Mitolojideki kahramanı Herakles: “Hem dünyayı geziyor hem de güçlü ve yakışıklı”

Seyahat yazarı, televizyon yapımcısı, eğitimci, bilgisayar mühendisi, motivasyon konuşmacısı... Hürriyet Seyahat gezginlerimizden Serda Büyükkoyuncu’nun kartvizitinde yazanlardan bazıları bunlar. “Bir insanın bunca sıfatı edinmesi için çok sağlam bir altyapı gerek ve onu bu kadar besleyen çok ‘zengin’ de bir ailesi olmalı” diyerek başlıyorum söze. Hayata olan heyecanı, sohbetinin de en belirgin özelliği. Uzun uzun anlatıyor Serda Büyükkoyuncu, ben özetliyorum: “Diyarbakır’da doğup liseye kadar Samsun’da yaşadım. Eğitimci ve Milli Eğitim’in o dönemlerinde üst düzey görev yapan bir babanın çocuğu olunca, yetiştirilmemiz de pek bir akademik oldu. Üç erkek kardeşiz. Annem çok güçlü bir kadın, babam dahil dört erkeği yönetmede üstat. Evde hepimizin görevleri vardı. Okuldaki saatlik ders programı gibi evde de buzdolabının üzerinde ev programlarımız asılıydı.”

Serda Büyükkoyuncu

İşte önemli bir veri... Programlı olmayı çocuk yaşta öğrenirsek bir kolda iki değil, yirmi karpuz taşıyabiliyoruz...Programın amacı onu daha çok derse değil, oyuna teşvik etmekmiş. “Çabuk kaldır kitapları, sokağa çık” diye uyarılan Serda’nın o yıllarda uğraştığı şeylerden bir-iki örnek vereyim: Her okuduğu kitabı arşiv defterine özetlemek; kendi ansiklopedisini yapmak; 40 harfli, kendi oluşturduğu alfabeyle gizli notlar almak; yeni öğrendiği her kelimeyi ve anlamını yazıp cümle içinde kullandığı kişisel sözlüğünü yazmak... “Ağabeyimden 3 yaş küçük, kardeşimden 7 yaş büyüğüm. Ağabeyim Kuleli Askeri Lisesi’nde yatılı okuduğu, kardeşimle de yaş farkım olduğu için daha çok kendi dünyamda yaşıyordum” diye açıklıyor durumu.

80’lerden itibaren ilkokulların matematik müfredat kitaplarını yazan baba Ziyaettin Büyükkoyuncu, kolejlere hazırlanan çocuklara özel test kitabı ‘Çözümü Güç Problemler’in ilhamını da tabii Serda’dan almış. “Matematik en büyük sevdamdı, hâlâ da öyle... Canım sıkılınca zor bir problem bulup çözmeyi çok severim. Babam yazdığı kitaplardaki soruları bana soruyor, ne kadar sürede yapabildiğime bakıp öyle seçiyordu” diye anlatıyor Serda Büyükkoyuncu...
“Herhalde ideal, uyumlu bir çocuktun” diyorum, itiraz ediyor: “Uyumlu değil, bulaşılmaması gereken bir çocuktum aslında. 5 yaşımda babam bana bir atlas hediye etti. Yere oturup sayfalarını açtık. Nerede yaşadığımızı Karadeniz sayfasında gösterdi. Sayfayı çevirdim. Karşımda Türkiye haritası vardı. Samsun küçük bir şekil olarak duruyordu. Sonra tekrar çevirdim, Avrupa haritası çıktı, bırakın Samsun’u Türkiye bile hatırı sayılır küçülmüştü. Ama o Dünya sayfasını çevirmeseydim iyiydi! Türkiye artık küçük bir ayrıntıydı. Canım feci sıkılmıştı. ABD, SSCB, Çin, Hindistan’ı sordum. Onların da birer ülke olduğunu öğrenince durdurulamaz ağlama krizlerine girdim “Ben orada doğmak istiyorum” diye. Babam bunun mümkün olmadığını, büyüyünce oraları gezebileceğimi söyleyerek, bilmeden hayatımın yönünü belirledi. Ve o günden sonra hep yeterince büyümeyi bekledim.”

Kendine göre artık büyüdüğünde -çevreye göre daha küçükken- yollara düşmüş. Yıllarca da buna hazırlanmış. Eskicilerden haritalar, seyahat kitapları, biletler, broşürler alıp kendi seyahat kitaplarını yapmış. 16 yaşında da Interrail sistemiyle birkaç ay gezmiş: “Annemle babam bırakın engel olmayı, o dönem daha ülkemizde satılmayan, ‘backpack’ denen turist çantalarından diktiler. Arkadaşlarımın evden Taksim’e gidemediği zamanlarda, bir gece yarısı Sirkeci Tren İstasyonu’ndan trene binip Kuzey Buz Denizi dahil tüm Avrupa’yı, 98 şehri gezdim.” Bu gezi onun ve henüz doğmamış olan Alara’nın da dönüşümü olmuş! Şöyle anlatıyor bunu: “Nurenberg’in bir meydanında dilek kuyusu var. Kuyuya asılı bir halkadan parmağını çevirip dilek tutarsan gerçekleşir derler. ‘Bir çocuğum olursa 12 yaşına geldiğinde onunla bu seyahati bir daha yapacağım’ dedim. Yaptık da... Baba-kız 68 gün boyunca, Kuzey Buz Denizi’nden Kuzey Afrika’ya kadar her yeri gezdik. Döndüğümüzde başka bir çocuk vardı artık. Kabına sığmayan bir dünya vatandaşı oldu...”

Serda’nın kızı Alara Büyükkoyuncu ressam ve moda tasarımcısı. İtalya’da en iyi okullarda eğitimini tamamlayıp kendi markası Soul Spiritz’i kurdu. Serda’nın ailesinden yana şansı bolmuş. Eşi Sevda Büyükkoyuncu için de “Kanatsız bir melektir. Hayattaki en büyük şansımdır” diyor...

Herkes her konuyu keyifle öğrenir...

* Herkes senden seyahat kitabı beklerken mitoloji yazmaya neden ve nasıl karar verdin?
Aslında bunca seyahat, arkasından Saffet Emre Tonguç ile yıllar önce kurduğumuz Bestmen Production şirketi, beraber yaptığımız belgesel seyahat programı, pek çok dergi ve gazetede seyahat yazarlığı ve 1 milyon kişinin kullandığı sesli seyahat telefon uygulamamız bu beklentiyi doğurdu... Ben sürekli merak eder, araştırır, okur, öğrenir, yazarım. Seminerlere katılır, motivasyon konuşmaları yaparım. Pandemi döneminde bunlar çevrimiçi yapıldı ve katılım rekorları kırdı. Konuşmamı isteyen şirketlere konu listesi yollayıp hangisini istediklerini sorduğumda hep
ilk sırada mitoloji geldi. Ben şunu gördüm: Her insan her konuyu keyifle öğrenir, yeter ki doğru yöntemle anlatılsın. ‘Antik Yunan Mitolojisi: Tanrıların Aşk Hayatı’ böyle çıktı. Üçleme olacak, diğer ikisi felsefe ve dinler tarihi...

* Mitolojideki kahramanlardan ‘benim adamım şudur’ dediğin kim?
Galiba, bizim Herkül olarak da bildiğimiz yarıtanrı Herakles. Hem kendisine verilen görevler için dünyayı geziyor hem de güçlü ve bir o kadar da yakışıklı. Gerçi aile hayatı pek bir karanlık ama olsun. Kadın olarak düşünürsek de Afrodit sanırım. Neden mi? E, onu da okurlar bulsun.

KİTAPTAN...

Mitoloji nedir?

“Mitoloji, antik dönemde var olduğuna inanılan tanrı, tanrıça ve kahramanların dünyasının masalsı, gizemli, heyecan verici, büyüleyici bir üslupla anlatılması” diyebiliriz. Yunan mitolojisi dedim diye olay sadece Yunanistan’da cereyan ediyor sanmayın ama. Anadolu’ya ve daha ötelerine kadar etkilemişler dünyayı.

Tanrılar hangi savaşı maç gibi izliyor?

Paris, Menelaos’a teke tek savaşmak için meydan okuyor. Menelaos da kabul ediyor. Çok havalı bir dövüş hazırlığı yapılıyor. Canlandırın gözünüzde, binlerce meşale aydınlatıyor gecenin karanlığını. Helen için canını vermeye hazır yakışıklı iki adam. Kaybeden tam da Paris olacakken, Afrodit giriyor araya ve Paris’i savaş alanından kaçırıp Helen’in sıcak, güvenli kollarına teslim ediyor. Bu arada Olympos Tanrıları tüm olanları yukarıdan izleyip taraf tutuyorlar, futbol maçı seyreder gibi.