Oluşturulma Tarihi: Mayıs 12, 2019 08:30
Dünyanın en önemli sanat etkinliklerinden biri olan Venedik Bienali 58’inci Uluslararası Sanat Sergisi kapılarını açtı. Bienalin Türkiye Pavyonu’nda İnci Eviner’in ‘Biz, Başka Yerde’ adlı eseri yer alıyor. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazarımız Orhan Pamuk, Eviner’in eseri üzerine bir yazı kaleme aldı.
Aşağıdan geldik
İçeri almadılar, biz de kızdık, aşağıdan geldik yukarıya. Bir baktık kolumuzdan, bacağımızdan, diğer yarımız ve yanlarımızdan biraz parçalar kalmış ta aşağıda. Sakat gibi topallaya topallaya yürümemiz, titreye titreye sürünmemiz, seke seke konuşmamız ve kekeler gibi sevişmemiz bundandır. Çok eski zamanlardı: Önce çizgi idik. Daha önce leke idik. Daha da önce bir kara nokta idik. Nakkaş fırçasıyla çekti uzattı bizi, can olduk sonra.
Biz çıkarken
Dünya derine iniyordu
Can olunca unuttuk aşağıda kalan hikâyeyi. Böylece kolumuzu, kalbimizi ve diğer yarımızı daha dürüstçe aradık. Yer sarsılıyordu, su titriyordu, şeyler ağır ağır dünyaya gömülüyordu. Biz inerken Dünya yükseliyordu. Biz çıkarken Dünya derine iniyordu. Bu yüzden saatimize hiç bakamadık.
O noktada değil, bu köşedeydik. Bu köşenin üstünde değil, bu çatının altındaydık ve merdivenlerden az sonra hooop çıktık, şimdi gene karşınıza. Birdenbire karşınızda, çek çek, kanırt, hooop getir işte burada. Gölgemiz de gidiyor yerin altına.
Söylenip küfretmemiz bundandır
Elimizdeki demirden şeyi vurduk yerin tam ortasına. Dünya ikiye ayrılacağına birden boşaldı, bembeyaz oldu. Her şeyden önce beyaz kâğıt vardı. Kâğıt üzerinde bir yarımı gördüm ve anladım asıl ‘ben’in yer altında, yani aşağıda kaldığını. Asabi hareketlerim ve huzursuzluğum, ikide bir acayip davranışlarım bundandır. Söylenip küfretmemiz bundandır. Çünkü bazen içimdeki ben, beni dinlemeden elimi, kolumu, bacağımı harekete geçiriyor aşağıdan. Ağzımızı açıyor ve bütün gücümüzle yeraltındaki yarımıza sesleniyoruz: Bizi gölgesiz, gecesiz bırakma. Bizi çizgisiz, uykusuz ve kelimesiz koyma. Derken mürekkep gibi kapkara bir gölge damlayınca üzerimize anladık ki içeri almadılar da biz aşağıdan geldik yukarıya...
Gölgem benim zincirim, demirim, taşım...
Gölgem içime girince fark ediyorum ki benden başka bir beden, gerisingeriye gidiyor. İçim boşalınca oradaki karanlık şeye hayret edip korkuyorum. Kimse görmeden yüzümü gölgeme sürüyorum ki kimse görmesin benim eski yüzümü. Gölgemden önce ben vardım ama unuttum bunu. Böylece onunla yoldaş olduk. Gölgem önde, ben arkada sürüne sürüne gidiyoruz birlikte, önce onun sonra benim bacaklarımın gücüyle hissediyorum işte. Bazen gölgem siyah mürekkep gibi akıyor benim içime, bazen da ben akıyorum kara bir hayal gibi gölgemin içine. İçimden gölgem geçince bedenim sanki ikiye ayrılıyor. Ben ve gölgem bu maksatla hâlâ dikkatle yürüyoruz ki dağılmayalım beyaz gecenin içine. Derken bir an ondan kurtulabileceğimi sanıyorum. Kâğıtta iken lekeydik, şimdi iki lekeyiz; ama ilerliyoruz. Bazen topallayarak, bazen kekeleyerek, bazen tekleyerek; ama öfkeli bir umut besleyerek. Gölgem benim zincirim, demirim, taşım: Ben ne ağırım! Bacaklarımızı birbirine karıştırınca gölgemle duruyor ve en önemli aklı yürütüyor, birbirimizi ölçüyoruz. Ben mi gölgemden çıktım, gölge mi benden çıktı diye düşünüyorum; sonra gölgemle ben tek bir gövde oluyoruz. Ooooooh... Gölgem benim şimdi içimde. Aşağıdaki ben de, böylece, sessizce çekiyor beni kendi en derin yerine. İşte tam şimdi ben gölgem oldum, gölgem de ben.
Dimdik yürüyebilenler başka varlık ve yaratıklardı
Eskiden herkesin bacağı kendi bacağı, herkesin hayali kendi hayali ve herkesin kafası kendi kafası iken daha hızlı yürürdük. Kafayı dikip dimdik yürüyebilenler başka varlık ve yaratıklardı. Bizi bırakıp, yeryüzüne çıkıp, kâğıdın, perdenin içinden sıçrayıp, duvarlarda belirip yürüyüp gittiler. Onlar gidince, onlardan açılan yerde sürüne sürüne ilerlemek çok daha huzur verdi bize. Aslında ne yer altından çıkmak isterdik ne de görünüşümüzle huzurunuzu kaçırmak gelirdi içimizden. Ama kendi içinde yaratık da değiliz; kendinde varlık da. Hayalperestin kalemi ile fırçası yeryüzü ile yeraltını öyle bir şekilde resmetti ki, yeraltındaki hayatımıza yerüstünde devam etmek zorunda kaldık. Ellerimizin, kollarımızın, hatta başka yerlerimizin bize rağmen ve biz istemeden harekete geçmesine böyle alıştık. Sürüne sürüne yaşlandık: Önce bir kol, sonra bir bacak, sonra bir kafa, sonra diğer bacak.
Kimse kimseyi unutmazsa dışarı çıkmaya gerek yoktur
Yerin altı, hiç şüphesiz, yerin üstünden daha aydınlık ve geniş. Yüzyıllardır bildiğimiz bu gerçeği size anlatabilmek için biraz karanlığa açılmamız, kara mürekkebin tadına varmamız bizim fedakârlığımız olarak görülmeli. Ellerimize, kollarımıza aşırı ışık vurunca içimize çekiliyor, yün kumaşların üzerine uzanıyor ve dünyanın ne kadar eski olduğunu hatırlayarak bekliyor ve huzur arıyoruz. Aslında buradaki yerimiz yüzümüzün derisi kadar eski, çıplak ayaklarımızın parmakları kadar karışık ve pis kokumuz kadar hakikidir. Kimse kimseyle alay etmezse, kimse kimseye tokat atmazsa, kimse kimseyi unutmazsa dışarı çıkmaya gerek yoktur. Bacaklarımızı birbirine karıştırmadan, yüzyıllarca mutlu bir hayat yaşadıktan sonra ite ite, vura vura, kaza kaza, çeke çeke, kanırta kanırta çıktık yukarıya. Biz aşağıdan yukarıya en sonunda gelince gördük ki, balinanın karnına inen bir borunuz ve denizaltının bilinçaltına inen bir merdiveniniz varsa dünyanın en geniş aydınlığıdır yeraltı. Aşağıdan geldik derken cin gibi titreyip suçlu suçlu, sessizce konuşmamız bundandır.
İki hayal arasında en kısa kişi yalnızca bir gövdedir
Yavaş yavaş başladım yürümeye düşünceler içinde. İki nokta arasındaki en kısa mesafe düz bir hayaldir. İki hayal arasında en kısa kişi yalnızca bir gövdedir! Demek ki; iki gövde arasındaki en kısa ilişki bir gölgedir. İki gölge arasındaki en kısa gövde benim yüzümdedir. Yüzüm ile ben bir gölge idik eskiden. Sonra sağda solda belirdi ötekiler. Bir takla atardım yüzüm gelirdi. Bir takla daha atardım içim gelirdi. Bir takla daha atar, sonra adımlarımı sayardım, çünkü gölgem ben değildi. Gölgemi sürüklemek böylece bir yük oldu. Eskiden gölgem iterdi beni. İçimden çıkan karanlığın beni harekete geçirmesini severdim ve beyaz yola tek başıma işte bu cesaretle çıkardım. Çünkü ben, bana o hayatı veren hareket sizi de kıpırdatsın diye hep baktığınızı biliyorum. Bunun için kara lekeler arasında en kısa mesafeden gidip seke seke yürümeli, ama kişi bunu yaptığını hiç düşünmemeli demek ki, hiç fark etmemeli... Bakın mağrur aslanın soylu yürüyüşüne! Bakın asalı adamın dimdik gidişine! Mesele mesafe almak değil, hayatta kalmak. Demek ki; iki kara nokta arasındaki en kısa mesafe mürekkep değil, benim uzayıp gölge olan fırçamdır.
İnci Eviner, ‘Biz, Başka Yerde’ için Türkiye Pavyonu’nu bir sahneye dönüştürüyor. Bu sahnede desen, video, ses, performans ve obje gibi farklı unsurları bir araya getiriyor.Türkiye Pavyonu, 24 Kasım tarihine kadar Venedik Bienali’nin ana mekânlarından Arsenale’de ziyaret edilebilir.