Güncelleme Tarihi:
Müsilaj Bilim Kurulu üyesi ve Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı, ekibiyle birlikte Marmara Denizi’ni hem sualtından hem de su üstünden yakından takip eden biliminsanlarından... “Müsilaj, bizim Marmara’yla kurduğumuz ilişkinin artık yürümeyeceğine dair denizin bize verdiği net bir mesajdı” diyor.
11 bin 350 kilometrekarelik yüzölçümü, 3 bin 777 kilometreküplük hacmi ve 1.000 kilometrelik kıyı şeridiyle tamamen bize ait genç bir deniz olan Marmara’ya son 40 yılda çok hoyrat davrandığımızı anlatan Sarı “Bir zamanlar 200 civarında balık çeşidi vardı. Son 40 yılda 19 balık tükendi, 20’den fazlası ticari olarak yok olmuş durumda ve mevcut ticarete konu balıkların da yüzde 56’sı yok olmak üzere. 25 metrenin altında ışık yok, kıyılar betonlaşmış, denizin ısısı kirlilik yüzünden artmış durumda. Tabloya bakınca bu ilişkiden Marmara’nın çok şey kaybettiği görülüyor ancak tek kaybeden deniz değil!” diyor.
Peki, denizin bu halde olması sonucunda biz neler kaybediyoruz? Denizin üzerinde sümüksü bir tabakanın oluşması nedeniyle sadece güzel bir deniz manzarası görüntüsünü mü yitirdik? Keşke sadece bununla sınırlı olsaydı kayıplarımız ama bu ilişkinin ‘kirliliği’ bize de çok şey kaybettiriyor.
Neyse ki ilişkiyi düzeltmek için çok geç kalmadığımıza, son virajda olmamıza karşın kendimize çekidüzen vererek Marmara’yı kurtarabileceğimize inanıyor
Prof. Dr. Sarı. Üstelik bunu yaparak sadece denizin değil, Türkiye’nin de kaderinin değişeceğini anlatıyor ve ‘Eğer bugün Marmara sorunsuz bir deniz olsaydı hayatımız nasıl olurdu’ sorusuna madde madde şu yanıtları veriyor:
m Kirliliğin önemli bir nedeni evsel atıklar. Evlerimizde kullandığımız ve özünde bir tür zehir olan maddelerden onlarcasını mutfaklarımızda, banyolarımızda kullanıyoruz. Mesela ben hassas biri olmama karşın geçenlerde saydım, evimde denize zararlı 12 farklı temizlik maddesi vardı.
“İstanbul’da her yerden denize girebilecektik. Marmara kıyıları önemli bir turizm bölgesi olacaktı.”
Bir başka arkadaşıma sordum, “20 civarında...” dedi. Eğer Marmara’nın sağlıklı bir deniz olmasını önemsiyor olsaydık, evlerimizde bu zehirler bulunmayacaktı. Ayrıca yine aynı motivasyonla denizde plastik kirliliği de yaratmamak için ekstra çaba harcayacak, böylece daha az plastik ambalajlı ürün kullanıyor olacaktık. Özetle, Marmara’nın kıyısında yaşayan 25 milyon insan, daha sağlıklı olacaktı.
* Atıklarımızı denize atmayıp onları arıtarak elde ettiğimiz suyu da peyzaj, tarım ve sanayide kullanıyor olacak, çok büyük miktarda su tasarrufu edecektik. Bir ahtapot gibi bir kolunu su için Istrancalar’a, bir kolunu Bolu’ya atmış olan İstanbul’da su sıkıntısı önemli ölçüde giderilmiş olacaktı.
* Yapılan tarım daha ilaçsız olacak, dereler temiz akacaktı ve sağlıklı gıda tüketecektik. Susurluk, Gönen, Biga, Marmara’ya akan en büyük çaylar... Ama irili ufaklı yüzlerce var daha... Şu anda kirlenmeden akan tek bir akarsuyumuz yok ve bu sularla tarım yapıyoruz. Örneğin Nilüfer Çayı... Kaynağından içme suyu olarak çıkıyor, 100 km sonra denize zehir olarak dökülüyor. Bu çayın suyuyla da tarım yapılıyor. Tıpkı Ergene’de olduğu gibi... Marmara bugün sorunsuz olsaydı, bu dereler de sorunsuz olacak, temiz suyla tarım yapılacak, ürün yetiştirilirken daha az zehir kullanılacaktı.
Marmara Denizi’nden bir görüntü... Tamamen bize ait olan bu denize son 40 yılda çok hoyrat davrandık.
* İklim kriziyle daha uyumlu bir yaşam biçimimiz olacaktı. İnsanlık tarihinin önündeki en önemli sorun olan iklim krizinde zararı azaltacak önlemler almak, gelecek için kritik. Sağlıklı bir Marmara’nın etrafında yaratacağı etki gelecekteki olası zararlarımızı çok azaltacaktı.
* Denizdeki tür sayısı artacak, orkinoslar, kılıçbalığı gibi türler önemli bir geçim kaynağı olacaktı, balıkçılık sektörü olumlu etkilenecekti. Marmara, Karadeniz ve Ege’deki balık türlerinin birçoğu için yaşam, beslenme, üreme ve kışlama alanı olduğu için etrafındaki denizlerde de bolluğun kaynağı olacaktı. Bu, gelecekte yaşanacak gıda krizi için de önemli bir sigorta olacağı anlamına geliyor aynı zamanda.
* İstanbul’da her yerden rahatlıkla denize girebilecektik. Sağlıklı bir Marmara’da kıyılarda daha az beton olacaktı. Tüm kıyılar önemli bir turizm potansiyeline kavuşacak, ciddi bir gelir kaynağına dönüşecekti.
* Denizin etrafında toplanan sanayi, bugün Avrupa’nın yapmaya çalıştığı yeşil dönüşümü yapmış olacaktı. Atıklarını arıtan, emisyonları düşük, doğaya saygılı bir üretim modeliyle bugünkünden çok daha güçlü bir sanayimiz olacaktı.
* Bütün bunlar zincirleme bir etkiyle tüm ülkeyi olumlu etkileyecek, doğaya saygılı yaşam konusunda Türkiye bugün dünyada örnek gösterilecekti.
KISA KISA...
Kuşlar bizi terk ediyor
Birçok biliminsanının ortak çalışmasıyla ortaya çıkan ve Annual Review of Environment and Resources’ta yayımlanan makaleye göre son 50 yılda ABD ve Kanada’da kuş nüfusu 3 milyar, Avrupa’daysa yaklaşık 600 milyon azaldı. Araştırma, dünyadaki yaklaşık 11 bin kuş türünün yarısının nüfusu azalırken sadece yüzde 6’sının sayısının arttığına dikkat çekiyor. Dünya Kuşları Koruma Kurumu’nun (BirdLife), aralarında Türkiye’nin de olduğu 54 ülke ve bölgeden binlerce uzman ve gönüllüyle hazırladığı Avrupa Kuşları Kırmızı Listesi çalışmasına göre de Avrupa’daki her 5 kuştan 1’i yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Avrupa’da en hızlı yok olan grupların başında ördekler ve kıyı kuşları (yüzde 40), denizkuşları (yüzde 30) ve yırtıcı kuşlar (yüzde 25) geliyor.
Doğa savunucuları için BM rehberi
Doğa Derneği’nin AB Programı desteğiyle hazırladığı, doğa ve doğal yaşam alanlarının tahribatında Birleşmiş Milletler mekanizmalarının nasıl kullanılabileceğini gösteren rehber, geçen günlerde yayımlandı. Rehberde, doğa mücadelesi ve hak ihlallerinde Birleşmiş Milletler mekanizmaları, İnsan Hakları Konseyi özel prosedürleri ve bu mekanizmaların nasıl doğru biçimde kullanabileceği; ayrıca başvuru süreçleriyle ilgili de yönlendirici bilgiler var. (dogadernegi.org)