Güncelleme Tarihi:
Kol saatleri hiçbir zaman sadece zamanı göstermekle kalmadı; aynı zamanda onları takan kişilerin maddi durumuna, karakterine, stiline dair önemli ipuçları da veriyor ve statü sembolü olarak kabul ediliyor. Bu, 1. Dünya Savaşı sırasında pratikliği sebebiyle cep saatlerinden kol saatlerine geçip savaştan sonra da bir disiplin sembolü olarak kullanmaya devam eden üst düzey askerler için de böyle oldu, 1930’lardan sonra yalnızca işçiliğiyle değil tasarımıyla da öne çıkan saatleri takan siyasi liderler için de, 50’lerden sonra ayrıcalıklarına ayrıcalık katmak için ünlü markaların sınırlı sayıda ürettiği saatleri takan Hollywood yıldızları için de...
1980’ler, uygun fiyatlı ve hassas kuvars saatlerin yükselişe geçtiği dönemi beraberinde getirdi ama bu bile kaliteli bir mekanik saate sahip olmanın havasından bir şey alıp götürmedi. Hatta aksine, İsviçre saatçiliğinin tüm ince detaylarını taşıyan işçilikler bir de çarpıcı tasarımlarla birleşince, saatler iyiden iyiye rafine zevkleri ve statüyü beyan etmenin en kestirme yollarından biri haline geldi. Dijital saatler, akıllı saatler derken bugün artık saat endüstrisinin bambaşka boyutlara taşındığı bir dünyada yaşıyoruz ve evet, teknik olarak artık zamanı öğrenmek için bir kol saatine pek de ihtiyacımız yok.
Peki, tüm bunlar lüks saat endüstrisi için ne anlama geliyor? Cevap çok net. Onlara duyulan ilgi azalmak bir yana dursun her yıl daha da artıyor; sınırlı sayıda üretimler, özel tasarımlar, vintage parçalar derken lüks bir saate sahip olmak ya da koleksiyonunu genişletmek isteyenlerin hevesi daha da körükleniyor. Ancak saat yapımının en üst düzeydeki ifadesi olan ‘haute horlogerie’ dünyasından bir saat almak için çok paranızın olması yeterli sanmayın. Çünkü Patek Philippe, Audemars Piguet, Vacheron Constantin, Rolex gibi lüks markalardan saat alabilmek şaşırtıcı derecede zor bir iş haline geldi. Değil markanın mağazasına gidip beğendiğiniz saati kolunuza takarak mağazadan çıkmak, birkaç yıl sürebilen bekleme listelerine girebilmek bile bir mesele artık. Diyelim ki bekleme listesine girmeyi başardınız ve ödemenizi yaptınız, bu defa da saatin elinize ulaşması birkaç yılı bulabiliyor. Evet doğru okudunuz, parasını ödediğiniz saati takmak için birkaç yıl bekliyorsunuz.
Bu azalan arz-artan talep denkleminin markaların statülerini güçlendirmek için izlediği bir strateji olduğunu söyleyenler de var, yapımı üstün zanaat gerektiren saat üretiminin bu yüksek talebe ayak uydurmasının mümkün olmadığını, durumun teknik olduğunu söyleyenler de. Şurası kesin ki bu ulaşım mücadelesi, sonunda istediği saati koluna takanlar için zevkin ve paranın yanına “Almayı başardım” tatminini de
ekliyor. Ancak bu oyuna dahil olmak bir yana dursun, deyim yerindeyse oyunu bozan ve “Kuralları lüks tüketim endüstrisi değil ben koyarım” diyenler de var.
Mesele fiyatı değil
Markalar, trendler ve dönemler ötesi stiliyle yalnızca Türkiye’nin değil dünyanın en şık işinsanlarından biri olan Rahmi Koç, geçen hafta Beşiktaş futbol takımı kafilesini İsviçre’ye uğurlarken taktığı saatiyle çok konuşuldu. Rengârenk yazlık kombinini fiyatı yaklaşık 3 bin lira olan mavi bir Swatch saatle tamamlayan Koç’un yine çok şık göründüğüne ve o stili tamamlayabilecek en ideal seçimlerinden birini yaptığına şüphe yok.
Dünyada istediği herhangi bir saati alabilecek servete de bağlantılara da
sahip olan ve koleksiyonu lüks saatler de içeren Koç, bu seçimiyle özgün bir stile sahip olmanın ne anlama geldiğini ve meselenin en yüksek fiyatlı ya da en ulaşılmaz seçenekleri almanın çok ötesinde olduğunu gösterdi. Üstelik bu konuda yalnız da değil. Zira kol saatlerinin değil zamanın kendisinin en büyük lüks kabul edildiği günümüz modern dünyasında, zamanı çok ama çok kıymetli olan ve istediği her saati alabilecek gücü varken uygun fiyatlı saatler takmayı tercih eden başka isimler de var.
Yelpazenin bir tarafında tıpkı Rahmi Koç gibi, kuvars saat takıyor olsa bile İsviçre yapımından vazgeçemeyen isimler duruyor. Örneğin Donald Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner ve kardeşi Joshua Kushner. Amerika’nın en genç milyarderleri arasında gösterilen iki kardeş için renkli plastik saatler, özellikle de Swatch markası neredeyse bir tutku. Diğer taraftaysa 1946’da Japon mühendis Tadao Kashio’nun kurduğu ve hemen hemen her neslin hayatına dokunmayı başaran Casio’nun hayranları var. En başta da 133 milyar dolarlık servetiyle defalarca ‘dünyanın en zengin insanı’ listelerinde 1 numaraya oturan Bill Gates. Bugüne dek markanın pek çok farklı modeliyle görüntülendi. En uygun fiyatlı saatinin alındığı dönem üzerindeki etiket 24 dolardı.
Yalnızca müziğiyle değil stiliyle de takip edilen rap yıldızı Tyler, The Creator, saatte Casio’nun MQ24-9B modelini tercih ederken, Coldplay’in solisti Chris Martin ise rengârenk G-Shock’lardan vazgeçmiyor. Türkiye’de Rahmi Koç dışında uygun fiyatlı saat takmayı tercih eden ve tercihini Casio’dan yana kullanan bir diğer işinsanının da Hüsnü Özyeğin olduğu biliniyor. Tüm hayatını neredeyse aynı model jean pantolon ve siyah dik yaka kazakla geçiren Steve Jobs ise gençliği boyunca Seiko Chariot serisinden oldukça uygun fiyatlı bir saat takmıştı.
Bu örnekler gösteriyor ki, ne servet ne de stil sahibi olmanın ulaşılması zor bir saat takmakla ilgisi var. Peki, sıradan denebilecek bir saat takmanın ardında bir mesaj yatıyor olabilir mi? Bu mesaj belki statü gösterme arzusundan ziyade sembolik olarak üretkenliğe ve zaman yönetimine odaklanmanın önemini yansıtmak, belki bir çeşit alçakgönüllülük ifadesi belki de kişinin toplumdaki yerinin lüks ürünlerle tanımlanması gerektiği fikrine karşı bilinçli bir tercih... Sebep ne olursa olsun çok özgürleştirici olduğu kesin.