Güncelleme Tarihi:
Bodrum’da bir gece kalıp, dünkü yazımda bahsettiğim güzel bir yemekten sonra feribotla bir gece kalacağımız Kos Adası’na varıyoruz. Yolculuk yarım saat ama pasaport kontrolü bir saat. Otele vardığımızda saat 19:00.
Ben Zia denen tepelik bölgede güneşin batısını seyretmek istiyorum. Eşim farklı düşüncede. 7-8 sene önce Bodrum’dan günübirliğine Kos’a gelip yediğimiz harika deniz ürünleri ziyafetini unutmamış. “Nasıl olsa Patmos ve Kalymnos’a gidiyoruz, bol bol manzara çıkacak karşımıza, bildiğimiz yere gidelim” diyor.
Saat 20.00 gibi Nick’teyiz. İsabet olmuş. Lokantada sadece bir masa dolu ama hemen her masa rezerve. Neyse ki bize bir masa veriyorlar ve 10 dakika sonra Nick de geliyor ve beni tanıyor.
Aradan geçen yıllar lokantaya yaramış ve bayağı popüler olmuş. Epey de bizden müşteri var. Biri yanımızdaki masada oturan iki çift, annesi ve akrabalarıyla gelmiş bir beyle yemek sırasında laflıyoruz. Yunan adalarına seyahat işinde henüz çok yeni olduğum için elimde olmadan bir genelleme yapıyorum.
Beyaz mı kara mı orasını bilmem ama güzel Türkler bunlar. Görgülü ve seçiciler. İyiyi, güzeli, doğruyu takdir ediyor ve arıyorlar. Yurtdışına epey seyahat etmiş oldukları için referans noktaları doğru çizilmiş. Elbette ki yurtlarını seviyorlar ama kazıklanmak istemiyorlar. İstanbul’da ve ülkemizde favori mekânlarına söz gelince trendleri ve görmek-görülmek için gidilen yerleri değil, taze karides, gerçek pide vs. sunan, halk tipi mütevazı lokantaları tercih ettiklerini görüyorum. Kos veya diğer Yunan adalarında da yemek yerken belli mekânları, spesiyaliteleri için tercih ettiklerini ve Osmanlı kültürünün buradaki izlerini sürdüklerini görüyorum. Yanımdaki masadaki bey, Kos’ta Ali Baba’yı zeytinyağlı sebzeleri, Zia’daki Panorama’yı ise Kos baklavası için tavsiye ediyor.
Midye saganaki, kalamar dolması ve beyaz şarap soslu karides, restoranın iddialı lezzetlerinden.
Nick onun da Kos’taki balık lokantası tercihi ve buranın artılarını ve eksisini benden iyi biliyor. Örneğin ben sinarit ızgara ısmarlayıp kuru bulunca adalarda çok az lokantanın gerçek odun kömürüyle çay demler gibi aheste aheste balık pişirmeyi bildiğini söylüyor. “Bu konuda biz genelde Yunanlılardan iyi mangal kullanıyoruz” diyor. Ama genel olarak Yunan adalarında bulduğum kabuklu ve kabuksuz deniz ürünleri, bize göre daha taze, çeşit daha fazla ve pişim bazen iyi, bazen olağanüstü.
Nick’te olağanüstü diyeceğim üç porsiyon tadıyorum. Midye saganaki benim ısmarlamadığım ama yukarıda bahsettiğim beyin “Mutlak tatmalısın” diye bana ve Linda’ya birer kaşık ikram ettiği bir yemek. Deniztarağı da o düzeyde. O kadar taze ki tarağın ‘dil’i denilebilecek turuncu parçasıyla ve kabuğunda servis ediliyor. Azıcık beyaz şarap, sarmısak ve zeytinyağı ile herhalde yarım dakika pişmiş çünkü lezzeti içinde kalmış. Son olarak da krema, beyaz peynir, limon, maydanoz ve beyaz şarap soslu taze karides harika. Bu üçü için Bodrum’dan günü birliğine Kos’a geçmeye değer.
Beyaz tarama iyi ama harika değil. İçinde patates püresi olabilir. İçi beyazpeynir ve taze bir peynirle doldurularak kızartılmış kabak çiçekleri yağını çekmemiş. Haşlanmış, bol sirkeli ahtapot salatası bayağı leziz. Kabuğundan çıkarılmış ve deniz suyunda saklanmış denizkestaneleri benim bulunca vazgeçilmezim ama kabuklarında servis edilmesini tercih ederim.
Simi usülü karides
İki de kızartma deniyoruz. Kalamar ve minicik ve kafası da yenen gerçek Simi karidesi. İkisi de yağını çekmemiş ve ikisi de yerli ve taze ürün. Ama zeytinyağı tadı gelmiyor. Soruyorum. Çok yüksek derecede zeytinyağı kanserojen diye ayçiçeği yağı kullanıyorlar. Tatmin etmiyor bu açıklama çünkü İspanya’da olduğu gibi zeytinyağını fazla kızdırmadan kızartmak da mümkün. Herhalde çabuk ve ucuz olsun diye seçilmiş.
18 euro’ya Kos’ta üretilen bayağı hoş bir şarap içiyoruz güzel yemeklerle. 2015 Dikeos. Triantafillopoulos Estate. Yüzde 50 Assyrtiko, yüzde 50 Athiri sepajlarından. Burunda limon çiçeği, damakta hafif bir narenciye dokunuşu olan, hiç meşe fıçı görmemiş, doğal, canlı ve diri ve bitimde hafif bir tuzluluk hissedilen basit ama dengeli bir şarap. Makyajlanmış değil, olduğu gibi. Şarabı yudumlarken aklıma hiç makyajsız, üzerinde ince askılı basit ama ona çok yakışan beyaz elbisesiyle saçları rüzgârda uçuşarak ve ayakları çıplak bisiklet süren bir kız geliyor.
Bu saf cinsellik ve özgürlük imajı Patmos’ta iyice pekişiyor. O da haftaya...