FOTOĞRAFLAR: Emre YUNUSOĞLU- Selcen Küçüküstel
Oluşturulma Tarihi: Nisan 07, 2019 08:30
Petra Nachtmanova (31), Polonyalı-Çek bir anne-babanın kızı olarak Viyana’da doğdu, büyüdü. Çocukken klasik müzik eğitimi aldı. İngiltere’de tarih okuduktan sonra Berlin’e yerleşti. Sazla, orada yaşayan göçmenler aracılığıyla tanıştı. Rönesans Barok müziğine yönelecekken halk müziğine merak sardı. Bir cemevinde saz kursuna yazıldı, Türkçe öğrendi. Bu enstrümanın anavatanı Horasan’ı merak etti, yollara düştü. Bosna, Arnavutluk, Bulgaristan, Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan ve İran’ı kapsayan dört aylık bir yolculuğa çıktı. Her durakta saz çalanlarla bir araya geldi. Yönetmen Stephan Talneau, bu maceranın belgeselini çekti. ‘Saz’, 38’inci İstanbul Film Festivali kapsamında izleyiciyle buluştu.
Elinde saz olan bir Avrupalı... Görmeye alışık olduğumuz bir profil değil bu. Kimsiniz siz?
- Berlin’de yaşayan, oradaki farklı kimliklerden ve müziklerden etkilenen bir insanım...
Belgeselde, Türkiye’den Berlin’e göç edenlerle konuşurken, “Ben de göçmenim” diyorsunuz...
- Annem Polonyalı, babam Çek. Ben Viyana’da doğdum, büyüdüm. Almanya’daki en büyük göçmen grubu Türkiye’den gelenler, ikinci büyük grup da Polonyalılar. Yani biz de göçmeniz ama görülmüyoruz. Oysa bizde de o ‘göçmen sendromu’ var.
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
- Annemle büyüdüm. Viyana sakin bir yerdi. Tatillerde trenle Polonya’ya gidiyorduk. Dedem bizi Lada arabasıyla Varşova’daki gardan alıyordu. Şehrin eski hali çok karanlıktı ama bana hiç korkunç gelmiyordu, heyecanla dedemi ve anneannemi görmeyi bekliyordum. Büyüyünce tatilleri memlekette geçirmenin önemini anladım. Bu sayede şimdi Lehçeyi gayet iyi konuşabiliyorum.
Söze en güzel eşlik eden enstrümanMüziğe ilginiz nasıl başladı?- Babam müzisyendi. Saksafon ve klarnet çalıyordu. Prag’da 70’lerde acayip bir caz modası vardı. Babam ve amcam onun tam içindeydi. Ben de Viyana’daki çocukların çoğu gibi
müzik okuluna gittim. Yıllarca klasik
müzik dünyasındaydım. Keman, obua çaldım. Rönesans Barok müziğine yönelmeyi düşünüyordum.
Eğitiminiz ne üzerine?- İngiltere’de tarih okudum.
Berlin’e yerleşmeye nasıl karar verdiniz?- Tipik bir ikinci kuşak göçmen olarak köklerimle ilgilenmeye başladıktan sonra ‘vatanım’a dönmeye karar verdim. Ama Polonya’da yaşamaya bir ay dayanabildim. Çok monokültürel bir ülke. Bana göre değildi. Berlin’de arkadaşlarım vardı, onların yanına gittim.
Halk müziğine ilgi duymaya nasıl başladınız?- Dünya halk müzikleriyle ilgileniyordum zaten, Doğu Avrupa halk müzikleri söylüyordum. Ama Anadolu’yu Berlin’de keşfettim. Bir gün sokakta bağlama çalan birini gördüm. Ev arkadaşım da Türk’tü, ona ait bir Âşık Veysel CD’si vardı evde. Onu dinledim ve çok sevdim.
Saz çalmayı nasıl öğrendiniz?- Berlin’de bir cemevinde saz kursuna başladım. İlk hocam Nevzat Akpınar’dı, sonra Taner Akyol Saz Kursu’na gittim. Sonra da sağa sola sorarak, YouTube’daki videoları izleyerek ilerlettim. Sekiz senedir çalıyorum ama hâlâ tamamen öğrendim diyemem.
Türkçeyi nasıl bu kadar ilerlettiniz?- Türküleri anlamak için öğrenmeye başladım. İstanbul’da kaldım bir süre. Üç senedir de bir Karadenizliyle evliyim.
Nedir sizin için bu enstrümanı bu kadar özel kılan?- Bence söze en güzel eşlik eden enstrüman saz. Adeta kalbin anahtarı...
İstanbul penceresinden Anadolu’nun her köşesine bakabiliyorsun
Belgesele konu olan seyahate çıkmaya nasıl karar verdiniz?
- Berlin’de saz çalan arkadaşlarımdan çok duydum: “Horasan’dan geldik”, “Bu saz Horasan’dan geldi.” Hep bir Horasan... Madem bu kadar önemli neden gitmiyorlar, anlamıyordum. Onlar için biraz ‘masal ülkesi’ gibiydi. Ben de bir gidip bakayım dedim. Biliyorsunuz, özellikle Avrupa’da bütün Orta Doğu acayip tehlikeli görülüyor. Öyle olmadığını, orada yaşayan insanların doğal hayatını görmek istedim.
Bu yolculuğa çıkacağınızı söylediğiniz yakınlarınız ne dedi?
- “Güvenli mi”, “İran’a nasıl gideceksin”, “Ya seni taşlarlarsa”... Hiç gidip görmedikleri için buralarda kimsenin derdinin size zarar vermek olmadığını bilmiyorlar.
Bu macerayı belgesele dönüştürme fikri nasıl oluştu?
- Bu fikir Stephan Talneau’dan çıktı. Berlin’de yaşayan Fransız yönetmen... Benim de arkadaşım.
m Yolculukta size kim eşlik etti?
- Benim ve Stephan’ın dışında bir de sesçimiz Florent (Chaintiou) vardı. Ayrıca her ülkede bir araştırma-organizasyon asistanı bize eşlik etti. Türkiye’de kültürel antropolog Selcen Küçüküstel’le çalıştık.
Buradaki halk kültürü bir hazine Hangi ülkelerden geçtiniz?- Bosna, Arnavutluk, Kosova, Bulgaristan, Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan ve İran.
m Türkiye’de nerelere gittiniz?
- Seferihisar, Kaş, Kırşehir, Ankara, Sivas, Tunceli, Erzurum ve Kars.
Nelerle karşılaştınız bu şehirlerde?- Bağlama ailesinin çeşitlerini görmek çok güzeldi. Sonra Anadolu’nun zenginliği... Burada gördüğüm misafirperverlik ve halk kültürü bir hazine! Ona sahip çıkmazsanız yok olur. Biz Avrupa’da halk kültürümüzün çoğunu kaybettik. Siz kaybetmeyin.
Sizi nasıl karşıladılar?- Teyzeler inanılmazdı. Hemen gelip size sarılıyorlar, “Gel yavrum, gel kızım” diyorlar, çok güzel... Çok lezzetli yemekler yedirdiler bize. Köylerde her şey taze. Ekolojiyle ilgili fikirlerim de gelişti bu yolculukta. Mesela Seferihisar’da Doğa Okulu diye bir proje var. Orhanlı Köyü’nde ziraatla, sanatla, kültürle ilgili atölyeler yapıyorlar. Çok değerli. Bu güzel coğrafyanın faydalı geleneklerini canlı tutmak lazım. Biz Avrupa’da nenelerimize ziraatla ilgili bir şey soramıyoruz. Çünkü onlar da köyden uzak kalmış. Siz sorabilirsiniz çünkü burada herkesin bir köyü var.
Sizi neler etkiledi yolda?- Manzaralar. Şehirde yaşarken unutuyoruz ama güzel manzara çok etkiliyor insanı. Şehirden çıkınca nefes almaya başlıyorsun.
“İstanbul, saz kültürünün kalbine açılan pencere” diyorsunuz...
- Avrupalılar için İstanbul, daha az bildiğimiz bir dünyaya, Anadolu’ya açılıyor. Anadolu, saz kültürünün kalbi, İstanbul da adeta Anadolu’nun bir minyatürü. İstanbul penceresinden Anadolu’nun her köşesine bakabiliyorsun.
Saz, birleştirici bir enstrüman. Belgeselde siz de buna değiniyorsunuz. Ama sazın etkili olduğu coğrafyada tarih boyu hep çatışmalar olmuş...- Evet, birleştirici. Öyle olmasa bir banka neden reklamlarında sazı kullansın? Kullanıyor çünkü halkın sembolü. Ama kültürel zenginliği taşıyan bölgeler hep sıkıntı çekiyor. Farklı noktalar ve ortak noktalar var. İnsanlar hangilerini görmeyi seçip hareket ederlerse, tarih öyle gidiyor.
Âşık Veysel’in ailesi bizi çok sıcak karşıladı
Âşık Veysel’in mezarını ve ailesini de ziyaret etmişsiniz. Neler söylersiniz bu ziyaretle ilgili?- Çok güzel ve huzurlu bir gün geçirdik orada. Âşık Veysel’in ailesi, çok güzel insanlardan oluşuyor, bizi çok sıcak karşıladılar.
Berlin’de ayda bir halk müziği geceleri yapıyoruzNerede yaşıyorsunuz, nasıl bir hayatınız var?- Berlin’deyim hâlâ. Müzisyenim, kocam da müzisyen. Sadece türkü çalmıyoruz, başka tarz müziklerle de ilgileniyoruz, gruplarımız var. Ama ‘BeynelMilel’ adı altında halk müziği geceleri yapıyoruz ayda bir kere. Anadolu’dan, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan,
Doğu Avrupa’dan müzikler çalıyoruz orada... Mahallemizin müzikleri işte...
Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?- Kesinlikle yolda öğrendiğim şarkılardan bir albüm çıkarmak istiyorum.