olmuştu.
Bir gün televizyonda haberler açık, “Konya’da polisle hırsız arasında başlayan amansız kovalamaca nerede bitti?” diye bir anons geçti. İçeriden eşbaşkanın sesi geldi: “Bizim evin önünde bitmiştir, kriminal olay sonuçta, nerede bitecek?” O derece yani.
* * *
Bugün öyle bir durumumuz yok, bakkala giderken Evrencan Gündüz’ün klip çekiminin ortasından geçiyor, evden çıkarken sokağın başında Mert Fırat oturuyorsa adama ayıp olmasın, hırpani dolanmayalım diye üstümüze çekidüzen veriyoruz. Siz de biliyorsunuz, sonuçta ‘Kadıköy is the new black’.
Kadıköy’ün yeni barlarını, pub’larını, kafelerini ziyadesiyle öğrendiniz. O yüzden size ikinci baskı olmasın diye mahallede kafe olmayan az sayıdaki dükkânı dolaşayım dedim.
Önce kooperatif dükkânına daldım çünkü aşırı yolumun üzerindeydi. Gelmişken peynir ve yumurta alacaktım ancak kart geçmiyormuş. “Bankacılık sistemine karşıyız, komisyon alıyorlar” dediler. “E ben karşı değilim abi, yansıt fiyatına komisyonu, ben ödemiş olayım” dedim. Öyle olmuyormuş. “Jandarma, biz komünist değiliz” diyerek kös kös ayrıldım.
Berberim Özkan’a geçtim. Özkan’ı mutenalaşma çerçevesinde yeni dolandırdılar. Bunun bildiğiniz eski kasa, normal bir berber dükkânı vardı. Vatandaşın biri gaza getirmiş, “Dükkânı yenileyeceğim, müşteri profilimi geliştirmem lazım” falan gibi şeyler söyler oldu. “Oğlum koltuklarını değiştir, eskimişler; kalanı kalsın aynı. Neticede bir şey olmayacak, yine biz geleceğiz gele gele” dedik, dinlemedi.
Dükkânı artık göre göre sıkıldığımız çiğ beton endüstriyel konsept mimari yaptılar, Özkan’ın bir araba parasını aldılar, sonuçta da kendisi hipster’ların favori berberine dönüşmedi elbette. İçeride hâlâ biz varız ve “Özkan’ım, Ali Koç işi niye böyle oldu ya” gibi muhabbetlerimizle kaliteyi aşağıya çekmeye devam ediyoruz.
* * *
Özkan karşısına açılan bakery’ye kurulmuş. Zira ikisinin de duvarları beton grisi ama bakery paraya para demezken Özkan diyor. Analiz de etmiş meseleyi kendince, şöyle yorumladı:
“Şimdi kanka, bak şu sakallı eleman dükkânın sahibi. Gelmiş burada ara sokakta küçücük dükkâna 5 bin lira kiraya girmiş. Aşağıda da bi dükkânı var. Bu paraya buraya girilir mi, neyine güveniyorsun diyeceksin. Şöyle, bu arkadaş solcu. Gir içeri sor bütün müşterilere, hepsi solcuyum der. Bu da o damarı tutmuş. Ha komünist adam 30 liraya mayalı ekmek, 40 liraya kahvaltı tabağı satar mı diyeceksin. Valla bunlar satıyor, onlar da alıyor. Mekâna da işte solcu ismi koymuş. Sabahtan şu kapıdaki bisiklete atlıyor. Aşağı, Migros’a gidip indirimdeki taze kaşarı alıyor. Gelip burada kaşarlı yumurta yapıp sana 25 liraya veriyor. Fırını var. Bardak çayın yanına bi küçük kurabiye atıyor orda. 7.5 liraya önünde. Dükkân dolu. Günde 2 bin lira minimum cirosu var. Dört çalışan çarpı 1400 düş, kirayı, elektriği düş; gerisi bu sakallının işte. Aşağıdaki dükkânı da böyle dolu, gidersen görürsün.”
“Peyniri aslında kooperatiften alsa iyi yaparmış, gerçi orada da kart geçmiyor” dedim, Özkan kooperatifmiş, kartmış, hiç takılmadan sakallıya yağdırmaya devam etti.
Siz o 3 lirayı anca Mert Fırat’tan alırsınız
Sahafa da bakayım çıkmışken dedim. Dükkânı boşaltıyormuş. “Gelip gidip istiyorlar, kafe yapacaklarmış, veriyorum valla ben de, Bodrum’a taşınacağım” dedi. Sonra dükkânı 300 bin TL hava parası karşılığı bana devretmeye karar verdi.
“Usta bende öyle bir para yok, olsa da ayrıca n’apıcaktım ki burayı” diyorum, “Abi kitap kafe yaparsın, çaydan kahveden yapıştır. Millet zaten artık Instagram çekmeye geliyor dükkâna sadece, her Instagram’cıya bir çay versen tamam” diyor. Arada da “Şu kitabı da al, Orhan Pamuk’a git ‘Abi ben bunu İhsan Oktay Anar’a hediye edeceğim, ona imzalar mısın’ de, Orhan Pamuk’un Anar’a imzaladığı kitap acayip para eder” gibi cin fikirlerle geldi.
“Sen hiç hayatında Orhan Pamuk gördün mü? Ben bir kere aynı asansöre bindim, bayağı üstüne çekidüzen verip önüne bakıyorsun, hiç böyle antine kuntine, şakaya gelecek bir insan değil bence” diyecektim, demedim; sahaf da mahalleyle beraber delirmiş sonucuna varıp kaçtım ordan.
* * *
En temizi bana belediyenin bakmasıydı. Yoğurtçu Parkı’na indim kafe olacaksa bu olsun madem diyerek. Türk kahvesi alıp tartan pistin kenarına oturdum. Koşanlara gözlerimle gülümseyip ‘Kendinizle olan mücadelenizi yürekten destekliyorum’ mesajı verirken, köpeklere göz kırparak ‘O yanındaki sümsüğü ek, beraber kaçalım’ şekli yaptım bol bol.
Belediye de zamanın ruhunu ucundan kıyısından yakalamış, kaşarlı tosta domates isterseniz 3 lira ekstra kesiyor. O 3 lirayı anca Mert Fırat’tan alırsınız, ben vermem, bu da böyle biline...
Berberim Özkan’ı mutenalaşma çerçevesinde yeni dolandırdılar. Dükkânı endüstriyel konsept mimari yaptılar ama kendisi hipster’ların favori berberine dönüşmedi elbette.