Güncelleme Tarihi:
Bir afiş görmüştüm. Haftaya yapılacak Ovacık Sanat Festivali afişi idi.
Ovacık, 3300 nüfuslu bir Tunceli ilçesi. Türkiye’nin tek komünist belediye başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, sanat günlerine herkesi davet ediyordu.
Benim neslimden hatırlayan çok olacaktır belki, bir kere daha olmuştu bu bir yerlerde. Yırtık değildi afiş ama benzerini gördüm duvarda.
Duvarın önünde resmimiz aldılar\ak kâğıt üstünde tanıyın bizi. Başkan ile poz verdik.
Nohut, fasulye ekip geliriyle çocuklara eğitim bursu sağlayan Maçoğlu ile dertleştiğimizde nisan sonuydu. Konuşurken hayatımı, pek çok yakınımın hayatını değiştiren o günlere gittiğimi bilmiyordu elbet, o güzelim cümlelerin benzerini daha önce duyduğumu da...
Kocaman genç adam, buyur etmek için odasının kapısını açtı. Birden ortalık fındık dallarının yeşiline büründü. Karadeniz kokusu bu.
Olan bitene inanamayan sevinçli cümlelerimiz iç içe girmiş, seslerimizi duyuyorum. Gülüyoruz, genciz. En gencimiz Can Yücel, bas bariton sesiyle, mutlu. Memleketin okumuş yazmışları, sanatçıları orda. Herkesin yüzünde zapt edilemeyen gülümsemeler.
“Hatırla sevgili, o eski günleri” diyordu, aynı adlı dizinin şarkısı. Bize de hatırlattı. Fikri Sönmez, Ünsal Oskay, ben. Fatsa halk şenliği,1980. İlkbahar henüz.
Çok geçmişte kalmış, ama her şeyi hatırladım. Önce, en unutamadığımı...
“Başkan” diyor kadın, “Bu herif bütün gün kahvedeydi, çaya gene ben gittim.” O herif mahcup, başı önde. ‘Halk Mahkemesi’nde yargılanıyor. Cezası, karısıyla bütün işleri paylaşarak yapmak.
İnsan hafızası kuş misali, 2017 Nisan’ında, Ovacık Belediyesi’nde, o çok tanıdık bıyıkları ve aynı sıcak gülüşü görünce, alıp başını Fatsa’ya gidiyor, ikincisi yapılamayan 1. Halk Festivali günlerine.
Ayıp olacak ağlamak. Anneanneme benzememe ramak kalmış, Fatih Mehmet Maçoğlu için ‘yaşı benzemesin’ diyorum içimden. Fatsa’nın efsane belediye başkanı Fikri Sönmez’e çok benziyor, onun genci.
Toplu taşımayı ücretsiz yapan belediye başkanı. Sabahın köründen akşam geçlere kadar çalışıp nohut, fasulye, mercimek eken, bal yapan arı :)
Nohutlarla fasulyelerin geliriyle yavrulara burs sağlayan insan güzeli.
Girişteki tabelada OVACIK 3300 yazıyor. 3303 diye bağırıyoruz tabelaya... Nasıl oldu da oldu, buradayız?
Birimiz İzmir’den, ikimiz İstanbul’dan Dersim’e gidek gelek söyleye söyleye, e hadi diyoruz.
O çok tanıdık bıyıklar ve aynı sıcak gülüş... Ovacık Belediye Başkanı Mehmet Maçoğlu, Fatsa’nın efsane belediye başkanı Fikri Sönmez’i hatırlatıyor.
Vakti, hali olup da gidebileceklere, bizim birkaç günlük tecrübemiz, ipucu olsun. Yol büyümesin gözünüzde, İstanbul-Elazığ uçağı. Elazığ’dan feribotla on beş dakikada, yolda Pertek Kalesi’ni görerek, Tunceli.
Kızlar araba kiralamış, çoook geniş yol inşalarından geçerek, geliyoruz o şehre. Otelimiz şehir merkezinde, makul fiyatlı, tertemiz odalı, şahane kahvaltılı, eşsiz insan kaliteli, nehir manzaralı Şaroğlu. Hava çok temiz.
Pülümür Çayı üzerinde bir lokanta bulmuş Yasemin. İçki içeceğimiz için taksi istiyoruz. Geldi, şoförün adı Barış, çoğu yaşıtı gibi.
Lokantaya barikattan geçip gideceğiz. Bizim Barış çok güzel bir çocuk. Onun kadar güzel yüzlü melek asker, “Dönüşte bize kola alır mısın” deyip para veriyor. Kardeş gibiler...
Artık hak ettiğimize çok da emin olmadığım bu muhteşem topraklarda, Barış ve asker en masum.
Kara Haydar lokantanın adı. Pülümür Çayı üstünde. Bir daha kavurmayı aynı hevesle yer miyim? Ne malum, dünya gözüyle dağdan inen keçileri görür müyüm? Et tamam da, o otların tazeliği... Pilav, ilk kez ben daha iyisini yaparım diyemiyorum. Aynı şişe niye burda farklı lezzette? İşte bunu çözdüm. Munzur suyu fark yaratıyor.
Akşam erken iniyor Tunceli’ye. Türkü evi tarifi alarak, yürüyerek iki dakikada menzile erişiyoruz. “Ağlama yâr ağlama” istiyoruz, malum mavi yazma tez soluyor :(
Kimse taciz etmiyor, içki içen üç kadını. İncecik bilekli kızlar ve yakışıklı çocuklar halay çekiyor. Gece yürüyerek, zerre kadar korkmadan otelimize dönüyoruz. En son ne zaman bu kadar rahat hissettik acaba?
Ertesi gün Munzur ve Ovacık. Tunceli’den Ovacık’a kadar sağlı sollu sular çağlıyor. Munzur gözeleri öyle güzel ki. Havayı içine çeken iflah olmuyor, illa yeniden gitmek istiyor. Ağaç, su, dağ diye diye Ovacık’a varıyoruz.
Fatsa dönüşü, başka iş beni böyle mutlu edemez dediğim TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’ndaki programcılığımdan, 101 meslektaşımla birlikte sürülmüştüm.
Benimki Amasya Orman Başmüdürlüğü idi (Çok güzeldi Amasya!).
Muhtemelen Fikri Sönmez’le tek röportajı ben yapmıştım. Kayıt duruyor mudur, sanmam. Heyecandan soru sormayı unutup, vır vır konuşup, sonra da ‘Mi acaba Fatsa?’ diyerek durumu kurtarmaya çalışmıştım da arkadaşlarımın diline düşmüştüm:)
Belediye binasına geliyoruz. Tanıyıp sevdiğine uzun aradan sonra kavuşmak gibi. Girişi boydan boya kitap dolu başka belediye binası görmedim.
Bizden önce, Bingöl’den gelen bir öğretmen grubuyla ortak tarım projeleri konuşmuşlar. ‘Birlikte üretmek ve hakça paylaşmak’ büyülü cümle değil burada, gerçek. Koca araziler var, bomboş dururmuş öyle. Şimdi oralar pırıl pırıl gençlere burs oluyor.
Ben ve geniş familyam, artık başka yerden bakliyat almayız. Ayrıca söylendiği gibi organik olmaları çok mümkün. Ballı incirler yok belki ama bizzat balın kendisi var.
Bal deyince, Datça Belediyesi davet etmiş başkanı. Datça ahalisi malum, bizimkiler! Hele 65 yaş üzeri ‘genç’ kadınlar elbette doldurmuş konferans salonunu. Gece misafir etmişler, yok öyle otellerde kalmak, sadece Doğu mu konuksever? :)
Birbirlerine durmadan sarılmışlar Datça’da. İyiliği görünce, insan sarılmak istiyor. Kendimizden biliriz.
Doğu ile Batı’nın birbirini tanımasının çok önemli ve kolay olduğunu söylüyor Maçoğlu. “Tanısaydık eğer, ülke için umutların, dileklerin, hayallerin aynı olduğunu görürdük” diyor.
“Devrimci âşık olmaz diye gençlikte ne aşkları es geçtik” cümlesini de abilerinden biliyoruz! En büyük dayanışma aşktır, cümlelerin en güzelidir, her nerede söyleniyor ve yaşatılıyorsa, bayılırız. Gene bayıldık :)
Yüzyıllar önceki söyleyişle yârin yanağından gayrı her şeyde hep beraber demek için, nohut ve fasulye ve bal her zamankinden ziyade önemlidir. Sanat da besindir bizim gibilere.
Öyle olmasaydı, Başkan Maçoğlu ‘Kültür, sanat ve felsefenin geleceğe düşen ışığı, kadim halkların tarihsel birikimleri, resmin sarı sıcak renkleri, rüzgârın uğultusu müzik, doğanın vicdanı dil ile, aşkın hürmeti semah ile ve bir orman gibi kardeşçesine’ diyenleri davet eder miydi Ovacık’a?
Ovacık Sanat Günleri 24-30 Temmuz’da olacaktı. Kavgalı günlere nefis bir soluk, yorgun beyinlerimize ferahlık olacaktı. Olağanüstü koşullar sebebiyle iptal edildi.
Gene de gidin bence. Arada Pülümür’deki Cemal Süreya heykelini görme fırsatınız da olur. Yalnız muhtar, kişi başı kaç çay içeceğinizi soruyor. Yok, karneyle değil. Acelesi var, gitmeden ısmarlamak için :)
Belki bozulan TIR’ın şoförü, arabanıza yaklaşıp “Parfümünüz var mı, böyle fıs fıs olandan?” diye sorar. Minnacık deodorant fısfısının koca TIR’ı harekete geçirdiğini görüp, şaşar kalırsınız.
Belki size de dönüş uçağında o iki yavru rastlar. Üç yaşlarında iki oğlan çocuğu... Parmaklarını uzatıp, birbirlerini işaret ederken, gözleri parlar. Size de gösterirler, kar-deş derler, kardeş. Güzel güzel ağlarsınız...