Güncelleme Tarihi:
Henüz lisede oldukları 2001 senesinde tanışıp birlikte müzik yapmaya karar veren Norveçli folk pop ikilisi Kings of Convenience mutlu ama melankolik şarkılarıyla 21 yıl önce akustik müzikte adeta devrim yapmıştı. ‘Misread’, ‘Know How’ ve ‘Cayman Island’ gibi müzik listelerinde bir numara olan şarkılara imza attılar, en son geçen yıl ‘Peace Or Love’ albümlerini yayımladılar. Türkiye’de de çok sevilen grup 10 yıllık aranın ardından konser vermek için İstanbul’a geliyor. 30 Eylül ve 1 Ekim’de Zorlu PSM’nin 10. Yıl Özel Etkinlikleri kapsamında sahnede olacaklar. Gruptan Erlend Øye ile Zoom’da bir araya geldik.
*Daha önce bir röportajınızda “Bizi İstanbul’da neden bu kadar çok sevdiklerini merak ediyoruz” demişsiniz...
Norveç’teki ve Türkiye’deki insanlar arasında ahşap evler ve dil yüzünden bir bağ var, Türkçe kulağa Norveççeye benzer geliyor. Biz İtalya ve İspanya’da da çok popüleriz yani Akdeniz ülkeleri bizi seviyor ama evet, İstanbul kesinlikle çok özel.
* İstanbul’la ilgili en çok neyi seviyorsunuz? Nereleri ziyaret etmek hoşunuza gidiyor?
Beni İstanbul’a gitmekle ilgili en çok heyecanlandıran şey galiba yemek. Mesela menemeni çok seviyorum. Bir de Galata’daki çoğu müzik mağazasını... Ne zaman gelsem yeni sokaklar keşfetmeye, yürüyecek daha fazla alan bulmaya çalışıyorum. Bu yüzden tekrar gelip İstanbul’da çalmayı dört gözle bekliyorum.
“Çok konuşan biri bir noktada gücünü kaybedecektir. Çünkü insanlar ona ilgi göstermeyi bırakacaktır.”
‘Radiohead dinlemeyi bıraktım’
* Bugün 46 yaşındasınız. Kings of Convenience’ı kurduğunuz günkü kendinize ne söylemek isterdiniz?
O zamanlar yaşlanıyorum sanıyordum ama 24 yaşında ve hâlâ çok gençtim. “30’larından önce endişe etmene gerek yok” derdim. Bir de muhtelemen “Endişelenme. Ne yapıyorsan yap, kaliteli yapıldığı sürece eninde sonunda sonuç verecek” derdim. O zamanlar kariyerimle ilgili pek çok şeyi kafamda oturtmuş olsam da ailem ve etrafımdaki çok az kişi benimle aynı fikirdeydi. Onlara sürekli “Merak etmeyin, çözeceğim” demek zorunda kalıyordum.
* Son albümünüz ‘Peace Or Love’ geçen yıl çıktı. Neden 12 yıl ara verdiniz?
5 yıllık bir tur süreci geçirdik, sonrasında bir süre hayatın tadını çıkarmak istedik. Daha sonra yeni şarkılar besteledik ve hatta Almanya, Hollanda ve İskandinavya’ya yeni şarkılarımızı çaldığımız bir tur da yaptık. Ama işler tahmin ettiğimiz gibi gitmedi. Eirik Bergen’de yaşıyor, bense artık Sicilya’dayım. Biraz ara verdik, sonra seçtiğimiz şarkılarla kayıt yaptık.
* 2001’de ilk albümünüze, yani ‘Quite Is The New Loud’a (Sessizlik Yeni Gürültüdür) gitmek istiyorum. Sizin için hâlâ sessizlik en yüksek ses anlamına mı geliyor?
Sessiz kalmak birçok insan için bir hayat biçimi, hatta bir araç... Bir partide dinleyen, sessiz bir insanın her zaman bir gücü olacaktır. Çok konuşan biri, bir noktada gücünü kaybedecektir. Çünkü insanlar ona ilgi göstermeyi bırakacaktır.
* Şarkılarınız çok sakin. Siz hiç sinirlenmiyor musunuz?
Bu güzel bir soru çünkü bazı gruplarda bu durum çok değişik. Mesela ben Radiohead dinlemeyi bıraktım çünkü şarkılarının her zaman umutsuz olması bana doğru gelmedi. Biz hiçbir zaman sinirli olmadık çünkü sinirli olmak için doğru sese sahip değiliz. Örneğin, ben bu sesle punk stilinde şarkı söyleyemem. Sonuçta sana ne verildiyse bakıp ne yapabileceğine odaklanmalısın.
‘Boğaz’da yunuslar bizi selamlamıştı’
* Albüm kapaklarınızda satranç imgelerini çokça kullanıyorsununuz. Neden?
Ben çok satranç oynarım, o nedenle tercih ediyoruz.
* Müzik dışında neler yapıyor, nelerle ilgileniyorsunuz?
Uzun zamandır futbol oynuyorum. Evdeyken bahçe sürekli ilgi istiyor. Her zaman bir iş oluyor anlayacağın. Ayrıca küçük bir teknem var, bazen onunla çıkıp kaplumbağa veya yunusların botun etrafına gelmesini bekliyorum.
* Eğer şanslıysanız Boğaz’da da yunusları görebilirsiniz...
Evet, bir keresinde Boğaz’da bir teknede gezintiye çıkmıştık ve yunuslar adeta bizi selamlamıştı.
* Ülkemizden sevdiğiniz müzisyenler var mı?
Piyano sanatçısı Büşra’yı (Kayıkçı) seviyorum, müzik stili Nils Frahm’ı andırıyor. Onunla Almanya’nın Mannheim şehrindeki bir festivalde tanışmıştık. Melike Şahin Danimarka’daki Roskilde Festivali’nde sahneye çıkmıştı, konser cidden çok harikaydı. Melike Şahin ve arkadaşlarının müziği İstanbul’u
o kadar çok özlememe sebep oldu ki onları tanımıyordum ama yanlarına gidip konuştum. Hatta festivalde yemek için biletim yoktu; Melike ve ekibi birlikte yemek yiyebilmemiz için ellerinden geleni yaptılar ve sonunda birlikte yemek yiyebildik. Gerçekten çok güzeldi.