Güncelleme Tarihi:
Teması ‘Küresel Oyun: İşbirliklerini Yeniden Eşlemek’ olan Londra Tasarım Bienali’ne bu yıl 44 ülke katıldı. Bienalde Türkiye’yi sanatçı-mimar Melek Zeynep Bulut ve mekân heykeli ‘Açık Yapıt’ temsil ediyor. Eser Londra Somerset House’ta 25 Haziran’a kadar sergilenecek. Bu yıl 4’üncüsü düzenlenen bienalde insanın çevreyle ilişkisine ve küresel sorunlara odaklanıldı. Bu kapsamda Melek Zeynep Bulut, dünyanın birçok sorunu olduğunu, bunlara spesifik çözümler üretilebileceğini ama yapılması gerekenin insan bilincini yükseltmek olduğunu söylüyor. Bulut, eşik ve kapı kavramlarından yola çıkarak ‘Açık Yapıt’ı tasarlamış. 34 ton metal kullanılarak yapılan, üzerindeki boruların akustik bir yüzey oluşturduğu; rüzgâr, insan hareketi söz konusu olduğunda sesler çıkaran ‘Açık Yapıt’ın çapı yaklaşık 15, yüksekliğiyse 7 metre. Dünyanın bir eşikte olduğunu düşünen Melek Zeynep Bulut “Amacımız bilinci yükseltmek, protesto etmek, bunun için çağrıda bulunuyoruz” diyor ve bir mekân heykeli olan eserini şöyle tarif ediyor: “Hem mimari dili var, hem borular nedeniyle ses çıkarıyor hem de bir heykel.” Melek Zeynep Bulut ‘Açık Yapıt’ı ve bienal sürecinde neler yaşadıklarını anlattı…
◊ ‘Açık Yapıt’ Londra Tasarım Bienali’ne nasıl seçildi, kısaca sürecin nasıl ilerlediğinden
bahseder misiniz?
Londra Tasarım Bienali 2023 edisyonunun temasını ‘Global Game’ (Küresel Oyun) olarak belirledi ve bu tema üzerinden sanatçılara, tasarımcılara bir açık çağrıda bulundu. Projemizi hazırladık, gönderdik ve bizi ikinci aşama olan jüri sunumuna davet ettiler. Ardından jüride işin detaylarıyla ilgili bir anlatı yaptık. Çok sevdiler ve hemen hemen tüm jüri dil birliği ve büyük bir destekle projemizi kabul etti. Sonrasında da detaylandırma, strüktürel sistem çözümlemeleri ve çeşitli uluslararası yapı prosedürlerini sağlamakla ilgili süreçlerimizi tamamladık. Ardından taşıma, kurulum ve buradayız...
◊ ‘Açık Yapıt’ı tasarlarken yola nasıl çıktınız? Süreç içinde değişiklikler yaptınız mı eser üzerinde?
‘Açık Yapıt’ her şeyden önce bir mektuptu. Çoğu zaman yazarak başlarım. Konunun içine girdim ve yazdım. Sonra ortaya çıkan ‘manifesto’ya göre ne olmak istediğine kendi karar veriyor. Bu bazen bir ses, bazen bir yol, bazen bir binaya çarpan demir bir kuş sürüsü olur. Biz burada bir eser değil, bir dil çalıştık. Anıtsal, temsil eden, insanlığın zihnindeki formlara uygun olmayan bir malzeme... Anlamları ve insanların zihinlerindeki kalıpları sorgulatmak bu işin çıkış noktasıydı. Bu bugün anıtsal kapılar, yarın bir duvar olacak. Dolayısıyla manifestoyu önceliyorum. Malzeme ve fiziki deneyim sonra geliyor. En başından beri metal strüktür üzerinde bilinçli izler bırakarak malzemeyle oynamak ve bu strüktürü öyle oluşturmak planımdı.
◊ Eserin arkasında birçok insanın emeği olduğunu söylediniz, biraz bunu anlatır mısınız?
Dev bir strüktür. İşçilikler, malzemeler, detay tasarımları, danışmanlığına ihtiyaç duyduğumuz kıymetli hocalarımız, gümrükler, metodolojiler, taşıma planlaması, sunumlar derken bu işe gerçekten inanmış neredeyse 40 kişi gecesini gündüzüne kattı. Kendi aramızda esprisini yapıyoruz ‘Bu iş parayla pulla yapılacak iş değil’ diye. İnanmanız lazım. 3-4 ay evvel kabulü aldık, ardından sponsor arayışları, atölye süreçleri, deprem, seçim süreci derken birçok uyaranla 3-4 ayda hayata geçti bu iş. İngilizler buna “It’s crazy” (Çılgınlık bu) yorumunu yapıyor. Bu kadar kısa sürede hayata geçmesine şaşkınlar. Muhteşem bir ekibin ve özverinin ürünü. Her birine ayrı ayrı teşekkürlerimi ve sevgilerimi gönderiyorum.
◊ Bienal sonrası eserinizi ‘Bir su üzerinde’ hayal ettiğinizi söylüyorsunuz. Orası neresi tam olarak?
Aslında bu soyut bir fikirdi, gözümde öyle canlanıyor gibi. Bir plânlama değil. Su ve metalin etkileşimini, denge sürecini sergilemeye açmak gibi hayal edebiliriz.