Saadet Işıl Aksoy: En çok hayalsizliğe maruz kaldım

Güncelleme Tarihi:

Saadet Işıl Aksoy: En çok hayalsizliğe maruz kaldım
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 21, 2024 07:00

Gençliği festivallerde film izleyerek geçti. Ardından bizi birçok festivalde filmleriyle temsil etti. Geçen günlerde de Avrupa Film Akademisi üyesi olduğu haberini aldık, “Onlardan bana öyle bir davet gelince havalara uçtum” diyor. Şimdi sırada yeni dizileri ve onu çok heyecanlandıran sinema filmi var. Saadet Işıl Aksoy’la buluşuyor; sinema merakını, anneliği, oyunculuğu ve yaşadıklarını konuşuyoruz: “Yürüyemeyeceğim artık dediğinde biraz durup kalkıyor ve devam ediyorsun.”

Haberin Devamı

Saadet Işıl Aksoy uzun süredir birçok farklı projede çalışıyor. Bu sezon artık onların meyvesini toplama zamanı. Öncesinde bir araya geldik. Dışarıdan cool dursa da biraz sohbet ettiğinizde karşınızda küçük bir kız çocuğu varmış gibi hissediyorsunuz. Sıcak, cana yakın... Yine çok güzel. O derin mavi gözlerine çok bakmanızı tavsiye etmem çünkü kaybolabilirsiniz!

Avrupa Film Akademisi üyesi oldun. Bu akademide Cate Blanchett, Ben Kingsley gibi dünyaca ünlü sanatçılar ve 4 binin üzerinde film profesyoneli var. Sen nasıl girdin?

Amerikan Film Akademisi’nin, Avrupa filmleri ve Avrupa sineması için olan hali gibi düşünülebilir. Akademi her yıl Avrupa’nın birçok yerinden çeşitli film profesyonellerini bünyesine katıyor. Birazcık tavsiye ve referansla oluyor. Onlardan bana öyle bir davet gelince havalara uçtum.

Haberin Devamı

Bunu duyduğun gün “Bu mesleğe başlarken hayran olduğum, gıptayla baktığım ne varsa dönüp dolaşıp beni buldu” demişsin. Neydi seni bulanlar?

Öğrenciyken festivalleri çok takip ederdim. Mesela İstanbul Film Festivali maratonum vardı. Sabahtan akşama, arada yemek yiyip arka arkaya filmlere girerdim, bir hafta öyle geçerdi. Orada o kadar hayal dünyasının içinde oluyordum ki, inanılmaz hayranlık duyuyordum o dünyaya. Acaba neresinden dahil olabilirim diye hep düşünürdüm. Çok şükür istediğim hikâyelerin içinde, hikâyesini anlatmak isteyen insanlara destek olabildim. İlk filmim ‘Yumurta’ydı. O filmle Cannes’a gitmiştim, o kadar genç ve tecrübesizdim ki “Loto herhalde bana denk geldi” demiştim. Ve oraya gittiğimde Türkiye’de başladığım sektörün aslında ne kadar büyük ve sonsuz olduğunu tecrübe ettim. ‘Acaba ben de bu konuda yetkin hale gelebilecek miyim?’ diye çok düşünürdüm. O yüzden Avrupa Film Akademisi’ne üye olmaya layık gördüklerine göre biraz olsun yol kat etmişimdir herhalde diye düşünüyorum.

Filmleri mi puanlayacaksın?

Oscar’lar gibi aslında... Üyelere filmlerin kopyalarını yolluyorlar, değerlendirme yapılıyor.

Hepsini izleyecek misin?

Aşırı görev bilinci olan bir insanım, onun için kesin izlerim, bir de törene gideceğim tabii.

Haberin Devamı

Peki, karşı koyamadığın yönetmenler kimler son dönemde?

Yorgos Lanthimos kariyerinin başından beri beni çok etkileyen yönetmenlerden. Nuri Bilge Ceylan her zaman çok etkilendiğim bir yönetmen. Tabii sinema seyircisi olarak ilgimi çeken çok isim var. Özellikle bir yönetmenin yaptığı filmde kendinin yetkin olmadığı kısmı görüp sonraki filmde ona çalışmış ve o konuda yol kat etmiş olduğunu görmek beni heyecanlandırıyor.

Lanthimos’un son dönem çalıştığı favori oyuncusu Emma Stone. Sen hangi yönetmenin Stone’u olmak isterdin?

Son yaptığımız filmde Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti ile çalıştık, böyle bir hissimiz oldu. Onlarla her zaman, her yerde, her durumda güzel bir ruhta çalışırım gibi hissettim. Kaan Müjdeci’yle de çok güzel çalışmıştık. Bahsettiğim projeler zor projeler, bir yönetmenle o zorluğu birlikte aşabiliyorsan, her yola onunla çıkabilirsin gibi geliyor.

Haberin Devamı

Saadet Işıl Aksoy: En çok hayalsizliğe maruz kaldım

İzleyici olarak ne tür filmlere karşı koyamazsın?

Her zaman romantik komedileri seviyorum. Hiç sıkılmam, en klişe romantik komediye bile okey’im. Ekranda ‘Friends’, ‘Sex and the City’yi defalarca izleyebilirim.

Bir süredir ekranda yoksun. Başka neler yapıyorsun?

Aslında bir sinema filmi, üç dizi çektim. İki senede bayağı yoğun şekilde çalıştım. Yakında ‘Lilith’ karakteriyle ekranda olacağım. Ayrıca Ezgi Mola ile bir dizi çektik, onun da çıkmasını bekliyoruz. Hepsi yavaş yavaş yayımlanmaya başlayacak. Filmimiz festival sürecinde izleyiciyle buluşacak. Adı ‘900’. Daha önce ‘Sibel’ filmini çeken, biraz önce bahsettiğim Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti’nin yeni filmi. Çok bilgi veremiyorum ama benim için müthiş bir tecrübeydi. Dört gözle bekliyorum.

Haberin Devamı

Ekranda popüler işlerdesin, sinemada bağımsız filmlerin yıldızı gibisin. Sen ne kadar bağımsız filmlerin kadını, ne kadar popüler kültürün parçasısın?

Kendimi böyle bir yere konumlandırarak adım atmak yerine, önüme çıkan durumlara karşı pozisyon alıyorum. Hiçbir zaman popüler film, bunda oynamayayım ya da bu bağımsız film, mutlaka oynayayım gibi bir yaklaşımımım olmuyor. Benim için galiba en önemlisi hikâye. Düşünsene, seni hiç ilgilendirmeyen bir hikâyeyi nasıl anlatabilirsin, kendi yaşadığın hikâyeleri daha tutkulu anlatırsın, yani bu kadar basit bir yerden bakıyorum.

Saadet Işıl Aksoy: En çok hayalsizliğe maruz kaldım

 

KENDİMİ ÇOK SIKTIĞIM DURUMLAR YAŞADIM

Haberin Devamı

10 yıldır Pamir Kırener ile evlisin. Şimdi aşkın hangi halini yaşıyorsunuz?

Çocuk sanki uzaydan, üst seviye bir varlık eve düşmüş gibi hissettiriyor. Şimdi ne yapacağız diye acayip bocalamalar yaşıyor insan. Bir de Marisa’nın doğumu pandemiye denk geldi. Tek başımızaydık çocukla ve bir şeyleri öğrenirken de kim olduğunu unutuyorsun, o kim olduğunu unutuyor, herkes birbirinin içine geçtiği bir evin içinde yaşıyor. Sonra en zorlu kısımları geçtikçe, tekrardan bir dakika ya, benim zevklerim bunlardı, ben bunları severdim, ortak zevklerimiz bunlardı diyorsun. Tekrardan çift olmayı hatırlıyor, çocuğa da “Bir dakika! Biz senin anne-babanız, üçlüyüz ama ayrıca da biz iki kişiyiz” kısmını anlatıyorsun. Şu an tam olarak öyle bir dönemdeyim.

Marisa Gülcan ismini nasıl seçtiniz?

Marisa’yı ben seçtim. Köpeğimiz Kaju’nun ismini de ben koymuştum. Bir an böyle, “Bu olsun” demiştim. Marisa’da da öyle oldu. Bir de her dilde kolay telaffuz edilebilsin istedik. Bir de Marmaris’te çok güzel anılarımız vardı. Bu isim bize Marmaris’i çağrıştırdı ve denizden gelen anlamına geliyormuş. Gülcan da Pamir’in annesinin ismi. Biz tanışmadan vefat etmiş, onu da ben istedim, güzel bir miras gibi geldi. Benim Saadet ismim de babaannemin ismi.

Saadet Işıl Aksoy: En çok hayalsizliğe maruz kaldım

Annelik nasıl etkiledi seni?

O kadar etkiledi ki, bizim çocuklarımıza bir şey öğretmemizden daha çok bence çocuklarımız bize öğretiyor.

Sen en çok ne öğrendin?

Kızım bana kim olduğumu ve kendim olabilmeyi tekrar hatırlattı. Bir de insan çocuğunu büyütürken kendi çocukluğunu tamir etme fırsatı eline geçiyor, bu hayatın sana verdiği ikinci bir şans gibi. O yüzden kendi çocukluğumuzla ilgili travmalarımızı tamir ettikçe çocuğumuza karşı daha şefkatli davranabiliyoruz. Kendimize ne kadar şefkat gösterirsek çocuğumuza o kadar şefkat gösteriyoruz.

Annen ve baban polisti. İkisi de çalışıyorlar, disiplinli olsalar gerek. Zor muydu çocukluk yılların?

İkisi de emniyet mensubu, babam çok daha erken emekli olmuş. Tabii bayağı stresli bir işleri vardı. Annem bu arada disiplinliydi ama gerçekten çok da sevgi doluydu. Benim için daha sert tarafı, devlet memuru ve bürokrat arasında kalmış bir ailede büyümenin zorluklarıydı. Çünkü hep bir protokol vardı bir yerlere girdiğinizde. Biri annenin üstü, babanın müdürü falan, böyle ast-üst ilişkisi var, ona çok maruz kalıyorsun büyürken. Ben de şimdi susmalıyım, iyi kız olmalıyım, kötü bir şey yapmamalıyım, annemleri mahcup etmemeliyim bilinciyle büyüdüm. Oralarda kendimi çok sıktığım durumlar yaşadım. Şimdi geri dönüp baktığımda onları fark ediyorum.

Saadet Işıl Aksoy: En çok hayalsizliğe maruz kaldım

 

NE OLDUĞUNU SÖYLEMEYECEĞİM!

Çok güzel bir kadınsın, hiç güzellik başına bela oldu mu?

İnsanın sahip olduğu hiçbir özelliği bence başına bela olamaz.

İsminin başına konan sıfatı hayat boyu korumaya çalışmak zor mu?

Bu son zamanlarda düşündüğüm bir şey. Bir kızım var; 4,5 yaşında, onu olabildiğince güzellik algısı olmadan büyütmeye özen gösteriyorum.

Nasıl?

“Güzel kızım” diye seviyorum ama “Komik, cesur, güçlü kızım” diye de seviyorum. Onu tek o yapan şey güzel olması değil. Ve zaten güzel kızım diye sevmemin nedeni de fiziksel güzelliği değil, onu bir bütün olarak güzel bulmam. Ya da selfie çekerken hiçbir zaman filtre kullanmıyorum. Çünkü kendini ekranın diğer tarafından filtreli görsün istemiyorum. Sonra aynaya baktığında aynı kişiyi göremediğinde bu problem yaratabilir.

Estetik müdahale var mı sende?

Bunu herkese soruyorsun, değil mi? Var ama söylemeyeceğim ne olduğunu. Kimsenin anlayacağı bir şey değil.

Neden söylemiyorsun?

Dikkat oraya çekilmesin diye. Yoksa herkes kendini nasıl iyi hissediyorsa öyle yapsın. Beni üzen şey, çok genç ve çok güzel kızların o güzelliklerini gölgelemeleri. Yargılamak için değil ama “Aşkım sen ne kadar güzelsin zaten” diyesim geliyor onlara.

Madem bu kadar görüntüden konuşuyoruz. Mesleğini yaparken hiç fiziksel baskılar yaşadın mı?

Evet, ama ben açıkçası kendi adıma bunu baskı gibi çok algılamıyorum. Bir filme hazırlanırken bunlar çok doğal şeyler. Yönetmen “Birazcık yanakların dolsun, çok zayıf görünüyorsun” diyebiliyor... Bunun şiddet ve baskı noktasına gelmesi ince çizgi. Birisi sana sürekli “Onu yiyecek misin şimdi, yeni projeye başlıyorsun” derse, bu maruz kaldığınız bir şeye dönüşüyor ve o zaman bu şiddet demek. Mesela bir filmde yönetmen bana “Biraz kilo alabilirsin” demişti. Sonra araya 3-4 haftalık zaman girdi, beni görünce “Aa biraz yeme bence, abartmışsın” dedi.

Saadet Işıl Aksoy: En çok hayalsizliğe maruz kaldım

 

HAYATTA HİÇBİR ZAMAN TEK BİR SEÇENEK YOK

Bir ayağın Los Angeles’taydı, o hikâye bitti mi artık?

Ben bitti diyene kadar bitmez. Al sana başlık (gülüyor). Araya küçük çıkışlar yerleştiriyorum. Ev duruyor. Bir şey oldukça gidip geliyoruz, o bağlantıyı koparmak istemiyorum, hâlâ menajerlerim var ve deneme çekimi istiyorlar. Ama orada yaşamak istiyor muyum? Emin değilim.

Neden?

Seyahatlerim sırasında ne birilerini ne bir yeri çok özlerdim. Ama Amerika’da o kadar uzun kaldıktan sonra insanın doğup büyüdüğü, nesillerdir yaşadığı toprakla çok derin bir bağının olduğunu kendi içimde fark ettim. İstanbul’da yaşıyor olmak beni çok besliyor, ilham alıyorum ve dünyanın burasında olmak istiyorum. Aynı zamanda da burası benim evim, artık oraya yerleşmek gibi bir planım yok, başka bir gezegen gibi geliyor.

Hem yurtdışında hem Türkiye’de bu işi yaptın, yapıyorsun. En çok neye maruz kaldın?

Hayalsizliğe maruz kaldım.

Biraz açsana bunu...

Büyük hayal kuran insanların hafife alındığına şahit oldum. Bir çark var, siz başka bir yoldan gitmek istiyorsanız onaylanmıyor. Çünkü insanlar bilmediği şeyden korkup imtina ediyor.

Peki, kariyer yolculuğunda hiç fiziksel ya da psikolojik şiddete, tacize maruz kaldın mı?

Evet, fiziksel değil ama psikolojik ve sözsel tacize maruz kaldım. Özellikle bu mesleğe yeni başladığım zamanlarda... Daha genç olduğunuzda, daha tecrübesiz olduğunuzu varsayıyorlar ki öyle zaten, siz de nasıl bir yolun mümkün olduğunu çok bilmiyorsunuz, o yüzden bulundukları konumdan fayda sağlamak isteyen insanlarla karşılaşıyorsunuz. Çok daha kırılgan bir konumda olduğunuz için daha kolay yaklaşılabilir olduğunuzu görüp buradan faydalanmaya çalışanlar çok oluyor. Bence bu herkesin başına gelmiştir çeşitli versiyonlarda. Vakit geçtikçe bir şekilde tanıyor insanlar sizi, yaşınız da belli noktaya geliyor, bir hayat tecrübesi kazanıyorsunuz. O zaman bu gitgide azalıyor.

Bunları yaşarken umudunu kaybettin mi hiç?

Tabii, kaybettiğin oluyor, bu iş galiba bana göre değil, eğer bu şekilde olacaksa olmasın gibi duygulara kapılabiliyorsunuz... Ama hayatta hiçbir zaman tek bir seçenek yok, sonsuz seçenek var. Umutsuzluğa kapılmışken hayat karşınıza başka bir şey sunuyor, kendin olduğunda, kendin gibi ihtimalleri etrafına çekebildiğini görerek tekrar umutlanıyorsun. Yürüyemeyeceğim artık dediğinde biraz durup kalkıyor ve devam ediyorsun.

 

HEP KORUNUYOR HİSSEDERDİM

“Son zamanlarda en çok sokak köpekleriyle ilgili çıkacağı söylenen yasanın uygulamaya konma ihtimali üzüyor beni. Bu şehirde doğdum, büyüdüm; çocukluğumda benim için oyun arkadaşı gibilerdi, hayvanlara yaklaşabilmeyi onlarla öğrendim, genç bir kadın olduğumda karanlık, sessiz bir sokakta yürürken etrafta köpekler varsa kendimi hep korunuyor hissederdim. Şimdi evimizin yakınındaki parktaki canların hepsi benim kızımın  arkadaşları gibi.”

 

BAKMADAN GEÇME!