Vücudunun neredeyse her yanını kaplayan dövmeleri, burnundaki piercing’i ve boynundaki kalın metal zinciriyle Kadıköy’de ‘takılan’ öğrencilerden çok da farklı görünmüyor. Ama o, İstanbul’un sayısız duvarına imzasını atmış, eserlerini önemli koleksiyonerlere satmış, markalarla işbirliği yapan bir sanatçı. Bir sokak sanatı dosyası hazırlamaya karar verdikten sonra görüş almak için başvurduğumuz ilk isimlerden biri; Canavar.
‘Manzara resmi mi yapacağım?’Kadıköy, Hasanpaşa’daki atölyesinde bir araya geliyoruz. Mekânın girişindeki duvarda, artık sanatçıyla özdeşleşmiş olan hamamböceklerinden birinin resmi var. Etrafta onlarca resim, yüzlerce sprey boya, fırça... Bizi karşılarken gerçek ismini söylüyor ama haberde bunu kullanmamamızı rica ediyor ve fotoğraf çekiminde yüzünü bir maskeyle gizliyor. Sebebini şöyle açıklıyor: “İlk zamanlarda illegal olma durumundan dolayı ismimi vermiyordum. Artık böyle bir şey söz konusu değil. Biri beni bulmak isterse bulur, siz nasıl bulduysanız... Ama şimdi de sanatımla izleyicinin arasına hiçbir şey girmesin istiyorum, ismim bile...”
Grafitinin Türkiye’deki ikinci kuşak temsicilerinden olan 28 yaşındaki sanatçının hikâyesi Gebze’de başlıyor. Sokak sanatına ortaokul yıllarında sokaklarda, filmlerde gördükleri sayesinde merak sarıyor. Endüstri Meslek Lisesi’ndeyken bir arkadaşının abisi aracılığıyla bir grafiti grubuna giriyor. O da pek çok sokak sanatçısı gibi isminin harflerini farklı formatlarda yazıyor önce. Onu harekete geçiren de içindeki ‘iz bırakma dürtüsü’. Babasının, “Oğlum seni bir resim kursuna mı yazdırsak” önerisine şiddetle karşı çıkıyor: “Herkes gibi manzara resmi mi yapacağım?”
“İçimde hep farklı bir şey yapma isteği vardı” diye anlatıyor o dönemki ruh halini: “Çok çılgın bir çocuk değilim ama anlaşılmadığımı hissediyordum. Her şeyi sorguluyordum; kendimi, insanları, hayatı... Ailem çok tedirgindi. Ben de içimde olup bitenlere odaklanıp onlardan uzaklaşmıştım biraz. Birkaç yıldır daha yakınız. İlk defa geçenlerde babamdan takdir aldım, ‘Oğlum sen tırnaklarınla geldin buraya’ dedi. Evdekiler hâlâ arada, ‘Keşke düzenli bir işin olsa’ diyor ama ellerinden geldiğince maddi destek de oluyorlar. Bu röportajları onlar için veriyorum zaten. Kendimi anlatmayı çok sevmiyorum ama röportajımın olduğu gazeteyi, dergiyi görünce mutlu oluyorlar.”
Lisenin son yılında bir resim kursuna başlıyor sonra. Marmara Üniversitesi Grafik Bölümü’nü kazanıyor. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen henüz bitirebilmiş değil. Son dört-beş yıldır okula hiç uğramadığını söylüyor. İstanbul’a geldikten sonra klasik, karışık, 3D grafiti, portre, hepsini deniyor. Basquiat ve Keith Haring’e öykündüğü işler yapıyor.
Alameti farikası olan hamamböceklerinin Kafka’dan ziyade Gezi’yle bir ilgisi var: “O günlerde o kadar çok gaza maruz kaldık ki... ‘Böcek gibi zehirliyorlar bizi’ diyordu insanlar. Dışlanmışlık, adapte olamama... Bunlar Gezi’den önce tek başıma hissettiğim şeylerdi. O zaman büyük bir grubun bunları hissettiğini görünce kafamda bir böcek imgesi canlandı. Sadece Türkiye’de olanları değil; Hristiyan bir toplumda Müslüman olan, heteroseksüellerin olduğu bir grupta başka bir yönelimi olan yani herhangi bir toplulukta kendini oraya ait hissedemeyen bir varlığı temsil ediyor benim için. Kafka’yı daha sonra okudum. İnsanlar onun ‘
Samsa’ karakterinden esinlendiğimi söylediklerinde tepki gösteriyordum. Ama şimdi onun ailesiyle yaşadığı çatışmayla da paralellik kuruyorum.”
Canavar’ın meşhur hamamböceklerini resmettiği duvarlardan biri.‘Şubatta ilk kişisel sergimi açacağım’Yaklaşık 15 yıldır sokakları boyuyor. Onun bu işe başladığı dönemden bugünlere sokak sanatına bakış büyük bir dönüşüm geçirdi. Çok büyük ölçüde ‘vandalizm’ olarak görülmüyor artık. Birçokları için şehri renklendiren bir unsur hatta. Canavar bu değişimi sosyal medyaya borçlu olduğumuzu söylüyor: “Sokak sanatı, iyi bir Instagram malzemesi. Yurtdışına gidenler renkli grafitilerin önünde çektirdikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaştılar. Onların beğenildiğini görenler burada da grafitilerin peşine düştü. Moda çekimlerinde kullanıldı; ünlülerin, şirketlerin, işletmelerin ilgisini çekti.”
Güvenlik güçlerinin de eskisi kadar sert davranmadığını anlatıyor: “En son gözaltına alınalı herhalde 9-10 sene olmuştur. O yıllarda da, “Abi biz sanatçı çocuklarız, bunun okulunu okuyoruz” diye tatlı dille anlatıyorduk. Genelde bırakıyorlardı ya da en fazla para cezası veriyorlardı. Artık sadece bekçiler -toplumda yeterince saygı görmediklerini düşündüklerinden sanırım- kendilerini saydırmak için sert yaklaşıyorlar. Onlara da durumu izah ettiğimizde anlıyorlar.”
Artık pek kimsenin pencereye çıkıp, “Kirletmeyin o duvarı” dediği de yok elbette. Çok kafaya takan çıkarsa onun da beyaz boyayla üstünü kapattığını söylüyor sanatçı: “Büyük bir portre yapmıştım, senelerce durur diye düşünürken 10 gün sonra kapatıldı. Yapan kişiye, ‘Neden’ diye sordum, ‘Sizin yapmaya hakkınız varsa, bizim de kapatmaya hakkımız var’ dedi. Derinlemesine tartışabiliriz bunu ama bir noktada haklı olduğunu düşünüyorum.”
Peki para kazanabiliyorlar mı? Canavar’a göre eskiye oranla bu da değişen durumlardan biri: “Kafelere, restoranlara, ofislere ‘piyasa işi’ denen türden işler yapanlardan evini, arabasını, yazlığını alanlar var. Bana piyasa işi az geliyor. ‘Canavar bunu yapmaz’ diyorlar. İmzasız yaparım aslında. Ama gelmiyor. Ben de sergime yoğunlaştım. Şubatta Versus Art Project’te ilk kişisel sergimi açacağım.”
‘Heyecan isteyentren boyasın’İsimlerini saklamaya, polisten kaçmaya gerek duymuyorlar. Aileleri, toplum onları yadırgamıyor. Atölyelerde çalışıyor, sergi hazırlığı yapıyorlar. Belediyelerin düzenlediği festivallere katılıyor; kafelerin, restoranların, ofislerin duvarlarını boyuyorlar. “Sokak sanatı ehlileşti” diyebilir miyiz o halde? “Diyebiliriz” diyor Canavar tereddüt etmeden, “Başta ben de eleştirdim bu durumu ama artık yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorum. Biz zaten bunun için yola çıkmamış mıydık? Sanatı her kesimden insanla buluşturmaktı olay. ‘Underground’ başlayan bir kültür zaman içinde anaakıma dönüşür, bunda yadırganacak bir şey yok. Hayatı boyunca bir galeriye gitmeyecek biri, sokakta bir sanat eseri görüyor. Ya da sanata ilgisi olan ama nereden başlayacağını bilemeyen biri sokakta bir grafiti gördüğünde bir yol bulabiliyor. Ama tabii sokak sanatçılarının hepsi o eski heyecanı arıyor. Heyecan isteyen tren boyasın. Ben de bir gün bir vagonun üstünde böceklerimden birini görmek istiyorum.”
Peki değişmeyen ne var? Sanatçının buna yanıtı da çok net: “Sanat camiasındaki insanların yaklaşımı. Tam bir sanatçı olarak görmüyorlar bizi. Yaptığım şeyin resim olmadığını düşünen bile oluyor. Birilerinin cama çıkıp, “Polis çağıracağım, kirletmeyin duvarı” demesini alkışlamaya çevirdiğimiz gibi, sanat camiasındaki insanların bu tavrını da değiştireceğiz, göreceksiniz...”
Rap’çiler gibi bir araya gelip bir iş yapacağızTürkiye’de sanatın hiçbir alanında sert eleştirel işler yapan yok artık. Sebeplerini çok iyi biliyoruz. Bir tek büyük saygı duyduğum, ‘İzins.z’ ismini kullanan bir arkadaşımız var, o yapıyor. Rap’çilerin ‘Susamam’ adlı parçası gibi biz de sokak sanatçıları olarak böyle bir şey yapalım diye konuşuyoruz, yakın zamanda böyle bir şeye girişeceğiz.
Toplumu dönüştürücü bir işlevi varÖmer Emre Yavuz (Heykeltıraş, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi)
‘Sokak sanatı’ ifadesi neleri kapsıyor?- Çok genel bir çerçeveden bakıldığında; kamunun ortak alanına uygulanan ve murallerden (duvar resmi) grafitiye hatta üç boyutlu çalışmalara kadar çok geniş bir alana yayılan sanatsal bir üretim biçimi olarak değerlendirilebilir. Konumu gereği ‘kamusal alan’ kavramı içerisinde yer alır ve ister istemez ideolojik bir eylemdir.
Tarihine ilişkin neler söylersiniz?- Kökeni, bazı sanat tarihçilerine göre mağara resimlerine, bazılarına göreyse MÖ 2000’lerde Girit uygarlığına ait fresklere kadar geri götürülüyor. Ama sokak bağlamında ele alındığında belki de ilk örneklerinin Meksika duvar resimleri olduğunu söyleyebiliriz. Grafiti, ABD’de hiphop kültürüyle ilişkilendirilirken Avrupa’daki kökleri 1970’li yılların punk hareketine dayanır.
Bir kendini ifade ediş biçimi olarak bugün neden önemli?- Sokak her zaman kişisel, sosyal ve politik görüşlerin ifade edildiği bir yer olması açısından önemlidir. Özellikle muralistlerin çalışmalarının, dışavurumcu olduğu kadar sosyal ve politik etkileri de vardır. Bazı grafiti sanatçılarının da sanatlarını sessiz olanların sesini duyurmak için kullandıklarını ve önemli siyasi ve sosyal alt tonlar içeren eserler ürettiklerini söyleyebiliriz. Bu bağlamda sokak sanatının toplumu dönüştürücü bir işlevi olduğunu düşünüyorum.
Altın çağını yaşıyorDünyaya kıyasla Türkiye’de ne durumda?- Açıkçası Türkiye’de sokak sanatını duvarların estetize edilmesi ve yürürlükteki estetik değerlerin takviyesi ihtiyacı olarak görüyorum. Bir yargı uyandıran ve mekânın sosyo-politik durumu hakkında sorgulayıcı bir eylem içeren çok az örnek var. Sanatçılar daha çok görünürlük kazanacakları yerleri tercih ediyorlar. İstanbul’da sokak sanatının özellikle Kadıköy, Karaköy ve Beyoğlu semtlerinde görülmesi rastlantı olmasa gerek. Bu şu demek; eserin ne olduğu değil, ne kadar göründüğü, kaç kişinin beğendiği sanatçılar tarafından daha önemli durumda.
Türkiye’de izleyici nezdinde nasıl bir karşılığı var?- Son yıllarda bugüne değin hiç görmediği kadar ilgi görerek adeta altın çağını yaşıyor. Ancak çok az eserin izleyenlerde bir farkındalık yarattığını söylemek mümkün. Bunda pek çok şehirde grafitinin legalleşmesinin payı olduğunu düşünüyorum. Evcilleştirilmiş bir sanata dönüşmesinin sanatçılarda da bir dönüşüme yol açtığı aşikâr.
Sokak sanatının sergilerinin açılmasına ya da bir belediye kapsamında festivalinin düzenlenmesine nasıl bakıyorsunuz?- Sokak sanatı, sokaktan çıktığı anda sergilendiği müze veya galeri, mekânın sorgulanabilir ideolojisi bağlamında yeniden değerlendirilmelidir. Sadece ülkemizde değil, yurtdışında da çeşitli kurumlar tarafından festivaller düzenlendiğini görüyoruz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bazı hususlar var. Örneğin, Kadıköy Belediyesi 2011’de sivil bir inisiyatifle (Mural İstanbul) başlayan mural hareketini sahiplenmiş ve onu kendine mal etmiştir. Bu yıl tamamen sivil inisiyatiften bağımsız olarak düzenlediği festivale katılacak sanatçıları seçerken hiçbir jürilik mekanizmasını çalıştırmamıştır. Hatta sanatçıların eserlerini de halka seçtirmiştir ki bunun özellikle kınanması gerektiğini düşünüyorum. Bir sanatçı olarak eser yapmak için bir topluma danışırsanız ve hiçbir zaman homojen olmayan yerel halkın taleplerini izlemeye çalışırsanız, onların çıkarlarına kendinizinkinden daha fazla hizmet etmiş olursunuz. İdeolojik argümanların değişiminde bir piyon haline gelirsiniz. Artık bu özgür siyasal içerikli eylem de belediyeler tarafından ehlileştirme sürecine girmiştir. Son zamanlarda yayımlanan pek çok makalede bunu görmekteyiz. Hatta bazı yazarların bunu bir soylulaştırma politikası olarak değerlendirdiğini de söylemek mümkün.
Greta’nın mesajını desteklemek istedik
Geçen ay gerçekleşen Muralist Kadıköy kapsamında Göztepe, Mustafa Mazharbey Sokak’a 14 yaşındaki iklim aktivisti Greta Thunberg’in bir portresi çizildi. Eserde imzası bulunan Portekizli sanatçı ikilisi Pariz One ve Mr. Dheo: “Greta’nın mesajını en iyi yaptığımız şekilde desteklemek istedik.” Bu yılın başından beri yüzünü saklamayı bırakan Dheo, sokak sanatının dönüşümüyle ilgili de, “Samimi olduğunuz sürece sanatsal ruhunuz vahşi ve özgür kalır” dedi.
Aynı kurum ve kişilerle yürümemiz mümkün olamazdıKadıköy Belediyesi bu yılki sokak sanatları festivalini Mural İstanbul ekibinden bağımsız düzenledi. Pek çok sanatçının tepki gösterdiği kararla ilgili aşağıdaki açıklamayı yaptı:
- Geçmişte festivali hazırlayan ekibin festivalin gelişimine çok önemli katkıları var. Ancak bu bir kamusal sanat festivali. Bu nedenle kürasyonu ve organizasyon sürecini devamlı aynı kişi ve gruplarla yürümemiz mümkün olamazdı. Bağımsız küratörler, bağımsız sanatçılar, gönüllüler, üniversiteler, STK’lar, konsolosluklar ve en önemlisi mahallelilerle bu süreci yürütmek istiyoruz.
Sokaklar bizimdir!Mural İstanbul’un ‘Sanatçılar Susmayacak’ başlıklı bildirisinden...“2012 yılında hayallerimizle hayata geçen, bu yıla kadar kürasyon ve organizasyonunu üstlendiğimiz Mural İstanbul Festivali, 2019 yılında tarafımıza hiçbir bilgilendirme yapılmadan Kadıköy Belediyesi’nin bizleri saf dışı bırakmasıyla düzenlenmektedir. Kadıköy Belediyesi’nin sekizinci kez düzenlediğini iddia ettiği festivalin tüm hakları tarafımıza aittir. (...) Kadıköy Belediyesi’ni sokak sanatı ve sanatçılara karşı gösterdiği bu tutumdan dolayı şiddetle kınıyor, bu süreçte emeğin ve etiğin yanında olan herkesin desteğini bekliyoruz. Sokaklar bizimdir!”
Kendilerini nerede istiyorlarsa orada ifade etmelilerRoxane Ayral (‘Duvarların Dili’ Pera Müzesi-2014, sergisinin küratörü)
Sokak sanatının galerilerde, müzede sergilenmesi konusundaki görüşleriniz neler?- Sokak sanatının en güzel yanlarından biri, sınırların ötesine geçme kapasitesi. ‘Sokak sanatı’ kelimelerinin yarattığı algının da bir sınır olduğunu fark ettiğiniz zaman müzede sergilenmesi pek konu olmuyor. Sokak sanatçısı olan birçok isim, sanat eğitimi almış, ilk işlerini galerilerde sergilemiş kişiler. 1980’lerin ilk yarısında da Fun Gallery (NYC) dönemin grafiticilerinin eserlerini sergiliyordu. Haring veya Basquiat’nın sokak sanatçısı mı, galeri sanatçısı mı olduğu nasıl konu olamıyorsa bence sokak sanatının ‘sokak’ ve ‘sanat kurumları’ arasında kendini sergiliyor olması da konu olmamalı. Sanatçıların kendilerini nerede istiyorlarsa orada ifade etmeleri gerektiğini savunuyorum. Galeriler, müzeler, kültür merkezleri ve bienaller bunu için varlar.
Seçim dönemlerinde patlama yaşanıyor
Esra Pencereci (Instagram’daki @istanbulstreetart hesabının sahibi)Takipçiler çektikleri fotoğrafları paylaşırken hesabımı etiketliyorlar ve ben de eserin sahibini, lokasyonunu ve fotoğrafın sahibini belirterek paylaşıyorum.
İlkbahar ve yaz aylarında bir artış oluyor. Seçim dönemlerinde, toplumsal tepki yaratan büyük çaplı olaylar sırasında eleştiri içeren sokak sanatında patlama yaşanıyor ama o eserlerin üstleri bir o kadar da hızla kapanıyor.
Kadıköy, Moda, Yeldeğirmeni, Cihangir, Karaköy, Galata, Tophane ve Bomonti, sokak sanatını en yoğun gördüğümüz semtler.
Gülriz Sururi’yi çizdiğimizi anlayınca çok sevindiler
Muralist Kadıköy kapsamında Moda merdivenlerine Gülriz Sururi portresi çizen Fransız sanatçılar Zag ve Anje, festivale katılmaya karar verdikten sonra semtin tanınmış karakterleri hakkında bilgi almışlar. Gülriz Sururi’nin hikâyesini öğrendiklerinde onun resmini yapmaya karar vermişler. Zag, eser üzerinde çalışırken etraftan gelen sıcak tepkilerden çok etkilendiğini söylüyor: “Etraftaki restoranlardan sürekli çay gönderiyorlardı. Boyamaya başladıktan çok kısa bir süre sonra Gülriz’i çizdiğimizi anladılar, çok sevindiler.”
Gamze Yalçın:
“Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İç Mimarlık mezunuyum. 2012’den beri duvar resmi üretiyorum. Maalesef hem Türkiye’de hem de dünya genelinde kadın sanatçı sayısı daha az. Biz kadın sanatçılar dünyanın neresinde olursak olalım, tanıştığımızda birbirimize çok destek oluyoruz, yine aynı şekilde birçok festival ve sanat projesi de buna çok duyarlı, bu bizim için çok motive edici.”
Nazife Hazar: “2012 senesinde, Mersin Üniversitesi’nde Resim Bölümü’nde okurken kampüs içindeki geçici hayvan bakımevinin dış cephesine ilk duvar resmimi yaptım. Onu sosyal sorumluluk projesi adı altında kurumlara yaptığım çalışmalar takip etti. Beni bu çalışmalara iten şey, sokakları açık hava müzesine dönüştürüp insanları sanatla buluşturmaktı. Herkesin yolu sanat galerisinden geçmez ama sokaktan geçer.”