Güncelleme Tarihi:
Depremlerin büyük yıkıma uğrattığı Hatay’da birçok tarihi eser de zarar gördü. Bu eserlerin ve diğer illerdeki onlarcasının restorasyonu için bir kurul oluşturuluyor. Ancak bu illeri terk etmek zorunda kalan insanların tarihi alanlarda yarattığı kültür bir süre kesintiye uğrayacak. İlber Hoca karamsar değil. “Ben ‘Biz başkalarına benzemeyiz, çok renkliyiz ve bir arada mutluyuz’ diyen halkın sözüne güveniyorum. Güveniyorum çünkü gerçekten böyle yaşıyorlardı.” Ama herkese görev de veriyor: “Vatandaşlar bu işte çalışan kurumları denetlemeli, eleştirmeli; iyi yapılıyorsa taltif etmeli.”
◊ İki büyük deprem yaşadık. Hazırlıksızlığımız, bilime uzaklığımız, yanlışlarımız felaketi yarattı.
On binlerce insan kaybettik. Birçokları da şehirleri terk etti. Felaketin bu 11 şehrin kültürüne etkisi nasıl olacak?
Bu şehirlerin ileri gelenleri şimdi etrafla temas kuruyor. Bu tanınmış ailelerin mensupları ve halkımızın muhtelif sınıftan insanlarıyla konuştum. Gelenler yerleşme niyetinde değil. Yurtlara yerleştirilenler memnun değil. Olmalarını bekleyemeyiz. Devlet yurtlara yerleştirme gayretinde. Hele travma geçiren çocuklar ve gençler yurda hiç yerleştirilmez. Bunu anlatamıyoruz. Koruyucu ailelerse hiç ummadığımız kadar çok. Bizim milletin bir özelliği bu. İdareciler bu çocukların halinden anlamıyor. Bir tarihte Bosna’daki kamplardan bizimkiler 5 bin öksüzü evlat edinmek istedi. Müracaatlar tamamlandı ama o dönem bu tasdik edilmedi. Bu, utanılacak bir şeydir. Antakya zaten yerleşime uygun bir yer değil, en başından beri değil. Antik alan, sağlam değil. İnsanlar tepeliklere çıkmak istiyor. Bu gayet normal, bu planlanmalı. Şimdi bir kurul çıktı ortaya. Birtakım şeyler söylüyorlar ama ne dediklerini ben anlamıyorum. Sürekli bahsettikleri ‘uydu kentler’... Ne kadar harita üzerinden çalışıyorlar! Şunu bilsinler: Amik Ovası ve Antakya’nın kendisi tarım için, ekim içindir. Bu alanları yerleşme için harcayamazsın. Dağlara yerleşmemiz gerektiğini anlamamız lazım.
‘Enteresan bir havası var’
◊ Merkez için ne düşünülmeli?
Merkezdeki tarihi kalıntılar
tamir edilir. Kazı alanları genişletilir. Sit alanı ilan edilmeli zaten.
Ancak böyle koruruz. Geniş parklar, rekreasyon alanları planlanabilir. Böyle bir alan yoktu Antakya’da. İnsanların gezip oturacakları, sıcakta nefes alacakları yerler lazım. Halkın kendi bahçesi de kalmadı. Eskiden evlerin avluları vardı, bunlar da bitti. Şu açık; şehir bu antik alanda yaşar, insanlar evin dışında orada olur. Tabii Hatay’ın aynı nüfusta kalacağını sanmıyorum. Gidenler olacaktır. Kültürel olarak neler kaybedeceğiz, bilemiyorum. Tek bir şeye güveniyorum; “Biz başkalarına benzemeyiz, çok renkliyiz ve bir arada mutluyuz” diyorlar. Bu sözlere güveniyorum çünkü gerçekten böyle yaşıyorlardı. Varlıklı sınıf dediğimiz takım bile kendilerini ne İstanbul’da ne de Ankara’da iyi hissediyor. Memleketlerine dönüyorlar bir şekilde. Oranın enteresan bir havası var.
◊ Bu anlayış gurbette solar mı? Değişir mi?
Bilemem. Bir an önce dikkatleri bu meseleye çekmek lazım. Ahaliyi yeniden memleketine çekersek, ilgilenmelerini sağlarsak kültürü koruruz. Varşova nasıl yeniden kuruldu? Varşovalılar oradaydı ve şehirleriyle ilgilendiler. Onların bilgilerine müracaat edildi. Almanlar depremden beter yıkmıştı şehri. Burada da böyle olmalı. Böylece insanlar yeniden bağlanır, bu iş böyledir. Nereye gitsinler ayrıca? Kim onlara daha iyi bir hayat verebilecek?
◊ Sizin Antakya’yla nasıl bir ilişkiniz vardı?
Ben orayı çok seviyorum. İlk 1963’te gördüm. Tercüman rehber kursu için gittim. Havası başkaydı, Hadrian Köprüsü bile ayaktaydı. Mozaik Müzesi istisnaiydi. Seneler sonra Tunus’ta Bardo Mozaik Müzesi’ni gördüm, “Bizimki daha iyi” dedim. 1950’ler ve 1960’larda Amerikanize bir toplum vardı. Tur grubu “Fransızca burada hâlâ yaşıyor” diye şaşırmıştı. Bir yere Batı kültürü, dilleri giriyorsa oraya onun panzehrini de koyacaksın. Amerikanizm’in panzehri Fransız kültürüdür. Bu vardı. Bu havayı görmek istiyorum. Ve bana kalırsa bu hava dönecek ve yaşayacak. Mesela bizim Füsun (Türk Tabipleri Birliği başkanlığını yapmış
Dr. Füsun Sayek, 1947-2006) Niğdeliydi. Eşi İskender (Sayek) İskenderunlu. Füsun sadece eşinin hatrına sevmedi o toprakları. Kendi çok sevdi ve oraya gömülmek istedi. İskender de eşinin hatırasına binaen Arsuz’da yaşıyor ve orayı imar etmeye çalışıyor. Füsun Sayek Sağlık ve Eğitim Geliştirme Derneği de orada çalışan belli başlı vakıflardan biridir. Yardımımı oraya yaptım, daha da isterse yapacağım.
‘Yamyam her yerde var!’
◊ Yeni ve doğru yerleşim alanları kurulup şehirler canlanınca insanların dönmesi için teşvik programları üzerinde çalışılmalı mı?
Teşviği biz, millet yapıyoruz “Ne güzel yerler, tekrar canlansın” diyerek... Ama teşviğin en önemlisi restorasyon ve rehabilitasyon. İkisi bir arada! İmarın da ehil insanlar tarafından yapılması... Ortaya çıkan eserler milleti çekmeli. Vatandaşlar bu işte çalışan kurumları denetlemeli, eleştirmeli; iyi yapılıyorsa taltif etmeli. Bunların yüksek sesle yapılması önemli. Ben çok önem veriyorum. Eskisi gibi kenarda kalınmaz. Türkiye, ilgisi ve hatta çıkarı olanların lakayıt hali ve halkın ancak işler bittikten sonra mızmızlanmaya başlaması yüzünden bu hale geldi. Ben böyle bir İtalya düşünemiyorum, böyle bir Fransa, Polonya düşünemiyorum. Berbat olur giderlerdi. Siz ne zannediyorsunuz? Yamyam her yerde var. Böyle adamlar Paris’te halleri kaldırdılar ortadan, berbat ettiler o ananeyi. Bu adamlar Paris’in Vosges Meydanı’nı yıkmak, müteahhitlere vermek istedi. Halk ayaklandı da şimdiki güzel semti restorasyonla kazandı. Bir sürü yerde insanların dikkati, alakası, tenkiti, katkısı olmasa bu diriliş de olmazdı. Varşova, Dresden... Birçok şehir ilgi sayesinde tamirat gördü. İnsanlar pasif kalmadı.
“Paris’te Vosges Meydanı’nı yıkmak istediler. Halk ayaklanıp şimdiki güzel şehri restorasyonla kazandı.”
◊ Herkesin şahsi meselesi olacak yani...
Şahsi mesele olacak tabii! Orada yaşıyorsun, orada malın var, tamam. Ama orayı sevenlerin de şahsi meselesi. Bazı insanlar ara sıra Hatay’a gidip hava alıyorsa, böyle bir ihtiyaç duyuyorsa tabii ki onların da şahsi meselesi... Ben Romalı değilim, İtalyan değilim diye Roma’nın tahribine ve yozlaştırılmasına müsaade eder miyim? Ben gidip orada havamı buluyorum. İstanbul’da havamı buluyorum. Ne diye suriçi mahallelerini tahrip ediyorsunuz? Bunu yapanların hepsini lanetliyorum. Şahsımla, kalemimle, her şeyimle... Bu kötülükler yeter! Çünkü bana kalan kâbus, bana kalan problem bunlardandır.
‘Türkiye bilenle bilmeyeni bir tutuyor’
◊ 2005-2012 arasındaki görev sürenizde belki dikkatinizi çekmiştir. Topkapı Sarayı’nın afet planı nasıl?
Kültür Bakanlığı son derece zayıf bütçeli bir bakanlıktır. Ben Kültür Bakanlığı’nın Topkapı Sarayı’yla baş edemeyeceğine inanlardanım.
Bu nedenle zengin bir bütçesi olan Milli Saraylar’ın idare bakımından daha uygun olduğunu düşünüyorum. Oraya gitmesi daha iyi oldu. Ama buradaki kadrolar bu işleri doğru mu yapar, bilemem. Türkiye’nin en büyük problemi uzman meselesidir. Sayıca yetersizdir, olanlar da maalesef benimsemiyor. Türkiye bilenle bilmeyeni bir tutuyor. Ve kendi bilmeyenini tercih ediyor. Bütün siyasi grupların, partilerin hastalığıdır. Kendi adamını koyarsan o ya yanlış iş yapar ya da yolsuzluk... Okkanın altına da kendin gidersin. Bunu anlatamıyorsun. Ehliyetsiz kadrolar her türlü ahlaksızlığı yapar, zaten buna da lüzum yoktur, onun cehaleti en büyük yolsuzluktur.
Bizim müzelerimizin uzmanlara ihtiyacı var. Dünyanın en önemli koleksiyonlarından bazıları bizim elimizde. Buralarda ehliyetli insanların kullanılması icap eder. İdarede maaş rejiminde farklılık yaratıldı ama alakasız insanlar için kullanılıyor. Bunu söylemem lazım.