Güncelleme Tarihi:
Son albümünüz öncekilere hiç benzemiyor. Bu kez ilhamı bu coğrafyadan almışsınız...
- ‘Maya’yı hazırlarken en büyük ilham kaynağım Anadolu’ydu; doğup büyüdüğüm topraklar, Toroslar, yıllardır turne için gittiğim Doğu şehirleri ve hatta bütün bir Ortadoğu... Oraya baktıkça kendimi gördüm. Gördükçe yazdım, yazdım...
◊ Bu eşsiz güzellikteki coğrafyadan huzursuzluk eksik olmuyor. Sizin içinizde de bu duygu mu hâkim?
- Dünyada olup biten her şeyin içimizde bir karşılığı var. Kederinize düşerseniz, dünyayı da çok kederli bir yer olarak görüyorsunuz. İçinizdeki güneşe kulak kabartırsanız, dünyanın aslında ne kadar bilgece geliştiğini, evrenin ne kadar şahane bir senaryosunun olduğunu hissediyorsunuz. Bu his sizi emniyetleyen, topraklayan bir şey. Huzursuzluk hiç bitmeyecek. İçimde de, bu coğrafyada da... Hiçbir zaman tamamen karanlık ya da tamamen aydınlık olmayacak. Bunlar birbirini var eden şeyler. Bu bir döngü.
◊ Kabullenmek mi gerek?
- Bu toprakların huzursuzluğu, paylaşılamamasıyla ilintili. Bu da ne kadar değerli olduğunu gösteriyor. Bitmek bilmeyen şiddete bakıp günlerce ağlayabiliriz. Ama ben, kısmen içinde de bulunduğum bu manzaraya bakarak iyi şeyler söyleme ihtiyacı duydum. Hem kendime hem de aynı havayı soluduğum insanlara... Hatta belki beni duyabilen, bu ülkenin dışından insanlara... Bu toprakların tadında, güzel bir şeyler anlatmak istedim.
◊ Ekşisözlük’te hakkınızda yapılmış 246 sayfalık (ben sorularımı hazırlarken) paylaşım var. İlki 10 yıl önce yayımlanmış: “Tam olarak kim olduğunu bilmiyorum ama hoş bi tarzı var kendisinin” diyor. Sonuncusu dün yapılmıştı: “‘Sarmaşık’ ile beni benden alan sanatçı, birleştirici.” Bu 10 yılda neler değişti hayatınızda?
- İlk yorum yazıldığında diş hekimliği son sınıftaydım. Şarkılarımı, utandığım için kendimi gizleyerek Myspace’te paylaşıyordum. Tamamen içgüdülerimle yaptığım, tek gitarla çalıp söylediğim şarkılardı. İlk şarkıyı paylaştıktan dokuz ay sonra hâlâ menajerim olan Engin’le (Akıncı) tanıştım. İlk albüm süreci son derece sancılıydı. İyi bir müzik dinleyicisiydim ama müzik üretmekle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Her albümle biraz daha büyümüş ve köklenmiş hissediyorum.
Her gün kendimizi yeniden tanıyoruz, kendimizle ilgili yeni bir manzara çıkıyor karşımıza.
O manzaralarla halleşmek insanı olgunlaştıran bir şey. Son birkaç yıldır öyle bir yerdeyim. Kendimle ‘çalışıyorum’. Bu da müziğime ve dilime yansıyor galiba.
Sesini önce internetten duyuran, bir kitlesi olduktan sonra anaakım müzik şirketleriyle anlaşmaya oturan, ‘yeni dalga müzisyenler’in öncülerindensiniz. Nasıl buluyorsunuz bu hareketi şimdi?
- Ben ilk şarkımı internete yüklediğimde ‘Hayalet Sevgilim’ler falan vardı. Myspace çok önemli bir mecraydı. Sonra daha hızlandı ve kolaylaştı her şey. ‘Yeni dalga’yı çok ümit verici buluyorum. Zincirleri kıran, klişeleri ortadan kaldıran herkes ve her şey çok kıymetli bence. İnsanlar kendi sözlerini, müziklerini kimsenin onayını almadan, çat diye paylaşabiliyor artık. Plak şirketleri ve menajerlere işin daha sonraki aşamalarında, eğer daha geniş kalabalıklara hitap etmek isterseniz başvurabilirsiniz. Ben bunda da bir sıkıntı görmüyorum. Ama yolun başında olan birinin başka kanallara pek ihtiyacı yok artık.
İçimdeki kazı çalışması büyüdü, kazdıkça yeni şarkılar çıktı
◊ ‘Single çağı’ndayız ama siz iki CD’lik oldukça hacimli bir albüm hazırlamışsınız...
- Evet, CD’de 21, dijitalde 23 track var. Başta, elimde bir önceki albüm kadarlık bir repertuvar vardı. Ama sonra içimdeki kazı çalışması büyüdü. Ben kazdıkça yeni şarkılar, yeni cümleler, yeni ifade biçimleri çıktı. Onları bu albüme dahil etmeliydim. Bu albümün arşivlik olabileceğini, klasikler arasına girebileceğini düşünüyorum. Ben de arada single’lar yaptım. Bence şarkı-şarkı gitmek çok sevimli. Ama kendi diskografimi ve hikâyemi göz önüne alınca bu kadar büyük bir albümü şu dönemde yapmam gerektiğine inandım.
◊ Siz ortak çalışmaları, düetleri seviyorsunuz. Bu albümde de Gülden Karaböcek, Sıla, Sibel Gürsoy, Ah! Kosmos var...
- Kadınlarla çalışmak çok güzel. O dişil enerjiyi seviyorum ben. Çok bereketli ve çok ilham verici... Anadolu gibi... Ne şanslıyım ki birbirinden değerli kadınlar bu albümde yanımdaydı.
◊ Albüm kapaklarınızda, kliplerinizde çağdaş sanata yakın duran görselleri tercih ediyorsunuz. İmajınızın arkasında kim var?
- Yaklaşık 2.5 yıldır Anıl Can’la çalışıyoruz. Çok uyumluyuz bence. Renkler, dekorlar... Hep onunla kurduğumuz diyaloglardan, ortak muhabbetimizden çıkıyor. Anıl Can çok yaratıcı, kafası çok açık biri. Onunla eğlenerek çalıştığımız için dışarıya da o kadar çok renk sıçrıyor.
Uzun yıllar
mucize beklemeye
devam ettim
◊ Nasıl bir çocukluktu sizinki?
- Puslu. Gözü yaşlı demeyeyim ama biraz buruk. Ürkek. Yer yer sıkıcı.
◊ Mersin’de çocuk olmak deyince nasıl bir renk, koku ve ses canlanıyor zihninizde?
- Sarı. Narenciye kokuları. Ve deniz kenarında çocuk çığlıkları.
◊ Kekeme olmanın karakterinize nasıl bir etkisi oldu?
- Kendimi ifade edemiyordum, etmekten de korkuyordum. Bu bir ucube gibi hissettiriyordu. Diğer çocukların buna gülmesine öfkelenirdim.
◊ Nasıl hallettiniz bunu?
- Halledemedim. O halledememe hali bana bir şey söyleme ihtiyacı veriyor. Müziğimi ve şu anki dilimi, bunu halledemeyişime borçluyum aslında.
◊ Şoför babanın uzun yoldan eve gelmesini beklemek nasıldı?
- Ümitli, heyecanlı...
◊ ‘Beklemek’le aranız nasıl oldu sonraki yıllarda?
- Uzun yıllar bir mucize beklemeye devam ettim.
◊ Müzik hayatınıza nasıl girdi?
- Müzik hep vardı. Bir nebze amcamın kırık bağlamasından etkilenmiş olabilirim. Müzik bir kaçıştı benim için. Kendimi orada ifade edebildiğimi hissediyordum. 90’lar Türkçe pop’u söylüyordum hep.
◊ Müzik okumayı düşündünüz mü?
- Hep istedim aslında. Ama çevremden ‘iş garantili’ bir meslek edinmem için baskı gördüm. İlkokul 1’de, “Çocuk doktoru olacağım” dedirtiyorlardı bana. Sonra buna tepki olarak her sene hedefimdeki mesleği değiştirdim. İleriki yıllarda da müzikle ilgilenmeye devam ettim ama benim bilinçaltım da hep onaylanmış mesleklere gidiyordu. Müzik eğitimini okul dışında alabileceğimi anlayınca rahatladım.
◊ Diş hekimi olmaya nasıl karar verdiniz?
- Lise son sınıfta okula gelen bir diş hekiminin anlattıklarından etkilenmiştim. İstanbul Üniversitesi’nde okudum. Sonra da iki yıl bu meslekte çalıştım.
Neden erotizmden de bahsetmeyeyim?
◊ Albümünüzün dijital versiyonunda iki şarkı var: ‘Comme un Animal’ ve ‘Canki’. Buraya gelmeden önce konuştuğum müzik yazarları Türkiye’de daha önce bu kadar erotik sözleri olan şarkı yapılmadığını söyledi. Nasıl karar verdiniz bu iki şarkıyı yapmaya?
- Onları da diğer bütün şarkılarla aynı kanaldan yazdım aslında. Müziğim hayatın bütün anlarını ele alıyor. Neden erotizmden de bahsetmeyeyim? ‘Comme un Animal’ bir önsevişmeyi anlatıyor. Nakaratta oldukça erotik, daha önce hiç söylenmemiş tarzda cümleler var, evet. Ama asıl başka bir şey daha var o şarkıda: “Ölüm ya da doğum kadar yüksek bir duyguya ihtiyacım var” diyorum. Bu cümleyle aslında bazı duyguları sırf ihtiyaçtan kovalıyor olmamızla dalga geçiyorum.
◊ Şarkıdaki en erotik sözler neden Fransızca?
- Fransızca söyleyince daha erotik ve estetik tınladı bence.
◊ Bir çeşit otosansür de uygulamış olabilir misiniz? Şarkı sözleri yüzünden sanatçılar hakkında davalar açılıyor...
- Bazen beynimin arkalarında öyle mekanizmalar işliyor olabilir. Bilinçdışı çok karmaşık ve geniş bir alan. Ne de olsa ben de ezberlerle büyütüldüm. Onların ne kadarını temizledim bilemiyorum. Normal şartlar altında otosansürle işim olmaz. Şarkıda da neler diyorum... Daha ne yapayım? Seksin hâlâ bu kadar büyük bir tabu olmasına, seksten bahseden şarkıların bu kadar şaşırtıcı gelmesine şaşırıyorum. Seks hayata,
sevgiye dahil bir şey.
Travmalarımdan arınabilmiş değilim
◊ Her fırsatta cinsiyetçilikten arınmış, özgür aşka inancınızı vurguluyorsunuz. Aşk şimdi hayatınızda nasıl bir yerde?
- Şu an hayatımda aşk yok. Ama albümü yaparken âşık oldum. Bu da albümün kimyasına yansıdı bence.
◊ Ayrılık?
- O da yansıdı. Aşk güzel, çok yüksek bir şey. Ama ben bize kodlanan aşk tanımının bir yanılgı olduğunu düşünüyorum. Birini sevdiğimizi zannederken aslında içimizdeki bir soru işaretine ortak arıyoruz, karşımızdaki kişiden bir yaramızı iyileştirmesini istiyoruz. Maalesef modern çağda aşk olarak adlandırılıyor ama aslında bu bir illüzyon. Halüsinatif bir şey. Ve psikolojinin alanına giriyor. Ben daha çok sevgiyle ilgileniyorum. Asıl sonsuz ve kucaklayıcı şeyin, iyileştirici olanın sevgi olduğunu düşünüyorum. Ama tabii ki ben de kendi travmalarımdan yüzde yüz arınabilmiş değilim.
O yazıyı yazdıktan sonra ben artık başka biriydim
◊ Şöhreti hayatınızın neresine koyuyorsunuz?
- Şöhretle hiçbir zaman çok içli dışlı bir ilişkim olmadı. İnsanlar tarafından sevilmek, hayatlara dokunmak çok kıymetli. Ama şöhretle birlikte olduğunuzu zannettiğiniz şey, hayatınızın yüzde 25’i, 30’u falan... Tamamen oraya odaklandığınızda kör olursunuz. Sürekli güneşe bakmak gibi sanırım. Ben onu hiçbir zaman bütün hayatımı kaplayan bir şey gibi göremem. Özbenliğime duyduğum saygı sebebiyle bu, böyle olmalı.
◊ Hem çok büyük sevgi hem de can acıtıcı nefret sözleri sarf ediliyor sizin için. Nasıl baş ediyorsunuz bununla?
- Çaylakken nasıl baş edeceğimi bilmediğim için çok üzüldüğüm oluyordu. Ama bir süredir daha normal karşılıyorum. Sevginin ifadesi kadar, sevgisizliğin ifadesi de normal. Bunların hepsi içimizde var. Kötü sözleri çoğunlukla kendimle ilişkilendirmiyorum. Bizi kızdıran, öfkelendiren, tetikleyen şeyler genellikle hayatımızın erken yıllarında edindiğimiz bilgilerden, tecrübelerden ileri geliyor. Bana nefret kusan biri benimle değil, kendisiyle ilgili bir şey söylüyor daha çok. Böyle bakmaya gayret ediyorum. Ama tabii hâlâ bazen canımın sıkıldığı oluyor. Mümkün olduğunca sevgi sözcüklerini duymaya çalışıyorum. İnsanların nefretlerini körükleyen bir dünyanın altını çizmek yerine o nefreti yumuşatacak, birilerini gülümsetecek şeyler söyleme gayretindeyim.
◊ Bir takipçinizin homofobik ifadeler içeren mesajına verdiğiniz yanıt (...Şu konuda bir anlaşalım istiyorum artık sevgili arkadaşlar: T.p, tüfek, i.ne, d.nme ve benzeri hitap şekilleriyle insanları, beni, yaralayamazsınız...) çok etkileyiciydi. Ne olmuştu da siz o yazıyı yazmıştınız?
- Konya’da, Mevlana ziyaretimiz sırasında genç bir arkadaşım güler yüzle benimle fotoğraf çektirmek istediğini söylemişti. Daha sonra o fotoğrafı, ‘T.psun falan ama birkaç şarkın güzel’ diye paylaşmış. Benim de başka bir takipçim sayesinde haberim oldu. O kişinin 10 dakika önce yanıma gelip büyük bir kibarlıkla fotoğraf çektirmek isteyen çocuk olduğuna inanamamıştım.
◊ Travmatik bir deneyim...
- Şoke ediciydi. Tuhaf hissettirmişti. O yüzden bir şey söylemem gerektiğini düşündüm. Hem kendimle hem dinleyicilerimle muhabbetimin gereği olarak o yazıyı yazmam gerekiyordu. Yazıyı yazıp Instagram hesabımdan post ettiğimde kızgınlığım, hayal kırıklığım, üzüntüm geçmişti. Çünkü artık onu bir şeye dönüştürmüştüm. O yazı da son albümün duraklarından biridir. O yazıdan sonra ben artık başka biriydim.
Onaylanma hissini
hiç yaşamamış
bir çocuktum
◊ LGBTİ hareketine verdiğiniz desteği, cinsiyet kimliğinizi hep açıkça ifade ettiniz. Türkiye söz konusu olduğunda bu çok ciddi bir cesaret gerektiriyor. Tepkilerden korkmuyor musunuz?
- Korku denen şey, kendini tanımayla çok ilgili. Korkmuyorum. Ona yakın bir şeyler hissettiğimde de kendimle kurduğum ilişkiye bakıyorum. “Bunu gerçekten istiyor musun” diye soruyorum. O, bana cevabı veriyor her zaman. Ben onaylanma hissini neredeyse hiç yaşayamamış bir çocuktum. Zor bir şeydir. Özellikle konuşma bozukluğunun getirdiği bir kendini ifade edememe ve dünyayla ilişki kuramama durumu söz konusuydu. Dayatılan bir sürü eril rol, toplumsal kalıp vardı. Hepsi kâbusumdu. Sanırım biraz da bunlara tepki olarak hep çok çalıştım, çok okudum, kendimi ve dışarıyı daha çok keşfedebilmek için elimden geleni yaptım. Hâlâ öyle... Neticede bunun adı cesaret mi bilmiyorum, bir adı olması gerekmiyor. Şükran doluyum hayata. Şanslıyım bunlarla sınandığım, aklımı ta buraya getirebildiğim için. Dahası bütün bunları insanlığa aktaracak bir kanal bulduğum için. O noktada dürüst olmaktan, bir işe yaramaya çalışmaktan, doğru bildiğimi savunmaktan başka seçeneğim olamaz. Sevgiyi, özgürlüğü, evrensel olanı tabii ki savunacağım. Eşitliğe ihtiyacımız var; insan temel hak ve özgürlükleri bunu gerektiriyor. Irk, cinsiyet, cinsiyet kimliği... Bunlar çok genel tanımlar. Bir hikâyeyi, bir ruhu anlamak için yeterli değiller. Ezber bilgi iyi bir şey değil. Niyetle, kalple ilgiliyim ben. Beni ve söyleyeceklerimi de buradan anlasınlar,
hissetsinler isterim.
◊ Siyasi ve toplumsal gündemle ilgili görüşlerinizi açıklamaktan da çekinmiyorsunuz. Biz sanatçıların sessiz kalmasına alışkınız oysa...
- Meselem kişilerle değil; durumlarla, olgularla ilgili.. Toplumsal düzeni yaralayan çok fazla hikâye var. Bunların iyileştirilmesi gerek. Adalet duygumuzun derhal yeniden iyileştirilmesi gerek. Daha fazla sorumluluk alınmalı. Bunları söylemek bir
ayrıcalık değil bence.
Fatih Karaca da Mabel Matiz de kişiliğimin
bir parçası
◊ Kendinize Mabel Matiz ismini verme fikri nasıl ortaya çıkmıştı?
- Myspace sayfasını açarken anonim kalmak için uydurduğum antin kuntin bir isimdi. Nickname’in moda olduğu yıllar... Bu kadar ciddiye varacağını düşünmemiştim açıkçası.
◊ Fatih Karaca ve Mabel Matiz tamamen aynı kişiler mi?
- İkisi de kişiliğimin birer parçası. Ama ikisinin toplamından daha fazlası var. Özbenlik diye bir şey var çünkü. O bütünle ilişkide kalmaya çalışıyorum.
Sevgi senin içinde,
hep hatırla!
◊ Bugün bu röportajı okuyan, cinsiyet kimliği nedeniyle kendini ezilmiş, baskı altında hisseden, duygularını ifade edemeyen, yorulmuş, kırılmış ve birinin elini omzunda hissetmeye çok ihtiyaç duyan birine ne söylemek istersiniz?
- Kim olursan ol bugün ve her gün kendinle gurur duy ve dünyanın bütün sokaklarında gururla yürü. Sen evrenin saf bir parçası olarak sonradan icat edilmiş kuru gürültü sistemlerden ve kurallardan çok daha güçlüsün, unutma. Sevgi senin içinde. Hep hatırla!
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR