Güncelleme Tarihi:
Geçen hafta dış basında yayımlanan bir makale okudum ve hayatım değişti! Yazar diyor ki: “Pandemi bittikten sonra sosyal yaşamı iki farklı dürtü, iki farklı insan tipi şekillendirecek. İlki, her fırsatta sosyalleşmek; dışarı çıkmak, yeni bir restoran denemek ya da partilemek isteyenler... Diğeriyse koltuklarından kalkmak istemeyenler...” Yazıyı okuyunca ister istemez bir ‘salgın günleri’ muhasebesine girişiyorsunuz. Ben de girişip kararımı verdim. Hemen açıklayayım: Ben ‘koltukçu’lardan olacağıma eminim. Pandemi öncesi alışkanlıklarım da bu yöndeydi kabul, evcimen sayılırım. Ancak bu 15 ay beni koltuğumu daha çok sevmem konusunda cesaretlendirdi. Neden mi?
ALIŞIRSAN VAZGEÇEMEZSİN!
En önemlisi alışkanlık. ‘Alışmak, sevmekten daha zor geliyor’ tabii, alışınca insan vazgeçemiyor. Mesela şu an bu yazıyı koltukta otururken yazıyorum. Ayaklarımı uzattım, kabarık bir yastığı kucağıma aldım ve üzerine dizüstü bilgisayarımı koydum. Üstelik koltukta çalışırken işleri bir çırpıda bitirmek zorunda değilim. Çünkü bitirip koşa koşa koltuğa atlama hayali kurmuyorum. Zaten oradayım. Arada koyuyorum bilgisayarı kenara, TV’de dönenlere bakıyorum. Hop, aklıma bir şey geliyor. Yazmaya devam ediyorum.
Ya da yüzüstü uzanıp dizlerimden yukarı kaldırdığım ayaklarımı koşaradım ileri geri hareket ettirerek sadece ‘gözlem’ için indirdiğim TikTok’tan fikir aşırıyorum. Sanki dünya benim 100x100 cm’lik minderimin etrafında dönüyor!
Salgın sonrasındaysa sosyal yaşamın yeni bir ritim yakalamasını umuyorum. Şu anki tedirginliğimizin yarattığı mesafeler kapanmayabilir. En azından birçok insan bunlara saygı gösterecek. Elbette sosyalleşeceğiz ama katılmak istemediklerimize ‘ısrar kıyamet’ yapılmaz. Yapılacaklar içinse şimdiden, koltuğumdan, bahane listesi hazırlıyorum.