Güncelleme Tarihi:
Her şey bir telefonla başladı.
Arayan: Merhaba, Harun Sarıkaya’yla görüşebilir miyim?
Ben: Buyurun, benim.
Arayan: Karakoldan arıyorum, sandık görevlisi olarak görevlendirilmişsiniz, evrağınızı karakoldan almanız gerekiyor.
Ben: Benden sandık görevlisi olmaz, ben görme engelliyim.
Arayan: Orası bizi ilgilendirmez, evrağınız bizde, en geç şu tarihte almanız gerek...
İlk önce inanmadım. Biri benimle dalga geçiyor diye konuşmayı biraz uzattım, arkadan gelen sesleri dinledim: Gerçekten polis arıyor ve gerçekten sandık müşahidi olmuşum...
Bir şey olursa da ‘Ben görmedim’
Evrağı karakoldan almaya gittim. Polisler şaşkın, ben şaşkın. Böyle bir şey nasıl olur diye biraz düşünce alışverişi yaptık. Çaresiz aldım evrağı, eve döndüm.
Garip olan şu: Elimde resmi evrak var, kimseyi görmediğime inandıramıyorum. Ama bir süre sonra durumu kabullendim. Neden olmasın? Gider yaparız görevi. Bir şey de olursa “Ben görmedim” diyebilirim...
Derken seçim günü geldi, çattı. Benim için büyük gün! Sabah yedide sandık başındayım.
Sandık başkanı oy kullanmaya geldim zannedip “Erken geldiniz beyefendi” dedi.
“Oy kullanmaya değil, oy kullandırtmaya geldim” dedim ve evrakla kimliği masaya koydum. Uzun bir süre sessiz kaldılar. İşte o yüz ifadesini hakikaten görmek isterdim. Sonra bir dizi telefon göruşmesi, hatta mail’leşmeler...
O arada diğer müşahitler de geldi. Hepsiyle tanıştık, onlar hiç sorgusuz kabul ettiler ama başkan hâlâ bir çaba içinde, ilgili yerlere bildiriyor. En sonunda Yüksek Seçim Kurulu beni sandık başkan yardımcısı olarak kabul etti.
Evrağı, pusulaları kendi ellerimle tek tek saydım, diğer müşahitlerle sayılarda mutabık kaldıktan sonra artık hazırız. Saat gelsin, oy kullanma işlemi başlasın!
Başkanın benim kadar havası yoktu
Sandık görevlisi olduğum okulda yayılınca diğer sandık görevlileri tarafından ziyaret edilmeye başladım. Onore oldum, başkanın benim kadar havası yoktu. İnsanlar çok şaşırıp oy kullandıktan sonra benimle fotoğraf çektirdi.
Bu arada seçim, tekrarlanan bir seçim olduğu için oyunu kullanan herkes sandık görevlilerine fırça atıp gidiyor: “İşinizi düzgün yapın kardeşim, her ay oy mu kullanacağız?”
Aynı mahallenin insanları olduğumuz için tanıdığım insanlar da geliyordu arada. Benle beraber onlar da eğlenmeye başladı, “Oylar sana emanet Haruncum. Görenlere emenet ettik, olmadı. Belki böyle daha iyi olur” diyorlar.
Geldik oyları saymaya... Sandık açıldı, gerekli sayıları söyledik, başkan saydı, çıkması gereken oy sayısı tamam. Sonra oyları açıyoruz, herkeste çeteleler var. Bir tane de bende var ama nasıl işaretleyeceğim? Çözümü şöyle buldum: İki büyük partinin müşahidi bana destek olacaktı. İkisi de kabul ediyorsa işareti doğru yere koyacaktım. Bu meseleyi de çözünce, gırgırına birkaç oya itiraz bile ettim. Hep beraber güldük, eğlendik.
Bütün oyları tutanaktaki gibi saydık, çuvala koyduk, sonra Yüksek Seçim Kurulu’na sorunsuz teslim ettik başkanla birlikte.
Bilmiyorum artık, bilerek mi bilmeyerek mi yaptılar ama devletin beni böyle bir göreve layık görüyor olması ayrıca güzel.
Yapılmayacak bir iş de değilmiş zaten, büyütülecek bir şey yok yani.