Güncelleme Tarihi:
Bir seyahat dönüşü yolda aldık haberi: Korona ülkemize girmiş... Otobüste sessizlik başladı, herkes yakınlarını arıyor. Ben de katıldım bu kaosa. Neyse ki döndük, kavuştuk evimize.
Ertesi gün işe gitmek için yola çıktığımda anladım, İstanbul bıraktığımız gibi durmuyor. Bir ses azalması var, trafik az, insanlar az... İşyerinde de aynı sessizlik hâkim. Gelen giden yok. Soru şu: Şimdi ne yapacağız?
Derken haber geldi, bütün toplu etkinlikler iptal. Tabii biz de doğru eve...
Korona engel, engelli tanımıyor. Görmeyen biriyim, şimdi bir de dokunmak mesele oldu. Eldiven geliyor aklıma ama o da kesin çözüm değil.
Evde kızım işyerimin kapandığını duyunca sevindi resmen: “Oleyyy, baba artık dışarı çıkamazsın, korona var!” Anladım ki afacana ayırdığımız zaman yetmiyor. Bildiğim ne kadar çocukluk oyunu varsa oynadık beraber. Ödevler, eski resimler, anılar derken kulağım tekrar dışarıya gitti: Neredeyse ses yok gibiydi.
“Yahu biz ne kadar da kurallara uyan bir milletmişiz; yoksa can mı çok tatlı?” diye düşündüm kendi kendime. Peki korona yokken canımız can değil miydi? Kurallara normal zamanda da uysak, sürekli kargaşa içinde yaşamasak olmaz mıydı?
Metrobüse binerken ezilenleri düşündüm. Ben de bunlardan birisiyim. Kırmızı ışıkta beklerken insanlar karşıya geçince “Acaba gerçekten yeşil yandı mı?” diye nasıl tereddüt ettiğimi hatırladım. Çünkü sizin ayak sesinizi takip ediyorum. Herkesin kurallara uyacağından emin olsam ne kadar rahat edecekmişim meğer.
Duam, bu salgından en az hasarla kurtulup toplumca normal hayatımıza geri dönmek. Fakat aynı kargaşaya dönmeyelim. Tehdit yokken de hayatımızı zorlaştırmadan, genç yaşlı engelsiz, rahat yaşayalım.
Unutmayın, ayak sesinizin izini takip eden birileri olabilir etrafınızda.