Güncelleme Tarihi:
Yuvarlak camlı güneş gözlükleri ve üzerindeki ceketiyle ‘Taksi Şoförü’ (Taxi Driver) filmindeki Robert De Niro’yu andırıyor. O doğal ‘cool’ olanlardan. Ekranda ne kadar sivri dilli dursa da yakından bir o kadar sıcakkanlı ve sempatik. Toplumu, hayatı çok iyi gözlemliyor. İnsan saatlerce konuşsa da dinlesem diye düşünüyor...
◊ Bu sene 60 yaşına girdin. Seninki nasıl bir hayattı?
Öncelikle artık doğum günlerimi kutlamamayı tercih ediyorum.
◊ Neden?
Çünkü kutlanacak bir şey yok. İleri yaşlarda “Hah gidiyor artık” diye sanki seni uğurlamaya gelmişler gibi bir hava oluyor. Sorunun cevabına gelirsem, geçmişe dönüp baktığımda “Vay, ben ne hayat yaşadım” diyemiyorum.
◊ Niye öyle hissediyorsun?
Çünkü insanın aklı başına hep geç geliyor. Mesela niye fotoğraf çekmeye daha çok vakit ayırmadım, niye daha çok müzikle ilgilenmedim, şu kitapları okuyamadım... Niye bu kadar televizyon programı yaptım... Aslında hayatı bazen yanlış düzenlediğimi düşünüyorum. Daha iyi plan yapmalıymışım.
◊ Şimdi yapamaz mısın?
Bana ayrılan sürenin çoğunu yaşadım, azı kaldı gibi görünüyor. Bundan sonra hayatımı projelendirmek istiyorum. Mesela kendime “Okan sen Madagaskar Adası’na gidiyorsun ve şunları yapmak için bir ay yaşayacaksın” demek amacım. Diyeceksin ki: “Bunları nasıl finanse edeceksin?” Ben sevdiğim ve yapmak istediğim işlerden para kazanabildim. Onlar hobim olarak kalmadı. Ama hepsinden gelen aynı para değil tabii. Televizyon lirası, tiyatro lirası, yazarlık lirası, yönetmenlik lirası... Hepsi farklı liralar oldu, oluyor.
◊ En değerli lira hangisi?
Manevi olarak en değerlisi tiyatro lirası. Ama kazanç olarak şimdilerde en değerli olan davet edenlerin davetlerine iştirak edip birtakım organizasyonlarda bulunmak.
◊ Sen çok iyi bir gözlemcisin. Dünyadaki insanlar ve yaşam tarzları hakkında gözlemin nedir?
Şimdi her şey daha hızlı, daha çabuk ve daha ucuz. Yemek yememiz, aşklarımız, okumamız, iletişimimiz... Daha hızlı, daha çabuk ve daha ucuz olan şeyin adı da pornografidir. Demek ki daha pornografik bir hayatta yaşıyor, kendimize değer katmaya çalışıyoruz. Hedonizm iddiası içindeyiz ama hiçbir şekilde hedonizm yaşamıyoruz.
◊ Ne yaşıyoruz?
Yaşadığımız şeyin adı narsisizm... Bana bakın, arabama bakın, yediğim yemeklere bakın... Birbirimizi bunun dışında değerlendiremiyoruz. Biri kendine ‘Mutlu muyum’ dediğinde insanların anladığı
tek şey tüketmek.
◊ Sen mutlu musun?
Bu bahsettiğim gibi insanlarla yaşadığım için çok mutsuzum. Böyle bir pompalanma içinde yaşıyorum ama bunların içerisinde ayrıksı, öteki olmaya ve kendim gibi ötekiler bulmaya çalışıyorum. Kendin gibi birilerini bulup onlarla anlaşıyorsun. Diğerlerinden şikâyet ediyorsun. Bu da bizi şu ünlü lafa götürüyor: “Cehennem başkalarıdır.” Yani sürekli başkalarından kaçıp yine başkaları hakkında konuşuyoruz.
ALINGAN İNSANLARDAN NEFRET EDİYORUM
◊ Seni tanıdığımızdan beri tatlı bir huysuzluğun var. Gerçekten mi huysuzsun, yoksa programların temposu içinde mi öyleydin?
O adrenalinle ilgili bir şey. Bitip tükenmek bilmeyen bir kalp çarpıntısı gibi düşün. Aslında amacın kimsenin huzurunu bozmak değil, programda olması gereken bir gerginliği yaşatmak... O zaman da o sinirsel durum, hoş oluyor.
◊ Bu senin hayatında yok mu?
Yok. Gittikçe törpüleniyor. Her şeye de saldıramazsın ki! Eskiden sofradaki bütün yemeklerin tadına bakma isteği varken şimdi ben sadece şunun tadına bakacağım gibi bir fark oluşuyor.
◊ Sivri, komik, derin ama bir yandan da deli bir havan var. Sen bir şey yapınca “Okan yapar, delidir” derler. Deli misin?
Değilim hatta bazen arkadaşlarım arasında en aklı başında, en soğukkanlı olan da benim. Bir de kavgacı ve alıngan asla değilim. Alıngan insanlardanda nefret ediyorum.
EROL EVGİN MAZBUT YAŞAMIYLA HEPSİNDEN ÇOK DAHA İLGİNÇ
◊ Televizyonu bıraktığın söylendi. İşin aslı neydi?
Öyle bir şey yok. Televizyonların kendilerini bıraktıklarını ve dizi yayımlamaktan başka kabiliyetlerinin kalmadığını anlatırken bunu bazı arkadaşlar “Benim gücüm kalmadı” gibi anlamış sanırım ve böyle bir haber çıkmış. Asıl demek istediğim Türk özel televizyonculuğu olgunlaşmadan sona erdi.
◊ Sebep nedir?
Sebebi kolay yoldan para kazanma, hayatta kalma mücadelesi ve dijital dönüşümle baş edememe... Oysa tüm dünyadaki gibi dijital ve ulusal medya işbölümü yaparak çok rahat yaşayabilirlerdi. Avrupa’da insanlar radyo dinliyor, televizyon izliyor ve o kadar dijital meraklısı, sosyal medya manyağı değiller. Çünkü adamların yaptığı stüdyo programları onlara yetiyor. Bizimkiler dizi kanalı gibi oldular.
◊ Dizi izliyor musun?
Tahammül edemiyorum. Böyle şeyler yapılmasına da akıl sır erdiremiyorum.
◊ Çok fazla yeni oyuncu var. Bu isimler hakkında fikrin oluyor mu?
Fikrim şöyle olmuyor; üretim o kadar fazla ki bir başrol oyuncusu üç sene genç kızı ya da erkeği oynuyor. Ertesi sene teyze, sonra anne oluyor. Tek tük ayrışanlar var. Onlar zaten eski yıldızlar. Daha eskiler daha bile şanslı. Erol Evgin daha da şanslı (gülüyor). “En çok kimi tanıyorsun; Okan, Teoman, Erol Evgin mi” desem, “Tabii Erol Evgin’i” derler.
◊ Beğendiğin kimse yok mu?
En çok Can Yaman’ı beğeniyordum, o da gitti. Can Yaman gözümü alıyordu. Yenilerden kötü kötü bakan bıyıklı-sakallılar var, hepsi aynı bakıyor. Bir de bütün dizilerdeki ortak şey kızlar, erkeklerin peşinde.
◊ Rollerinden bahsediyorsun...
Evet, roller öyle. Gerçek hayattaysa çok evleniyorlar. Belki menajerler falan mecbur ediyordur. Mesela geçen yaz çok evlilik yaptılar. Ve yeteri kadar boşanma olmadı. Benimle ilgili düşün, kaç tane ‘sevgilisi var’ haberi okudun? Çoktur. Bunlara yazık değil mi? Evlendikten sonra bir daha neyle gündeme gelebilir? Çocuğu olduğunda ‘baby shower’ yapılır, dizi oyuncuları toplanır... Çim ekecekleri ev aldıklarında haber yapılır. Bir süre haberleri çıkmaz, bir çocuk daha yapılır, bir de boşanınca ve aldatınca.
◊ Eski ve yeni starlar arasında nasıl farklar var?
Çok birbirine benzer hayatlar... Dedikoduları da, dizileri de birbirine benziyor... Talk show’larda lafları aynı. Eskisi gibi çılgın tipler yok. Erol Evgin mazbut yaşamıyla hepsinden daha ilginç. Mesela Instagram’da takip ediyorum, çiçeklerini, kitaplarını anlatıyor. Fazla huzurdan kendini pencereden atabilirsin. Ama bence çok daha ilgi çekici.
YAŞ ALARAK YAŞANILAN YALANCI AZGINLIKLAR BANA UĞRAMADI
◊ Hiç sosyal medyadan tanışıp randevuya çıktın mı?
Yok. Ben belki bu kadar azgın değilimdir. Azgınım ama bu kadar değilimdir.
◊ Yaşla birlikte aşka ve cinselliğe bakış değişiyor mu?
Her zaman değişir. Benim her sene değişiyor.
◊ Tabii sen bir bırakıyor, bir başlıyorsun...
Ara sıra bir şeyler söylesem de galiba şu an dengeli bakıyorum. Yaş alarak yaşanılan yalancı azgınlıklar bana uğramadı. Şu an belki de aşktan eskisi kadar medet ummuyorum. Yani aşk beni kurtaracaktır, aşk beni mutlu edecektir diye düşünmüyorum.
BABA OLUNCA HAYATINDA TAŞLAR YERİNE OTURUYOR
◊ Selin (Atasoy) Hanım’la uzun zamandır birliktesiniz...
Evet, çok uzun ve artık yıl vermemek gerekiyor.
◊ Aşkı çözdün mü?
Hiçbir şey söylemek istemiyorum bu konuda. Kendimi sanırım aşktan yitirecek bir durumda değilim. Kızımı ne kadar sevdiğimi düşünüyorum. Dün baş başa yemek yedik. Artık hayatımda hiçbir kadının ona olan düşkünlüğüme yaklaşamayacağını düşünüyorum. Ama sonuçta kızım da bir aşk hikâyesinin sonucu. Onun için ben aşkı özgürce yaşamaktan yanayım.
◊ Kızın 15 yaşında. Bugün de Babalar Günü... Babalık sana ne öğretti?
Bir babaya bir çocuğun her yaşında öğrettiği çok şey var. Hayatında taşlar yerine oturuyor. Kızım bana bir çocuğu sevmenin nasıl olduğunu, anlayışlı olmayı, onun öğretmeni olamayacağını, sadece onu koruyup kollaman gerektiğini öğretiyor. Yapmaman gerekenleri de görüyorsun. Hayatta en tehlikeli şey kendi eksikliklerini çocuğun üzerinden çıkarmaya çalışmak, “Ben öyle bir çocuk yetiştiririm” gibi iddialara girmek.
BUNLARI SOKAKTA DA TANIMIYORLAR
◊ ‘Amadeus’la başlayan tiyatro iddian ‘Richard’ ile devam ediyor. Aslında tiyatro geçmişin eskiye dayanıyor...
Evet ama medyada çok uzun süre kaldım. O arada Ferhan Şensoy’la çalışmak dışında pek bir şey yapamadım. Şimdi görüyorum ki pandemi sonrası, insanlar ortak buluşma noktalarına, bu bir müzik performansı, tiyatro performansı, opera, bale olabilir, ilgi gösteriyor. ‘Richard’ gibi biraz zor ama gerilimi yüksek ve mesajları güncel olan bir oyunu, geçen sene Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda 4 bin kişiye oynadık. Bu sene 18 Haziran’da tekrar Açıkhava’dayız. Yazınsa Türkiye turnesine çıkacağız.
◊ Bundan sonra neler var?
Ekim ayı içinde büyük kadrolu bir ‘Dracula’ oyunu gelecek. Canlı müzikle... ‘Otelde’ üç kişilik yeni bir oyun. Ayrıca bir proje daha var. Dört oyunum olacak.
◊ Televizyondan tanıdığımız genç isimleri de son yıllarda tiyatro sahnesinde izliyoruz. Buna ne diyorsun?
Dizi oyuncuları anladılar ki kendilerini kimse izlemiyor. Bunları sokakta da tanımıyorlar. Tanınmalarına da imkân yok. Tiyatro işini kıvırabilirlerse alkışlandığını görecek, o yüzden istiyorlar.