Güncelleme Tarihi:
Düğününü 700 milyon, cenazesiniyse 2 milyar kişi izledi. Yüzyılın en önemli boşanması onunkiydi. Şöhreti de ölümü de medyadan geldi. Bir yan bakış, yarım gülüşle kalpleri zapt eden ‘halkın prensesi’ Diana, yaşasaydı 60 yaşında olacaktı. Peki, ölümünün üstünden çeyrek asır geçmesine rağmen diziler, filmler ve popüler kültürün bitmeyen ilgisiyle hayatta kalan, Z Kuşağı’nın bile sevgisine mazhar olan Diana’nın sırrı neydi? Herkes unutulup giderken, bu prenses ne yaptı da hiç ölmedi?
Prenses Diana veya adıyla soyadıyla Diana Frances Spencer, aristokrat bir İngiliz ailesinin en küçük kızıydı. O sıralar ablasıyla çıkan, kendinden 13 yaş büyük Charles’la tanıştığında Leydi unvanını henüz almış, 16 yaşında bir genç kız. 3 yıl sonra nişanlanmalarındaki en büyük etken de yaşı ve sarayın Playboy hayatı yaşayan Charles’a bakire bir gelin bulma takıntısıydı. Bu obsesyon öyle bir hal almıştı ki aile üyeleri Diana’nın bekâretini onaylayan röportajlar veriyordu. Diana da bu mitin farkında, yıllar sonra verdiği bir röportajda şöyle diyordu: “Bütün arkadaşlarımın sevgilileri vardı. Benim yoktu. O günlerde bile bir şekilde karşıma çıkacak şey için kendimi temiz tutmam gerektiğini biliyordum.” Bu ‘masum bakire prenses’ şablonu yıllar içinde paramparça olacak, Diana’ya modern bir lensle bakan kadın hakları savunucuları, henüz yeni reşit olmuş bir genç kadının dünyanın en arkaik ve mutaassıp monarşilerinden birine, üstelik de sevgisiz bir evlilik için katılmasının, bir insanın akıl sağlığına ne büyük bir tehdit olduğunu anlayacaklardı. Ama o gün gelene kadar Diana’nın çekeceği vardı. Balayında başlayan yeme bozukluğu ve depresyonu uzun yıllar devam etti. Kendi kelimeleriyle ‘bileklerini kesmek üzereydi’. Hamileliğinde kendini merdivenlerden aşağı attı, ardından doğum sonrası depresyonuyla boğuştu, 5 kez intihara kalkıştı. Bunlar olurken saray psikolojik yardım almasını engelliyor, konuya “Sıksın biraz dişini, biz nasıl beceriyoruz” tadında yaklaşıyordu.
Diana ve Charles’ın ayrılmaya karar verdikleri 1991 kışında geçen hayali bir hafta sonunu anlatan Pablo Larrain filmi ‘Spencer’da çarpıcı bir sahne var. Diana ve Charles, bir bilardo masasının iki ucunda duruyor ve kozlarını paylaşıyorlar. Charles bir türlü ondan istenilen kalıba giremeyen Diana’ya diyor ki: “Senden iki tane olmalı. Ve o iki senden biri, bedeninin nefret ettiği şeyleri yapmalı.” “Nefret ettiği” diye tekrar ediyor kulaklarına inanamayan Diana ve yolun sonu böyle geliyor. Bir sene sonra ayrıldıklarını açıklıyorlar. 1996’da boşandıkları güne kadar da bir medya savaşının içinde savrulup duruyorlar.
Önce Andrew Morton’ın ‘Diana, Gerçek Hikâyesi’ kitabı yerini alıyor raflarda. Diana’nın kitabın gölge yazarı olduğu gerçeği ölümünden sonra çıkıyor ortaya. Kötü kalpli koca imajını düzeltmek için çırpınan Charles ise 1994’te Diana’yı Camilla ile aldattığını itiraf ediyor. “Ama” diyor, “ortada artık bir evlilik kalmadıktan sonra”. Röportajın yayımlandığı gün Diana o meşhur ‘intikam elbisesi’ni giyiyor ve bir davete katılıyor.
Sarayın tutucu giyim kurallarının çok uzağında, omuzlarını açıkta bırakan siyah şifon elbisesi ve inci kolyesiyle kendi imajına kendisi karar veren, modern bir kadın olarak duruyor dünyanın karşısında. Bir yıl sonra BBC’den Martin Bashir’e verdiği röportajdaysa o ölümsüz sözlerle son darbeyi vuruyor krallığa: “Bu evlilikte üç kişiydik. Anlayacağınız biraz kalabalıktı.”
O BİR KÜLTÜR ZAMKI
Diana onu eleştirenler tarafından medyayı manipüle etmekle itham edildi ama patriyarkal sisteme direnmek için elinde yalnızca basın ve halkın desteği vardı. Bugün yıldızların kariyerlerinin olmazsa olmazı hayırseverliği ‘moda’ yapan ikonların başındaydı. Şöhretini, kameraları kimsenin gitmeye tenezzül etmediği yerlere götürmek için kullandı. 1987’de bir AIDS hastasının elini tutarak farkındalık yarattı. Bir yandan da anti LGBTİ+ yargıların önüne geçiyordu böyle yaparak. 1997’de Angola’da bir mayın tarlasında korkusuzca yürüdü, basın yeterli görüntü alamayınca başa döndü, hiç tereddüt etmeden tekrar yürüdü.
Diana, 1997’de 31 Ağustos’unda erkek arkadaşı Dodi Al Fayed ile bir trafik kazasında öldüğünde 36 yaşındaydı. Peşlerindeki kameralardan kaçmaya çalışırken bir tünelde kaza yapmışlardı. Ölümü Diana’nın ‘halkın prensesi’ namını mühürledi ve onu, ismi üzerinden her daim kazanç sağlanan bir endüstriye çevirdi. Diana bugün bisikletçi taytları ve kısa sarı saçlarıyla Instagram post’larına ve moda çekimlerine ilham olan, favori Gucci çantaları yeniden üretilen, Off White koleksiyonlarına ismini veren bir moda ikonu. Aynı zamanda Z Kuşağı’nın ‘Ar Di’ ismini taktığı, anneannelerle torunları, Seren Serengil ile Virgil Abloh’u aynı sevdada birleştiren bir popüler kültür zamkı da...
Bu mütemadiyen güncellenen sevgide, Diana’nın hikâyesini bıkmadan anlatan belgesellerin, mirasını yaşatan çocuklarının, ama en çok da Netflix’in popüler dizilerinden ‘The Crown’ın rolü var. Kendine has kuir yıldız Kristen Stewart ise ‘Spencer’daki Diana portresiyle şimdiden En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ının adaylarından gösteriliyor. Diana tozu, dokunduğunu parlatıyor.