Güncelleme Tarihi:
Babaannemden alışkanlıktır; sabah gözümü açar açmaz gider oyumu veririm. O bir de seçim özel hazırlığı yapar, giyinip kuşanırdı. Ben o kadarını yapmıyorum. Ama 7’de ayağa dikildim mi dikildim. İnsana zaten bir kaşıntı, bir vereyim de kurtulalımcılık geliyor.
Öyle tek başıma yangından mal kaçırır gibi oy vermek olmayacağından bekledim hanımı.
Yalnız şöyle bir sıkıntı olmuş, benim telefonum bu kadar zaman sonra bile bu saatleri ileri-geri almama işine alışamamışmış. Saat de aslında 6 imiş. Ben bunu iki saat sonra “E saat kaç oldu, hâlâ niye kalkılmadı” diye olay çıkarınca öğrendim. İyi olmadı tabi. Hanede gergin bir seçim ortamı oluştu.
Ona bir de ‘seçmen kağıdı kimde, aç o zaman e-devletten bak, yanımıza su alalım mı’ falan gibi şeyler eklendi. Sanırsın sandığa değil üniversite sınavına gidiyoruz.
Neticede az sakinleyip, sandığımızın yolunu bulup, bir de kahve içip attık kendimizi sokağa.
Peki neden babama
oy vermiyoruz?
Erkenciyiz ama yine de birinci dalga değiliz. Oyunu vermekten dönenler var. Bir yandan da aslında iyi oldu; ilk dalga sandığı en çok ciddiye alan dalga oluyor, o da yoğunluk yaratıyor. Bizim dalga akıcı ve bol çocuklu. Baktığın zaman bu seçim olayı eşi dostu, komşuyu, çoluğu çocuğu bir arada görme noktasında çok işlevsel hakikaten.
Okulumuza, sandığımıza ve sıramıza rahatça ulaştık. Hemen arkamızda da demografiye uygun olarak 6-7 yaşlarında bir oğlan var. İlk demokrasi sınavında yapıştırdı soruyu annesine: “Peki neden babama oy vermiyoruz?” Annenin yanında kendi annesi duruyor, o lafa girdi ama çocuğa sistem anlatmaya da üşendi. “Akrabalara oy verilmez” gibi savsaklayan bir cevap verdi geçti. Oğlan bu yanlış bilgiyi yemedi haklı olarak, oy verilebilecek akraba olmayan aile dostlarını saymaya girişti. Anne kendi annesini durdurdu, çocuğa adaylık müessesesini açıklamaya döndü. Biz de biraz el verdik. Çocuk maşallah demokrasiye açmış, sırayı arkalı önlü tamamladığımızda eline parti tüzüğü versen bir yarım saat-kırk dakika kendi kendine oyalanacak kıvama gelmişti.
Önümüzdeyse başka bir mesele var. Birisi annesiyle babasının karıştırıp atmak istemedikleri partiye oy atmalarından endişeli. Beraber logoların üzerinden geçiyorlar. Ama yani orada da gereksiz bir vesvese görünüyor. Beyefendiyle hanımefendi sabah 6.30’cu. Kalkmış hazırlanmış gelmişler, ben yanlış basarım onlar basmaz bir halleri var. Nitekim onlar da sinirlendi bir noktadan sonra, “Tamam Serbest Fırka’ya basacağız biz anladık” diye homurdanmaya başladılar.
O arada yanımızdan bir muhtar adayı tam gaz geçti. Seçimlerin böyle de bir yanı var, her yerden muhtar adayı fırlayabiliyor. Ve eğer bir yerde bir muhtar adayı varsa, mutlaka en az bir tane daha vardır. Muhtar adayı doğası itibariyle kabinlerde kendi pusulaları var mı onu kontrol etmek ister. Bizimki de onu istiyor, diğeri de “Ben ne bileceğim senin o kabini kontrol ederken hop benim pusulalarımı götürmeyeceğini” diyor, rüzgâr gibi esiyorlar demokrasi şölenimizin ortasında.
Sandık başkanı ikisini de zaten her kabini yeterince kontrol ettiklerini de hatırlatarak paketledi ve başka bir sandığın orada esmeye gönderdi de durulduk.
Sıranın sonuna geldik. Öndeki aile logolarda mutabık, arkadaki çocuk da demokrasiyi özümsedi, ortada başıboş muhtar adayı yok, asayiş berkemal.
Selfie’lere fon olalım
Bir tek sınıftaki müşahitlerimizden biri hiperaktif. Atom karınca gibi koşturası var. Ama ortada çok fazla koşturmalık bir durum olmadığından yoğun olmayan trafiği yoğunmuş gibi yönetme gibi bir işe girmiş. “Hop siz böyle buyurun, mührü getireyim, sizi götüreyim” diye kendini paralıyor. Sonra oy vermenin coşkusuna kapılıp zarfı atar atmaz kimliği, telefonu falan bırakarak dışarı fırlayan teyzeyi yakalayıp geri getirdi de enerjisini biraz atmış oldu.
Oyumuzu verdikten sonra çıkışta niye üçüncü kattaki sandığa verildikleri anlaşılamayan yaşlı başlı insanları yukarı taşıma işlemlerine elimizden geldiğince yardımcı olup, çekilen seçim selfie’lerine fon olarak katıldık. Finalde sırada kaynaştığımız küçük adama da “Demokrasiye giriş dersini layığıyla aldın, çıkışı da kendin bulursun artık, hayırlı işler” diyerek veda ettik.
Önümüzde akşama kadar elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı bilemediğimiz, nasıl geçirsek de geçirsek akşamı etsek dediğimiz bir gün kaldı. On dördüncü kahvemi içtiğimde oy torbasının üzerine yatmış Mahmut Tanal resimleri anca düşmeye başlamıştı.
Sonuç takibinin başına otururken bir hafta kalkmayacağımızı da öngörememişiz haliyle. Her gün bir seçim gününe dönüştü, bir haftadır sabahtan vakitlice kalkıp sonuç izlemeye başlıyorum. Yalnız evde kahve bitti.